Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Tayfun Topal'ın gözünden Cunda...

        Yaz geldi mi ister istemez insan tatil kafasına giriyor ama ne mümkün işlerden fırsat bulup da uzun uzadıya tatil yapabilmek. Anca hafta sonu oldu mu denk gelirse bir yerlere kaçabiliyoruz. Bu aralar şanslıyım, hafta sonlarını boş geçmedim. Geçtiğimiz hafta sonu da soluğu Kuzey Ege’de aldım. Eskiden bilirim, o taraflara gitmek için Bursa ya da Tekirdağ üzerinden aşağı yukarı 7 saatlik yolculuk yapmak gerekirdi. Sonra hızlı feribotlarla bu yol 4 saate indi. Son birkaç yıldır da düzenli uçak seferleri var. Bora Jet bölgede liderliğini ilan etmiş. Çanakkale’den Balıkesir’e, Ayvalık’tan Akçay’a her noktaya ücretsiz servisler koymuşlar. 45 dakikalık uçuştan sonra Kaz Dağları’nı selamlayarak Edremit’e indim. Sonrasında hafta sonumu geçireceğim Cunda’ya doğru hareket ettim. Zeytin ağaçları ile bezeli yarım saatlik yolculuktan sonra kız arkadaşım Ayşe ile Ortunç’a yerleştim..

        DOĞAYA ÂŞIK BİR AİLE

        Cunda’nın Midilli’ye bakan bölümünde yer alan bir otel burası. Doğayı kendilerine değil, kendilerini doğaya uydurmuşlar. Nitekim yerli ve yabancı otoritelerden, kurumlardan aldıkları birçok ödül de bunu kanıtlar nitelikte. Özetle sürdürülebilir turizm konusunda örnek gösterilebilecek bir işletme. Otelin sahibi Orhan Tunç 1960 tarihinde Cunda’ya geliyor. Hani ilk görüşte aşk derler ya işte Orhan Bey de buraya o duygularla yaklaşıyor. 1980 yılında kendisi gibi Devlet Opera ve Balesi’nde sanatçı olan eşi Necla Hanım ile birlikte etrafı çam ve zeytin ağaçlarıyla bezenmiş vadinin denize uzanan kısmında ufak bir işletme kuruyorlar. Burayı herhangi bir yatırımdan ziyade aynı yıl doğan çocukları Onur ve kendileri için yeni bir yaşamın başlangıcı sayıyorlar. Ufacık bir işletmeyken bugün yerli yabancı birçok turistin parmakla gösterdiği bir otel halini alan Ortunç, sadece Cunda’nın değil bence Türkiye’nin de örnek gösterilebilecek yatırımlarından. Kimsenin kimseyi rahatsız etmediği ufak bir koyda doğayla baş başa kaldığınız ve doğal ürünlerle hazırlanan lezzetli yemekler yiyebileceğiniz bir yer. 2010 yılında yenilemeye giden otel için en çok parayı “Aman çevre zarar görmesin” korkusuna gene doğaya harcamışlar. Otelde kullanılan her malzeme çevreyle dost ürünlerden seçilmiş. Kimi zaman yurtdışından getirilmiş yapı malzemeleri. Sonuç olarak her köşesinde ufak bahçelerin olduğu, yeşilin onlarca tonunu görebileceğiniz, 40 odalı butik bir tesis çıkmış ortaya. Yakın zamanda güneş enerjisiyle kendi elektriklerini de üretecekler. Doğa âşığı olan bu aile, Dikili yakınlarındaki çiftliklerinde kendi sebzelerini ve meyvelerini yetiştiriyor. Otellerinde kullandıkları diğer malzemeler ise civar köylerden alınıyor. Orhan Bey, Necla Hanım ve oğulları Onur, patron gibi değil sanki otelin çalışanı gibi her an her şeyle ilgileniyorlar. Ancak şunu çok net ifade edebilirim ki Orhan-Necla çiftinin sanatçı kişiliğini otelin her noktasında hissedebiliyorsunuz. Cunda’ya geldiğim ilk akşam otelin Taraça adındaki restoranında yemek yedim. Sofrada önümüze ne koydularsa hepsi çok lezzetli. Balık desen zaten bol, zeytinyağı, sebze, ot desen Ayvalık menşeli. Et desen keza öyle. Lezzetsiz bir şey olabilmesi mümkün mü? Tabii Şef Ulaş Aslan’ın da hakkını yemeyelim. Nasıl elmas, altın, zümrüt ustasının elinde daha değerli olursa Ulaş Şef yörenin sunduğu bu ürünleri aynı özenle işleyerek buradaki misafirlere sunuyor. Hem sahilde bir yürüyüş yaparım hem de denize bir dalar çıkarım diye erken saatte uyandım.

        ÇİFTLİKTEN SOFRAYA

        sırada beni gören Necla Hanım’ın “Tayfun Bey erkencisiniz ben de çiftliğe gidiyorum katılmak ister misiniz” teklifine doğaya çok meraklı olan kız arkadaşım Ayşe de evet deyince yollara düştük. Bir yerde sebzeler, bir yerde meyve ve zeytin ağaçları, diğer tarafta tavuklar. Her şeyi geçtim çiftlik başlı başına yaşanılası bir yer olmuş. Zaten Necla Hanım da buraya ayrı bir önem veriyor. Çiftliğini anlatırken gözleri ışıldıyor. Zeytin hasadını nasıl yaptıklarını, yağlarını nasıl ürettiklerini bir bir anlatıyor. Bu çiftlikten elde edilen mahsulden üretilen reçeller ve zeytinyağları için Necla adında bir marka yaratmışlar. Satışlardan elde edilen gelirin büyük bir kısmını Ege Çağdaş Eğitim Vakfı’na bağışlıyorlar. Necla Hanım’ı ağzım açık dinledim. Tunç çiftinin burada yaptıkları tek kelimeyle olağanüstü. Ellerimizle topladık kahvaltıda yiyeceğimiz domatesleri, biberleri, çilekleri. Kümeslere girip yumurtaları aldık. Otele dönüp ellerimle topladıklarımı sofralarda görünce ayrı bir keyiflendim. Bölgenin üreticisinden aldıkları en az 6-7 çeşit peynir, zeytinyağı, zeytin çeşitleri, kasap sucuğu, Kazdağı’ndaki kovanlardan gelen bal, kendi yaptıkları reçeller, hamur işleri de cabası. Benim gibi kahvaltı delisi bir insan böyle bir sofrada mutlu olmaz mı? Güzel bir kahvaltıdan sonra saat 3- 4 gibi adanın diğer tarafına, Cunda’nın merkezine geçtim. Birbirini kesen taş sokaklarda eski Rum evleri dokusunu kaybetmeden günümüze kadar gelmiş. Açık hava müzesi gibi. Cunda aynı zamanda kültür merkezi konumunda. Bir bölümü harap şekilde olsa da adanın farklı yerlerinde tarihi birçok kilise ve manastır mevcut. Ancak gerek mimarisiyle gerekse içinde bulunan freskleriyle ün yapmış Taksiyarhis Kilisesi en meşhur olanı. Rahmi Koç kiliseyi onarıp müze olarak Cunda’ya kazandırmış. Ufak bir Cunda turundan sonra meşhur Taş Kahve’de oturdum. Cunda’da uğramadan gidilmeyecek noktalardan biri.

        CUNDA MEZE KONUSUNDA ÇOK ZENGİN

        1927’den beri mübadele ile Girit’ten gelen aile işletiyor. Cunda ile özleşen, başka yerde rastlayamayacağınız bir lezzet de Girit leblebisi. Adından da belli olduğu gibi Cunda’ya Girit Adası’ndan gelmiş bu leblebi. Bildiğiniz leblebiden farklı olarak daha sert ve iri. Kendine has bir tadı var. Kumun içinde kavrularak yapılıyor. Taş Kahve’nin arkasında yer alan kuruyemişçiden temin edebiliyorsunuz. Cunda dokusuyla, tarihiyle ve doğasıyla insanları kendine çekmenin yanında, balık ve deniz ürünleri dedin mi Türkiye’nin merkezlerinden bir tanesi. Özellikle papalina demek Cunda demek. Mevsimi temmuz olan papalina, bildiğimiz hamsinin biraz küçüğü. Tavasının tadına doyum olmaz. Çerez gibi, ye yiyebildiğin kadar. Kuzey Ege balığın bol ve lezzetli olduğu bir coğrafya. Bir de dünyaca ünlü zeytinyağını ve ot çeşitliliğini ekledin mi meze konusunda Cunda alıp başını gidiyor. Dolayısıyla limandan itibaren birbiri ardına sıralanmış birçok balıkçı var. Biz de güneş düşmeye başlarken Taş Kahve’den kalkıp 20 metre ilerindeki Bay Nihat’ta aldık soluğu.

        CUNDA’NIN ALAMETİFARİKASI

        Bay Nihat sadece bir balıkçı değil adanın alametifarikası aynı zamanda. Nihat Bekit 1978’de ilk kez kapıyı açıp içeri girmiş, o gün bugündür aynı heyecanla titizlikle işini yapıyor. Daha 3-5 yaşlarındayken dükkâna ayak basan Nihat Bekit’in çocukları Volkan ve Mustafa burada büyümüşler. Şimdi iki kardeş işin başında ama zannetmeyin biri kasada biri başka köşede. Her ikisi de serviste. Nihat Bekit ise köşeme çekilip emekliliğin tadını çıkarayım demekten çok uzak. Hâlâ her gün gelip restoranda neler oluyor diye kontrolde. Güneş batmadan hem keyif yapayım hem de kolay yer bulayım diyerekten saat 7 gibi geçtim oturdum masaya. Sonra Volkan geldi birlikte içeriye mezeleri seçmeye gittik. Dolapta envai çeşit meze, sabahtan hazırlanmış, tablo gibi dizilmiş. Sadece otla yapılan 15 çeşit meze var. Buna deniz ürünlerini, peynirleri ve kızartmaları da ekledin mi mezelerin sayısı 60’ı geçiyor. Kabuklularda ise yalan yok Türkiye standartlarının üstündeler. Bir kere konumları itibarıyla aklınıza gelebilecek her şeye ulaşabiliyorlar. Zira Ayvalık ve Cunda deniz canlıları florası açısından tam bir cennet. Hal böyle olunca Bay Nihat’a bu zenginliği işlemek kalıyor. Meze dolabının karşısında ne istediğime karar vermeye çalıştım ama nafile, işin içinden çıkamadım. Sonunda sağ olsun imdadıma Volkan yetişti. “Ben ayarlayacağım bir şeyler Tayfun, sen keyfine bak” dedi. İyi ki de öyle dedi çünkü insan büyüleniyor bu manzara karşısında. Neyse yerime geçtim önce ortaya karışık bir salata geldi. Diğer ürünleri beklemeden bir parça kızarmış ekmek alarak güzelce bandım yağına. Evvela soğuklar geldi masaya.

        LEZZET HARİKASI MEZELER

        Rum lakerda, Girit ezme, mevsimidir diyerek zeytinyağlı iç bakla ve enginar aldım. Arkasından kabak çiçeği dolması ve otlar gelmeye başladı; istifno, deniz börülcesi, sirpen otu, yabani semizotu ile yapılmış nar salatası ve yoğurtlu semizotu ezme. Tabağıma Ayvalık’ın meşhur kelle peynirinden aldım, manzaranın ve önümdekilerin keyfini çıkarmaya başladım. Ara sıcaklara geçtiğimde ise safran soslu sübye paça, deniz fasulyesi ile yapılan sıcak ot, yoğurt soslu dilbalığı, kalamar tava, baby ahtapot tandır, kabuklulardan da viski soslu aquades ve fırında peynirli kidonya geldi sofraya. Bu kadar yedikten sonra balığa yer kalmaz diye düşünüyordum ama artık havasından mıdır bilinmez bir de lipsos kavurma alarak yemek faslını tamamladım. O akşam masaya mekânın şeflerinden İbrahim baktı. Namı diğer Yörük İbrahim. 25 yıldır buradaymış. Yemek boyunca ağzıma attığım her lokmada lezzet vardı. Sofraya gelen her şey bölgenin kendi ürünü. Balıklar günlüğü geçtim, saatlik. Sabah tekneden çıkan balık daha canlıyken mostradaki yerini alıyor. Kimi zaman Volkan ve ağabeyi Mustafa birlikte balığa çıkıyorlar. Tezgâha koydukları balıkları kendileri tutuyorlar. Doğanın sunduklarını ustaca işleyen ve 37 yıldır işlerinin başından bir dakika ayrılmayan Bekit Ailesi böylece Cunda’nın ünü sınırları aşan balıkçısı oluyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ