Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Işıl Cinmen'le Boş Ders'in bu haftaki konusu süper kahraman Aynebilim'in Kamboçya'da yaptıkları

        IŞIL CİNMEN

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        Sizi Aynebilim'le tanıştıracağım.

        Kendisi bir süper kahraman.

        Gerçek adını bilmiyoruz, yüzü de gizli.

        Aynebilim, bundan 9 ay önce bir gün evinde otururken bir yazıya rastlıyor; ayda 5 dolara hayatta kalmaya çalışan bir köy dolusu insanın hikayesine...

        Ve yazı bitince pelerinini takıp o köye gidiyor.

        Kamboçya'ya.

        Evinden 10.168 km uzağa...

        Kendine bir ev tutar tutmaz, bir aşevi açıyor.

        9 aydır, 52 barakada yaşayan 300'den fazla kişiye her gün sıcak yemek dağıtıyor.

        Ama elbette bir süper kahraman sadece bununla yetinemez.

        Şimdi çok daha büyük, olağanüstü bir projesi var!

        Kamboçya'nın Ölüm Tarlaları'nın tam karşısına Yaşam Tarlaları'nı açıyor!

        Bunun için Killing Fields'in (Ölüm Tarlaları) karşısındaki 1200 m2'lik araziyi kiraladı; inşaat 20'Nisan'da başladı.

        İçimizden birkaç süper kahraman çıkarsa çok kısa bir süre sonra orada bir okul ve sağlık kabini olacak!

        Çocuklar okuma yazma çalışacak, İngilizce öğrenecek, müzik yapacak, resim çizecek, temiz bir alanda oyun oynayacak.

        Hastanesiz köyün hastaları doktor ve ilaç bulabilecek.

        25 hanelik komşu köyün insanları da artık her gün mutlaka yemek yiyebilecek.

        Bağış ve fon toplama sitesi Fongogo'da şimdilik 4.500 TL toplandı.

        Hedef 25.000 TL.

        Hedefe ulaşmak için 8 gün kaldı.

        Aynebilim, paranın nasıl ve nereye kullanılacağını Fongogo'da detaylıca anlatıyor.

        Arama motoruna "Fongogo Aynebilim Aşevi ve Kelebek Parkı" yazdığınız an karşınızda!

        Lütfen okuyun ve düşünün.

        Evet, zenginler bu kadar açken dünyanın yoksulları hiçbir zaman doyamayacak.

        Ama biz bugünlük öğle yemeğini geçiştirsek ya da bir paket az sigara içsek ne olur?

        O para, çıplak ayaklı güzel kahkahalı çocukların hayatını değiştirecek bir okula doğru yola çıksa...

        Hadi yapalım!

        Ama önce, bu kadar kötülüğün arasında bize iyilik bulaştırmaya çalışan bu şahane kadını tanıyalım.

        Sizin hakkınızda elimde sadece "süper kahraman" olduğunuz bilgisi var. Yani sizi tanıyanların sizi böyle tanımladığını öğrendim. Süper kahraman olmak ne demek?

        Bu tamamen bir şakayla başladı sonra da üzerime yapıştı. Bir arkadaşım bana süper kahraman logosu yaptı, öbürleri pelerin dikti. Bana ihtiyacı olan üç kere AYN dedi; ben yardımlarına koştum... Derken durum bu hale geldi. Bir süper kahramansanız yaptığınız iyiliklerin karşılığını bekleyemezsiniz. Bunu sadece insanları mutlu etmek için yaparsınız ve karşılıksızlık, size mutluluğu getirir. Sanırım şu anki ruh halimi anlattım.

        Ben kafamda pelerinli bir supergirl yarattım. Nasıl düşünmeliyim sizi?

        Pelerinle zor oluyor; burası zaten çok sıcak, bir de pelerin giyersem hayat iyice zorlaşabilir. Yıllardır kurtulamadığım bir göbeğim var, beni göbekli düşünebilirsiniz. Onun dışında da sürekli kaybolan, eşyalarını bir yerlerde unutan ve başına sürekli abuk subuk şeyler gelen biriyim. Bazen kendimi Truman Show'un devam filmi gibi hissedip kamera aradığım bile oluyor. Onun dışında herkes gibi sıradan biriyim işte.

        "YÜZÜMÜ GİZLİYORUM ÇÜNKÜ..."

        Yüzünüzü, kimliğinizi, adınızı saklıyorsunuz. Neden? Bilsek ne değişir, ne eksilir?

        Bu, bu hikayeye özgü bir karar değil; ben yıllardır anonimim. Sosyal medyada olmaya bu şekilde karar verdim ve bunu bozmak istemiyorum. Benim anonimliğim bir kimliğin altına saklanıp ona buna istediğim lafı söyleyeyim, insanlarla uğraşayım ama kimse kim olduğumu bilmesin anonimliği değil. Yüzümü gizliyorum çünkü fotoğraflarımın hiç tanımadığım insanların ekranına düşmesi hoşuma gitmez. Ama internette tanışıp güvendiğim, görüştüğüm, yüzümü gören birçok arkadaşım oldu.

        Yıllardır sizi tanıyan ama yüzünüzü bir kez görmemiş insanlar da var...

        Evet ve onlar artık merak etmiyorlar beni, böyle kabul ettiler. Ama yeni tanıyanlar, sanki çok önemliymiş gibi "yüzünü göster, neden gizliyorsun" gibi mesajlar atıyor, paylaşımlarımın altına yorumlar yazıyorlar. Ben orada bir şey anlatmışım, anlattığım şeyi okumadan o gelmiş altına "neden yüzünü göstermiyorsun" yazıyor. Yüzümü görmemesi yazıda anlattığım şeyi anlamasını mı engelliyor? Hayır, engellemiyor. O zaman yüzümü görmesine de gerek yok.

        BIRAKIN SAĞ ELİN VERDİĞİNİ SOL EL GÖRSÜN!

        Sadece yaşınızı çok merak ediyorum. Bu kadarını bilebilir miyim?

        Annem duymasın ama 1 Mayıs'ta 34 yaşına girdim. Annem gerçek yaşımı söylememe hep kızar; "herkes küçültüyor sen neden direkt söylüyorsun" diye. Hayatım boyunca kutladığım en anlamlı ve en güzel doğum günüydü. Köyde çocuklarla birlikte kutladık, mumları birlikte söndürdük, pastayı birlikte kestik. Hepsine hediyeler aldım ve mutluktan parlayan gözlerini gördüm. İlk defa "iyi ki doğmuşum" dedim kendime.

        Peki kimliğinizi saklayıp neden röportaj veriyorsunuz?

        Hani derler ya "sağ elin verdiğini sol el görmeyecek" diye... İşte o öyle değil. Bunu söyleyenlerin genelinin ne sağ eli veriyor, ne sol eli görüyor. Sadece bu lafı söyleyip kenara çekiliyorlar. Ben birçok insana iyilik bulaştırdım, bunu biliyorum ve daha da bulaşacak. Ben, "İlla bana yardım edin, burayı kurtaralım" demiyorum. Sadece etrafınıza bakın! Yaşadığınız sokakta bile sevindirebileceğiniz ne çok insan vardır...

        "İYİLİK ÖĞRENİLEBİLİYOR, İYİLİK BULAŞABİLİYOR"

        İyilik yapmakla nasıl tanıştığınızı hatırlıyor musunuz?

        Hatırladığım en net hikaye çocukluk arkadaşım Hava. Daha bebekken tek gözünü kaybetmişti ve sürekli bir akrabasının evini temizlemeye giderdi. Evin sahibi kadın, temizliği beğenmediği zaman "tek gözünle ancak bu kadar temizlersin zaten" diyerek onu azarlardı. Ben daha kendi evimizi temizlemezken ona yardım ederdim. Göremediği gözü olmaya çalışırdım o azar işitmesin diye. Bununla başladı diyemem ama hep böyle devam etti.

        İyilik, bir insanın mayasında mı vardır yoksa öğrenilir mi dersiniz?

        Geçen gün bir mail aldım. Birisi bağış yapıp mail atmıştı bana. Bu zamana kadar kimseye yardım etmediğinden, kendinden başkasını düşünmediğinden bahsetmiş mailde ama benim yaptığıma kayıtsız kalamadığını anlatmış. O zaman anladım iyiliğin mayayla ilgili olmadığını, öğrenilebiliyor. İyilik bulaşabiliyor. İnsanlar zamanla değişebiliyor ve o benim sayemde değişmişti. Bu beni o kadar çok mutlu etti ki, bir insana daha iyiliği bulaştırmıştım.

        "DÜNYANIN İLK AT BOKU FOTOĞRAFÇISIYIM"

        Gitmeye karar verdiğiniz günden bir gün öncesini anlatın. Nasıldı hayat?

        Muhtemelen sabah kalkmış, bisikletle küçük ada turu atmışımdır. Sonra Ada'nın meşhur tostçusunda kavurmalı kaşarlı tost yiyip, üzerine de nutellalı, muzlu, çilekli waffell yedikten sonra alışveriş yapıp eve dönmüşümdür. Harika balkonumda oturup bir yandan müzik dinleyip bir yandan çalışmışımdır. Kedimi sevmişimdir, karşı komşularımın bahçesinde yemek yemişizdir. Fotoğraf makinasıyla dışarı çıkıp at boku fotoğrafları çekmişimdir.

        Bir dakika! Bölüyorum ama burayı detaylandırabilir misiniz?

        Dünyanın ilk at boku fotoğrafçısıyım. Facebook'ta AtBokuPhotography'den takip edebilirsiniz. Devam edebilir miyim?

        Lütfen...

        Sonra evimin altındaki iskeleden güneşin batışını izlemişimdir. Kısacası buraya gelmeden önceki hayatım böyleydi, keyifliydi. Yani bir sorundan kaçmadım, bir keyfi yarıda bırakıp buraya geldim.

        "TEK SEBEP: DAHA FAYDALI BİR İNSAN OLABİLMEK"

        Bu radikal değişikliğin sebebini tek cümleyle söyleyebilir misiniz?

        Zaten tek bir sebebi vardı: Daha faydalı bir insan olabilmek. Yapabileceğim bir şey varken onu uzaktan izleyip "ah ah" demektense, gelip yapabileceğim her şeyi yapmak.

        Gitmeye karar verdiğiniz gün... O günü sıradan ve keyifli diğer günlerden farklı kılan ne oldu?

        Alışverişten gelmiştim ki bir yazıya denk geldim. Özgür Çağdaş'ın bir yazısı ve altında bir video...

        O insanların hayatıyla kendi hayatımı karşılaştırdım. Tamam, çok para kazanmıyordum ama kazandığım parayla güzel bir evde oturuyordum, canımın istediğini yiyebiliyordum, tatile gidebiliyordum. Freelance çalıştığım için nerede yaşadığımın önemi yoktu. Aynı parayla orada hem kendim geçinebilir, hem de onlara yardım edebilirdim. Ben bunun sadece düşüncede kalmasını istemedim. O gün kararımı verdim ve buraya geldim.

        "KAMBOÇYA'DA YAPTIĞIMI TÜRKİYE'DE YAPAMAZDIM"

        Türkiye'de de çok yoksul insanlar var... Ayn onlara yardım edemez miydi?

        Kamboçya'da yaptığımı kendi ülkemde yapmak o kadar zor ki... Hem bürokrasi yüzünden çok zor, hem de insanların bakış açısı yüzünden. Türkiye'de olsam elimdeki para aşevinin açılış işlemlerine bile yetmezdi. Daha açmadan devlet yok şunun kaydı, yok bunun kaydı derken bütün parayı alırdı. Hadi açtım diyelim... O zamanda insanların sorgulamaları başlayacaktı. Kadın mı, erkek mi? Alevi mi, Sünni mi? Sağcı mı, solcu mu? Vs vs...

        Ya orada nasıl oldu?

        Köye geldim, evi tuttum, elemanlarımı buldum ve yemek yapıp dağıtmaya başladık. 75 dolara 350 kişinin karnını doyurabiliyorum; bu da imkansız olurdu Türkiye'de. Beni tetikleyen o yazıda rastladığım köy burada diye buraya geldim; bambaşka bir yer de olabilirdi.

        "APTAL CESARETİ DİYEBİLİRSİNİZ AMA KORKMUYORUM"

        İlk gittiğinizde, ilk günler hiç mi korkmadınız?

        Aptal cesareti diyebilirsiz ama ben biraz fazla cesurum, korkmuyorum. Ne gelirken korktum, ne burada yaşadıklarımdan. İki kere cep telefonum çalındı, yanımda yürüyen arkadaşımın elinden cep telefonunu çaldılar çünkü cep telefonu görünce kendilerini tutamayabiliyorlar. Ama ben hala geceleri elimde telefonla yürüyorum sokaklarda. İnsanlar korkudan bel çantası takmaya başlamışken ben omzumda bez çantayla geziyorum. Çünkü kendime korkuyu aşılamak istemiyorum. Başıma bir şey gelecek diye korkarsam bu sefer özgürlüğümden olurum; istediğim gibi yaşayamam, huzurum kaçar.

        Aşevini açtığınızda neler oldu peki?

        Aşevinin ilk haftası çok şaşkındım. Her şey o kadar güzel işliyordu ki rüyada gibiydim. Hâlâ da öyle devam ediyor. Bunun en büyük sebebi yardımcım Nalin. O her şeyi organize ediyor ama hâlâ her şeyi sorarak yapıyor. Mesela köyde yakın bir marketimiz var ve günlük acil ihtiyaçları oradan alıyoruz. Çocukların meyve suyunu da oradan alıyoruz. Her seferinde meyve suyu bittiğinde sipariş vermeden önce bana soruyor ve ben her seferinde bir malzeme bittiğinde bana sormamasını, marketten almasını ve benim geldiğimde ödeyeceğimi söylüyorum. Bu şekilde ilerliyoruz.

        "50 CENT BİLE BULAMAYABİLİYORLAR"

        Yaşadığınız şehir Phnom Penh nasıl bir yer?

        Nüfusunu bilmiyorum ama epey kalabalık bir şehir, insanların neredeyse yüzde 20'si sokaklarda yaşıyor. Hani bizim sokaklarda tek başına yaşıyan evsizler görürüz ya işte burada kaldırımda yaşayan aileler var. Lokal insanlar için hayat daha ucuz burada. 50 cent'e karınlarını doyurabiliyorlar ama onu bile bulamayabiliyorlar. O kadar yoksulluğa rağmen hepsi güler yüzlü, hayatlarından memnunlarmış gibi görünüyorlar. Korkunç bir trafiği var ama kendi aralarında uyguladıkları trafik kuralları var. Ben bir gün bisiklet kiraladım şehirde trafik terörü estirdim, o şekilde Türkiye'de bisiklet sürseydim yemediğim küfür kalmazdı ama sakin sakin gülümseyip yol verdi hepsi. Fakir ama mutlu insanların şehri diyebilirim buraya.

        "TEK TEK EVLERİ GEZDİK, ANLATTIK"

        Ya dil problemi? Nasıl anlaşıyorsunuz? Neden orada olduğunuzu köydekilere nasıl anlatıyorsunuz?

        Burada bir emlakçıyla tanıştım, ilk evimi onunla tuttum. Yerleştikten birkaç hafta sonra bir tuk tukçuyla köye gittim ama o İngilizce bilmediği için derdimi anlatamadım. Giderken bir şeyler götürmüştüm, onları dağıtıp geri geldim. Sonra emlakçımı aradım ona anlattım durumu, onunla gidip bulduk aşevinin yerini. "Bana yemek yapacak, İngilizce konuşan biri lazım" dedim. Nişanlısıyla tanıştırdı beni yani Nalin'le... Hem yemekleri yapacak, hem yerel halkla iletişimimi, hem de ulaşımımı sağlayacaktı. Yemek yapmaya başladığımız ilk gün iki kadın yardım etti bize. O gün onları da işe aldım. Birden kocaman bir aşevi olduk. Ertesi gün Nalin'le tek tek evleri gezdik, anlattık: "Bundan sonra her gün şu saatte yemek dağıtılacak size" diye. Her eve bir sefer tası verdik, "Her gün şu saatte getirip şu saatte alacaksınız" dedik. İnsanların gözlerinin içi gülüyordu, ellerimi tutup bir şeyler diyorlardı ama anlamıyordum. Nalin sonra anlattı, hepsi çok güzel şeyler söylemiş...

        "SEN BU KÖYÜN SÜPER KAHRAMANISIN"

        Kimse şüphe duymadı, bu kadın bunu neden yapıyor diye sorgulamadı, değil mi?

        Kimse! İşte bunu Türkiye'de yapamamamın bir sebebi de bu; herkes paranoyak olmuş durumda. Neden geldi bu kadın, neden bize yemek yapıyor, yemeğe bir şey mi katıyor, bizden para mı alacak gibi sorular olmaz mıydı orada? Ama burası öyle değil, sadece minnet duyuyorlar bana ve duymaya devam ediyorlar. Nalin bana "Sen benim ve bu köyün süper kahramanısın" diyor ve ben eriyorum.

        Oradakiler nasıl insanlar? Öncelikleri neler? Duyguları bize kıyasla daha mı duru ve sakin?

        Ne sabah nemrutlukları var ne akşam trafiğinde stressleri. İstanbul'da yolda gördüğünüz bütün insanların gülümsediğini düşünsenize, işte öyle. Bir çoğunun önceliği karnını doyurmak. Aile kavramları pek fazla yok, evin bütün yükü kadınların üzerinde. Neredeyse bütün işyerlerini kadınlar işletiyor. Sadece yemek yiyerek yaşayan insanlar da var, lüks yaşayanlar da. Yani dünyanın her yerinde aynı adaletsizlik var.

        Siz orada nasıl para kazanıyorsunuz?

        Ben paramı hala Türkiye'den kazanıyorum. Bir süpermarket zincirinin yemek kitaplarını yapıyorum. Bunun yanında grafik tasarımcıyım; Türkiye'deki müşterilerimin katalog, dergi vs. tasarımlarını yapıyorum. Temel ihtiyaçlarımı karşıladıktan sonra geri kalanını aşevi için harcıyorum.

        BU KÖYDEKİLERİN HEPSİ ÇÖPÇÜ

        Oradaki insanlar kaç liraya yaşıyorlar?

        Ayda 5 dolar kazanıyorlar köydekiler. Benim köyüm 315 kişilik. Köy, şehrin çöplüğünün yanında... Yani tüm köy çöpçü, çöp topluyor. Çöp toplayarak ayda 5 dolara yaşıyorlar. Evlerinde banyo ve tuvalet yok. Mutfakları yok, evlerinin önünde yemek yapıyorlar. Çocuklar kendi kendilerine büyüyor neredeyse. Evin büyük çocuğu diğer kardeşlerine bakıyor. Kapının önüne koydukları içi su dolu kocaman taş testi var; onun içindeki suyla banyo yapıyorlar. Tuvaletlerini de evin altındaki toprağa yapıyorlar.

        Hijyen konusunu nasıl hallettiniz iç dünyanızda?

        Kendi yemeğimi kendim yapıyorum, dışarıda yiyeceksem de lokal yerleri tercih etmiyorum. Yardımcımın düğünü vardı, uzak bir köyde. İki gün orada lokal yemekler yemek zorunda kaldım. Eve döndüğümde bir hafta kendime gelemedim. Normalde de doktora gitmeyi sevmeyen, kendi kendini tedavi etmeye çalışan biri olduğumdan çok büyütmeden atlattım. Bazen temizliğim sadece bizim topraklara ait olduğunu düşünüyorum. Onlar sanırım suyun kir tutmadığına inanıyorlar ve o yüzden simsiyah sularla temizlik yapıyorlar. Aynı kovanın içinde hem bulaşık, hem yer bezi yıkayabiliyorlar. Burada yemek yemenin en önemli kuralı şu: Nasıl yapıldığına bakmayacaksın!

        "İLK GÜNLERDE ÇOK YALNIZDIM, SESİMİ UNUTMAYA BAŞLAMIŞTIM"

        Hiç arkadaşınız var mı orada?

        İlk zamanlar çok yalnızdım burada, hatta sesimi unutmaya başlamıştım. Ama artık bir koloni gibiyiz, Türkiye'den arkadaşlarım var ve her akşam birlikteyiz. Başım sıkıştığında beş dakika sonra yanımda birçok insan bulabileceğimi bilmenin huzuru çok güzel. Alt katımda yeni evli bir Türk çift, biraz ileride bir anne kız, bir de köpeğiyle Türkiye'den gelmiş bir arkadaşım var. Hep beraber gül gibi geçiniyoruz.

        Türkiye'den sizi ziyarete gelen oldu mu?

        Asya'ya gelen gezginlerin ortak noktasıyım. Bir "Aynebilim kahvaltısı" yaptırmadan kimseyi göndermem! Yaptığım şeye hayran kalıyorlar, daha fazla dahil olmak istiyorlar ama adı üstünde gezgin bunlar. Birkaç gün zaman geçirip yollarına devam ediyorlar.

        Gideceğinizi öğrendiklerinde ailenizin tepkisi ne oldu?

        Onlara söylemedim gideceğimi. Kararımdan vazgeçiremeyeceklerdi biliyordum ama gitme, etme gibi cümleler duyup motivasyonumun düşmesini istemedim. Anneme, ablam söyledi birkaç ay sonra... Annem de, "Soranlara Çin'e okumaya gitti derim, Kamboçya'da neresiymiş" demiş.

        "ONLARA PARA KAZANMAYI ÖĞRETMELİYİM"

        Dönmeyi düşünüyor musunuz?

        Tatil dışında dönmeyi pek düşünmüyorum. Burada yaptığım proje istediğim gibi giderse başka ülkelere geçip oralarda aşevi açmak istiyorum. Dünyanın neresinde olduğum pek önemli değil.

        Onlara sürekli yardım ederek istemeden kötülük yapıyor olabileceğinizin endişesini duyuyor musunuz?

        Onlara sürekli yemek vererek kötülük edeceğimin farkındayım, onlara para kazanmayı öğretmeliyim. Buraya gelirken doğal sabun nasıl yapılır diye araştırmıştım, kadınlarla birlikte doğal sabun yapıp turistlere satışını planlamıştım ama şimdi işler biraz daha değişti. Daha çok insana istihdam sağlayacak bir projeye başladım. İçinde hem aşevi, hem okul olan bir Kelebek Parkı projem var.

        ÖLÜM TARLALARI'NIN KARŞISINA YAŞAM TARLALARI GELİYOR!

        Nasıl? Ne projesi?

        Aynebilim Aşevi ve Kelebek Parkı. Parktaki inşaatımız başladı. Önce bir dozerle bahçedeki beton kısmı kırdırdık. Dün okul için gerekli inşaat malzemelerini aldık. Köyden 5 kişi çalışacak inşaatta ve bir ayda teslim edecekler. Kelebek Parkı'nın tam karşısında Ölüm Tarlaları var ve günde 1000'e yakın turist geliyor.

        Ölüm Tarlaları, Pol Pot tarafından öldürülenlerin gömüldüğü yer mi?

        Evet. 1975'ten 1979'a kadar Kamboçya'da 2 milyona yakın insan katledildi. O bölge, Pol Pot önderliğindeki Kızıl Kmer rejimi tarafından katledilen insanların kemiklerinin gömüldüğü yer ve Ölüm Tarlaları diye geçiyor. Ben de o bölgenin tam karşısına Yaşam Tarlaları'nı açıyorum; Kelebek Parkı'nı...

        BU ÇOCUKLARIN OKULUNUN PANOSUNDA İSMİNİZ YAZSIN!

        Neler olacak Kelebek Parkı'nda?

        Parkın içinde bir de hobi okulu yapıyorum çocuklara. Burada hem İngilizce öğrenecek, hem spor yapacak, hem enstrüman çalabilecek, hem de resim gibi aktiviteler yapacaklar. Temizliği öğreteceğiz onlara. Köyün yakınlarında hastane, sağlık ocağı gibi yerler yok. Aşevinin içinde bir de sağlık kabini olacak. Türkiye'den bir arkadaşım aracılığıyla Sınır Tanımayan Doktorlar ekibinden biriyle tanıştım. Kelebek Parkı bittiğinde 6 aylığına o gelecek. Sonrasında da yine gönüllü doktorlar bulacağım. Kelebek Parkı ile hem mevcut aşevinin, hem de yeni açılacak aşevlerinin giderlerini karşılayabileceğim.

        Kelebek Parkı'na yardım etmek isteyenler ne yapsın?

        Bir aydır yemekleri başkaları ısmarlıyor, o sırada ben de para biriktirdim ve inşaatın belirli masraflarını karşılıyorum. Kalan kısmı için de bir kampanya başlattık, 7 gün sonra bitecek. Oraya bir kahve, bir sigara parası bağışlayarak okula katkıda bulunabilirler. Bağışlarının karşılığında küçük hediyeler var onlara. Ama isterlerse okulun panosuna isimlerini de yazdırabilirler.

        6 ADAM, 6 AŞK, 65 TARİF

        Aynı zamanda yazarsınız siz. Kaç kitabınız var?

        7 yemek kitabım var önümüzdeki hafta 8'inciye başlayacağım. Aylık yemek kitabı hazırlıyorum. Ramazan'da Ramazan Yemekleri Kitabı çıkacak.

        "Karın Tokluğuna Aşk" diye bir kitabınız var. Hikayesi ne?

        O kitapta sevgililerime yaptığım yemekleri anlattım hikayeleriyle. Kitapta 6 adam, 6 aşk, 65 hikaye var. Her hikayenin içinde bir yemek adı geçiyor ve hikayenin sonunda o yemeğin tarifi yer alıyor. Aşklarımın başlangıcını, ilerlemesini ve bitişini hep yemeklerin dahil olduğu hikayelerle anlattım. Kitap biraz acıktırıyor tabii okurken. Kitap e-kitap olarak mobidik üzerinden satılıyor ve bütün geliri aşevine gidiyor. Yıllarca bir sürü adamın karnını doyurdum bari bana bir faydaları olsun diye hikayeleştirdim ve artık gerçekten ihtiyacı olan kişilerin karnını doyuruyorum satıştan kazandığım parayla.

        BİR YEMEK DE SİZ ISMARLAMAYA NE DERSİNİZ?

        Aşevine destek olmak isteyenler ne yapsın?

        Öncelikle benim insan gücüne ihtiyacım yok burada. İnsan gücüne ihtiyacım olduğunda da bunu köydeki insanlarla halledip onlara para kazandırmak isterim. Destek olmak isteyenler 1 dolar bile bağış yapsalar yeterli bizim için. Damlaya damlaya birikiyor onlar. Yaklaşık 1 aydır günün yemeğini ısmarlamaya başladı insanlar. Ben de onlara teşekkür etmek için çocuklarla yemeği ısmarlayan kişinin adını fotoğraflayıp Facebook sayfamızda paylaşıyorum. Bu biraz etkili oldu, insanlar birbirlerinden şevk alarak yemek ısmarlamaya başladılar.

        Buna da laf edenler olmuştur...

        Oldu! "Sağ elin verdiğini sol el görmez" diyenler oldu. "O zaman sol ele göstermeden siz yapın, söz paylaşmayacağım" dedim, ses yok tabii. İnsanlar sırf konuşmak için konuşuyorlar. Bilmiyorlar ki o fotoğrafı gören başka biri, köye yemek ısmarlıyor ve o insanların karnı doyuyor. Yemek ısmarlamak isteyenler aynsoupkitchen.com'a göz atabilir.

        ZAMAN KAYBETMEDEN SÜPER KAHRAMAN OLUN!

        Herkes süper kahraman olabilir mi isterse? Yoksa süper kahramanlık tam zamanlı bir iş mi olabilir ancak?

        Benim gibi süper kahraman olup bütün hayatlarını değiştirmelerine gerek yok. Sokaktaki kediye su vererek bile süper kahraman olabilirler. Ya da oyuncaklara bakarak iç geçiren bir çocuğa oyuncak alarak. Ayağında ayakkabı olmayan bir çocuğu sevindirerek. Ya da birçok yardım kuruluşu var süper kahraman olmanıza imkan sağlayan. Hatta hemen süper kahraman olmak isterlerse aynsoupkitchen.com'da süper kahraman olma seçenekleri var. Zaman kaybetmeden süperkahraman olabilirler!

        Son soru... Siz nasıl bu kadar yaratıcı ve özgür oldunuz?

        Sanırım sıradanlığı hiç sevmedim. Herkesin şair olup şiirler yazdığı, doğasını, denizini, atlarını fotoğrafladığı Büyükada'da, ben ola ola at boku fotoğrafçısı oldum. Ruhumu yenilemeyi biliyorum, her şeyin geçeceğini, hiçbir acının sonsuza kadar sürmeyeceğini, sabah uyandığımızda yeni günün bize güzellikler getirebileceğini, yeniden sevebileceğimi biliyorum. Başıma kötü bir şey geldiğinde daha kötüsünün de olabileceğini düşünüp olmadığı için şükredebilmeyi, insanların yüzünü güldürmeyi biliyorum. Bu da ruhumu hep taze tutuyor ve sınırsız özgürlük veriyor.

        Bu haftanın Boş Ders'i bitti!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ