Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Bu hafta ne okusak?

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        Bir fotoğrafçı ve bir transseksüel birey; Kahraman ve Orkide... Yılbaşı gecesi bir kapalı otoparkta karşılaşan daha doğrusu “çarpışan” iki ruh. Birbirlerinden çok farklı oldukları için çarpışmanın şiddeti de haliyle her biri için farklı oluyor. İzledikçe ve tanıdıkça ikisini de seviyoruz. Kahraman bence korkuları ve tedirginlikleriyle olduğumuz, Orkide ise enerjisi, cesareti ve parıltısıyla kalbimizin en derininde olmak istediğimiz kişi.

        Kalbe işleyen, zihne çakılan diyaloglarla örülü bu oyunun kalıcı bir metne dönüşmesinden dolayı mutluyum. Oyunun yazarı Kemal Hamamcıoğlu’na “Garaj”ı niçin kitaplaştırdığını sordum, “Orkide’lerin sesi daha gür duyulsun diye” dedi. Eh, madem öyle, bari bir isteğimi daha ileteyim... İlk günden itibaren “Garaj”ın Christopher Isherwood uyarlaması “Cabaret” ve Truman Capote uyarlaması “Tiffany’de Kahvaltı” türünden harika bir film olabileceğini hissediyorum. Meğer bu konuda teklifler geliyormuş. “Karşı tarafın heyecanına, tutkusuna inanırsam, niçin olmasın?” diyor Kemal Hamamcıoğlu.

        Orkide’nin ve Kahraman’ın, yani sessiz azınlıkların sesi olan yazarla Artemis Yayınları’ndan çıkan “Garaj”ı konuştuk.

        “Garaj” niçin bu kadar çok sevildi?

        Karanlığına sahip çıkan iki insanı anlatan ve hikâyesi klişelerle dolu olan “Garaj”, sanırım karanlığın derinliğini seyirciye kırık bir tebessümle hatırlattığı için sevildi. Karanlık iyidir; kir tutar.

        Orkide ile Kahraman nasıl karakterler?

        Köpeğimi her sabah Beşiktaş’ın çiçeksiz apartmanları arasındaki çocuk parkına götürüyorum. Geçen hafta 3-4 yaşlarındaki torunuyla bir dede geldi. Torunu köpeğimi sevmek istedi, dedeyse onu alıp parktan gitmemi. Orası çocuk parkıymış, torunu köpekten korkuyormuş... Yalan! O sırada torunu gülerek köpeğimin peşinde koşuyordu. Dede aksileşince dayanamayıp “Köpeklerden değil, insanlardan kork!” diye bağırdım. O da torununu da aldı ve kaçtı. Park da böylece bana, köpeğime ve bir kutunun yanında oynayan yavru kedilere kaldı. Sorunuza dönersem; işte Orkide ile Kahraman inatla o parkta kalmayı seçenlerden. Çocukken onları köpek ısırmış olsa bile köpeklerden korkmuyorlar. Dedeleriyse hiç olmadı.

        “Birini sevdiğin zaman şehrin nüfusu 1’e iner...” Seyirciye sanırım İstanbul’un epey zamandır her iki anlamda da çok çok kalabalık olduğunu hatırlattı “Garaj”...

        An kalmadı İstanbul’da; anısız kaldı aşkı arayışlar. Keşke sevmeye cesaret edebilenlerin yolu o garajda kesişse ve aşk olsa! Ya da işte bilemedin yan yana dursalar, hiç konuşmadan ayrılsalar sonra... Kendiliğinden bir anı kalsa geriye. Öylesine, olduğu kadar...

        “Dinlememek kalbi köreltiyor” diye yazmışsınız, bu yüzden mi herkes yalnız ve mutsuz?

        Dinlememekten değil o, her anını teşhir etmekten. Bir de “canım”, “dostum” kelimelerinin fazlalığından. “Seni çok seviyorum dostum”, “İyi ki varsın canım”ların ortalıkta fütursuzca dönmesinden, ilişkilerin gündelik çıkarlar üzerine kurulmasından, her şey olmaya çalışıp hiçbir şey olamamaktan... Yoksa yalnız ve mutsuz olmak kıymetlidir. Pencere kenarında içilen her sigaranın bir hikâyesi olduğunu ancak o zaman anlar insan.

        Çok düşüp inatla ayağa kalktığınız o 1.5 yıldan söz ettiğinizde, Orkide’yle benzeştiğinizi düşündüm.

        Gerçi öyle bakınca ben de benziyorum Orkide’ye, birçoğumuz benziyoruz... Ben yürümesini bilmiyorum, düşmem ondan. Orkide’yse yüksek topuklarıyla sapasağlam yürüyor. Sadece yürürken bir yandan da kendini ifade etmeye çalışmaktan bıkmış. “Anlaşılmayı bir kenara bırakalım, ben sevmesini iyi bilirim, bunu konuşalım” diyor. Sevmekten konuşsak ya!

        SPİRİTÜEL

        C.G. Jung’un günlük formunda kaleme aldığı ve elleriyle resimlediği “Kırmızı Kitap”ın hikâyesi ilginç: Jung, 1913’te patlamak üzere olan kaosun, yani Birinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle ağır depresyon geçirmiş, kendi kendini tedavi ettikten sonra da oturup bu kitabı yazmış. İçinde, Jung’un bilinçdışını aydınlatmak için çekildiği inzivalar, uyguladığı ritüeller ve gördüğü çılgın rüyalar var. Birkaç yıl öncesine kadar varlığı bir efsane olan, fasiküller halinde elden ele dağıtılan ve ancak 2009’da yayınlanabilen “Kırmızı Kitap” nihayet Türkçe’de. 20’nci yüzyılın bu en kendine özgü şahsiyetini daha yakından tanımak; arketip, kolektif bilinçdışı, persona, anima, animus gibi kavramlardan oluşan temel kuramının nasıl ortaya çıktığını bizzat onun kaleminden okumak isteyenlere tavsiye ederim.

        ROMAN

        Dünya Elena Ferrante’yi konuşuyor. Gerçek adını ve yüzünü ısrarla gizleyen Ferrante’ye sayısız ödül ve şöhret kazandıran ise, bir kenar mahallede yetişen iki genç kızın çekişmeler, kıskançlıklar ve sırlarla örülü dostluklarını, zorluklarla geçen büyüme ve varoluş serüvenlerini anlattığı “Napoli Romanları” serisi. Dört kitaplık serinin ilki Everest Yayınları’ndan çıktı. Lenù ile Lila’nın maceralarını anlatan “Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım”, 1950’lerde yoksul bir mahallede başlayan duyarlı, komik ve öfkeli bir roman. Yazarın kimliğini hâlâ gizlemesine gelince, New Yorker Dergisi eleştirmeni James Wood’a göre Ferrante ona hayatını bir eş ve anne olarak sürdürdüğünü ve bir kitabın basıldıktan sonra artık yazarına ihtiyaç duymadığına inandığını belirten bir e-mail göndermiş.

        ÖYKÜ

        Türkiye’nin siyasetle yoğrulduğu bugünlere nasıl geldiğimize Boğaz’ın dip sularından balıklarımızın gözüyle bakmanın tam zamanı... Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan “Boğaziçi’nde Balık”ta okuru hem zaman içi hem zamandışı yolculuklara çıkaran “balıksırtı” öyküler yer alıyor... Gündüz Vassaf’ın yazdığı “Boğaziçi’nde Balık”, Boğaz’ı ve Boğaz’ın sularında yaşayan balıkları baş kahramanı seçerken tarihten, mitolojiden beslenen, insanoğlunun fethetme hırsını hicveden şiirli, bilimkurgusal, gerçeküstü öyküler ve bu öykülere eşlik eden resimlerle okuru gerçekle düş sınırında capcanlı bir yolculuğa çıkarıyor. Resimler arasında Komet, Balkan Naci İslimyeli, Argun Okumuşoğlu ve Mehmet Güleryüz’ün bu kitaba özel yaptığı desenler de yer alıyor. Ve tabii gravürler, elyazmaları, Osmanlı minyatürleri, Bizans mozaikleri...

        BOYAMA

        Sanskritçe “Çember ve merkez” anlamına gelen mandala, en genel haliyle evrenin bütününü ifade ediyor ve onunla kurduğumuz ilişkiyi canlandırıyor. Tibetli Budistler mandalalarını renkli kumlarla yapar, tamamladıklarında da onu tek bir nefesle dağıtırlarmış. Her şeyin gelip geçici olduğunu ve dünya malının dünyada kalacağını hatırlatan bir eylem... Günümüzdeyse mandalalar meditasyon sırasında ya da hayal kurarken destek işlevi görüyor. Ayrıca mandala çizmek ve boyamak, odaklanmayı sağlayarak nefes alıp vermeyi düzenliyor, zihne hücum eden olumsuz düşünce dalgalarını kırıyor. Doğan Novus’tan çıkan “Mandala: Yetişkinler İçin Boyama Kitabı”nda Sophie Leblanc’ın çizdiği mandala desenleri yer alıyor. Size düşen boya kalemlerini elinize alıp rahatlamak ve yaratıcılığın hazzını keşfetmek...

        DİZİ

        Kürtçe edebiyatın Sarı Kitaplar’ı

        Ayrıntı Yayınları, Sarı Kitaplar adlı yeni bir diziye başladı. Kürt yazarların çeşitli dillerde yazdıkları eserleri Kürtçe ve Türkçe olarak yayınlıyorlar. Dizinin, “Bir coğrafyanın ruhunu, insanını en iyi sanatı ve edebiyatı anlatır” diyen editörü Yavuz Ekinci’ye Sarı Kitaplar’ı soruyorum. “Okur yüzyıllardır devam eden bir meselenin edebiyattaki değişik izdüşümlerini görecek, bu sebeple hepsi çoktan çevrilmesi gereken kitaplardı” diye cevaplıyor. İşte anlattıkları...

        Kürtçe edebiyatı bu memlekette neredeyse hiç tanımıyoruz. Öte yandan Kürtçe yıllarca yok sayıldı, yasaklı kaldı ama edebiyatı kesintisiz devam etti. Bilhassa Güney Kürdistan’da, Rojava’da ve Kafkas Kürtleri arasında...

        Sarı Kitaplar’ı çıkarma amacımız, Kürt olup çeşitli sebeplerle dünyanın birçok yerine dağılmış, dilinden sürgün edilmiş ama yaşadığı ülkenin dilinde başarılı eserler vermiş Kürt yazarların eserlerini yayınlamak. Bunu yaparken yayınlayacağımız kitabın bir iyi edebiyat ürünü olup olmadığına bakıyoruz.

        İlk olarak Rojavalı Selîm Berekat’ı yayınladık. Şiirlerini, romanlarını ve öykülerini Arapça yazan Berekat da sürgün görmüş biri. Mahmud Derviş’le çok yakın arkadaşlar, Beyrut’ta gazete çıkarmışlar. Ayrıca ressam. Eserlerinde Rojava’daki insanların ruh hallerini, parçalanmışlığını, devletsiz oluşlarını işliyor. Sonra çok önemli bir yazar olan Sherko Fatah’ın Almanca yazdığı “Sınırlar Ülkesinde” adlı kitabını yayınladık. Mallarmé Şiir Ödülü dahil çok sayıda ödül kazanan Şeyhmus Dağtekin’in Fransızca yazdığı “A la Source, la Nuit” ve Cemil Turan’ın Yunanca yazdığı “Kurdun Gözü” de çevriliyor. Ermenice, İngilizce, Farsça, Rusça, Yunanca ve daha başka birçok dilden çeviriler yapmayı sürdüreceğiz.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ