Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Amerikan rüyası nasıl kâbusa dönüştü?

        Anıl EMRE / HT PAZAR

        2013 Boston Maratonu bombalı saldırısının hayatta kalan sanığı, Çeçen asıllı Dzhokhar Tsarnaev geçen ay idam cezasına çarptırıldı. Peki 2002’de ABD’ye göç eden Tsarnaev kardeşler, neden Amerikan rüyasını değil de terörü seçti?

        Geçen ay tüm dünyanın uzun süredir takip ettiği bir davada karar verildi. ABD’de 11 Eylül’den bu yana düzenlenmiş en büyük terör saldırısı kabul edilen, 2013 Boston Maratonu bombalı saldırısına dair yargılamada, saldırgan iki kardeşten hayatta kalan Dzhokhar Tsarnaev idam cezasına çarptırıldı. 2 yıl süren davada saldırının her boyutu tartışıldı ancak Çeçen asıllı, biri 9 diğeri ise 16 yaşındayken Amerika’ya göç etmiş 2 kardeşin; normal bir Amerikan hayatı sürerken, böyle bir saldırıyı düzenleyecek kadar radikalleşmelerine giden süreç hâlâ net değil. İşte bu iki kardeşin Amerika’ya gelişlerinden terörizme kayışlarına kadarki sürecin ve sonrasının hikâyesi...

        SUÇ MAKİNELERİ

        Her Nisan ayının 3. Pazartesi kutlanan Vatanseverler Günü, 2013 yılında 15 Nisan gününe denk gelmişti. Boston sokakları her zamanki gibi kalabalıktı ve günün en önemli aktivitesi olan maraton tüm hızıyla sürüyordu. Saat 14:49’da, maratonun bitiş çizgisinin hemen yanında bir bomba infılak etti. Koşu parkurunun sonlandığı ünlü Copley Meydanı’nı kan gölüne çeviren patlamanın paniğiyle insanlar etrafa kaçışırken 190 metre ötede ikinci bir bomba patladı. 3 kişi hemen orada ölecek, 264 kişi yaralanacak, bunlardan 17 tanesi en az bir kol veya bacağını kaybedecekti. Kalabalıkta pek çok aile de bulunduğu için zarar görenlerin ciddi bir kısmı da küçük yaşta çocuklar olacaktı. Özellikle bir aile trajedilerin en büyüğünü yaşayacaktı. Richard ailesi saldırıda 8 yaşındaki oğulları Martin’i kaybedecek, 7 yaşındaki kızları Jane ise bir bacağını kaybedecekti.

        Hikayeyi biraz ileri saralım. Çocukluğundan beri polis memuru olma hayalleri kuran 27 yaşındaki Sean Collier, 2012 yılından beri dünyanın en iyi üniversitelerinden Boston’daki MIT’de kampüs polisi olarak görev yapıyordu. Hayallerinin gerçekleşmesine çok az kalmıştı, birkaç gün sonra Boston polis teşkilatına katılacaktı. 18 Nisan günü, mesaisinin bitimine 45 dakika kala, saat 10:30 civarı 2 kişi, arabanın camına arkadan gizlice yaklaşarak Collier’in üzerine ateş açtılar. Hayalini kurduğu hayata birkaç gün kala, silahını almak isteyen saldırganlar tarafından 3 kez vücudundan 2 kez de kafasından vurularak öldürülmüştü.

        Yaklaşık 1 saat sonra Cambridge’deki bir benzin istasyonundan polise telefon geldi. Danny isimli bir Çinli, arabasını kullanırken iki kişi tarafından silah zoruyla alıkonulmuş ve kullanmaya devam etmesi söylenmişti. Kendisine silahı doğrultan kişi kendini ‘Müslüman bir Amerikalı’ olarak tanımlıyor, Boston maratonundaki bombaları patlatmakla övünüyor ve hedeflerinde New York’un olduğundan bahsediyordu. Benzin almak için durduklarında Danny kaçmayı başarmıştı. Gece 1 civarında Watertown mahallesinde arabayla dolaşırken kıstırıldılar. Önce polise patlayıcı maddelerle saldırdılar, sonra biri arabadan inerek ateş etmeye başladı. Şarjörü bittikten sonra kaçmaya çalışırken 2 polis memuru üzerine atladılar. Yerdeki bu boğuşma sürerken, diğer şüpheli arabanın direksiyonuna geçerek kaldırımdaki üçlünün üzerine sürdü. Polisler kurtulurken suç ortağı arabanın altında kaldı ve birkaç metre sürüklendi. Hastaneye kaldırılacak ve orada ölecekti. Kaldırımda son anlarını yaşarken diğer şüpheli izini kaybettirmeyi başardı, ancak artık kimliği belliydi ve bulunması için Amerikan tarihindeki en geniş insan avlarından biri başlatılmıştı. Maratondaki bombalı saldırının, MIT kampüsündeki polis cinayetinin ve araba hırsızlığının arkasındaki isimler aynıydı. Tıpkı hayatlarını kararttıkları Martin kardeşler gibi, katiller de iki kardeştiler, üstelik büyük olan katlettikleri polis memuru ile yaşıttı. 27 yaşındaki Tamerlan Tsarnaev ve 20 yaşındaki Dzhokhar Tsarnaev, Amerikan rüyasını aramak için geldikleri ülkede, bir Amerikan kabusunun baş aktörleri haline geldiler.

        FİŞEKTEN KORKAN BOMBACI

        Tamerlan ve Dzhokhar’ın anneleri Zübeyde, Dağıstan doğumlu bir Avardı. 1985 yılında Çeçen asıllı Anzor Tsarnaev’le tanışıp kısa süre sonra evlendiler. Ait oldukları toprakların göçebe kültüründen midir bilinmez, taşındıkları hiçbir yerde uzun süre kalamıyorlardı. İlk çocukları olan oğulları Tamerlan, 1986 yılında Dağıstan’ın kuzey komşusu olan Kalmukya’da bir çiftlikte dünyaya geldi. Tamerlan’dan sonra Bella ve Ailina isimli 2 kız çocuk sahibi olan çift, 1993 yılında Çeçenistan’da yaşarken Dzhokhar’ı dünyaya getirdiler.

        19 yıl sonra ABD’nin en kalabalık şehirlerinden birinde yüzlerce kişiyi havaya uçurmak için bomba hazırlayacak olan Tamerlan, ilkokul yıllarında havai fişeklerden korkmaktaydı. Kırgızistan’a taşınmalarına rağmen, Çeçenistan’da Sovyet uçaklarının rastgele bıraktığı bombaların etkisinden hala kurtulamamıştı. Tamerlan’ın üzerine titreyen ailesi, şehrin en iyi okulunda okuyabilmesi için evlerini satıp şehir merkezine taşınmışlardı. Ancak Zübeyde daha fazlasını istiyordu. Bu ‘daha fazlası’ kendini Amerika olarak gösterecekti. Anzor’un 3 kardeşi de Amerika kıtasının yolunu tutmuştu. Tsarnaev’ler geleceklerinin Amerika’da olduğuna ikna olmuşlardı.

        RÜYAYA YELKEN AÇMAK

        2002 yılında önce Zübeyde, Anzor ve Dzhokhar Boston’a gittiler. Sığınma hakkı aldıktan sonra 2003 yılında Tamerlan ve kızları da yanlarına aldılar ve Boston şehrinin Harvard, MIT gibi dünyanın en iyi üniversitelerine ev sahipliği yapmasıyla bilinen Cambridge bölgesinde mütevazı bir evde yaşamaya başladılar.

        Amerika’ya 9 yaşında gelen Dzhokhar kısa sürede İngilizce öğrenmiş ve yaşam tarzına ayak uydurmuştu. Girişkenliğinden ötürü arkadaş edinmekte zorluk çekmiyordu. Tamerlan’ın ise bu yeni hayata uyum sağlaması daha zordu. 16 yaşında Amerika’ya gelen Tamerlan şu ana kadar 7 şehir ve sayısız okul değiştirmişti. Ailesi kendisinin bu yeni ülkede tutunmasını sağlayacak bir formül düşünürken, akıllarına boks geldi. Kafkaslardan ABD’ye göç eden birçok ailede olduğu gibi, Anzor da Tamerlan’ı boks konusunda yetiştirmeye başladı. Tamerlan doğuştan yetenekli bir dövüşçüydü. Kazandığı bir maçtan sonra yerel bir gazeteye verdiği röportajda; “Amerika’yı sevdiğini ve bu ülke adına olimpiyatlara katılmak istediğini” söylemişti. Ancak henüz Amerikan vatandaşı olmadığı için ülke çapındaki müsabakalara katılamıyordu. 2009 yılında sevgilisi Nadine’i dövdüğü için gözaltına alınınca vatandaşlık edinme süreci riske girdi. Sığındığı tek uğraş boks olan Tamerlan’ın kariyerinde yükselebilmesi oldukça zor görünüyordu.

        RADİKALLEŞMENİN İZLERİ

        2009 yılından itibaren, özgürlükler ülkesinde beklediğini bulamamanın getirdiği hayal kırıklığının da etkisiyle kendisini dine verdi. Birçok batılı Müslüman gencin ‘cihadçı’ya dönüşme sürecinde olduğu gibi, internetteki dezenformasyon Tamerlan’ın da radikalleşme sürecinin tohumlarını ekmişti. Düzenli bir işi ve pek arkadaşı olmadığı için internette çok fazla vakit geçiriyordu. Şiddeti öven dini vaizleri takip ediyor, komplo teorileriyle dolu videolar izliyordu. Beyni yıkanmaya başlamıştı. Ancak 2012 yılında Rus pasaportunu yenilemek için annesinin ülkesi olan Dağıstan’a yaptığı seyahat onu derinden etkileyecekti.

        Tamerlan’ın anne tarafından akrabaları, Dağıstan’ın, İslamcı gençler ile polis arasındaki kanlı çatışmalara sahne olan başkenti Makaçkala yakınlarında yaşıyordu. Bu akrabalardan Magomed Kartaşov, kendilerine ‘Adiller Birliği’ adını veren İslami bir gençlik grubunun başındaydı. 7 ay burada kalan Tamerlan, grubun üyeleriyle İslam dini üzerine, Amerika’nın ve Rusya’nın İslam’a karşı takındıkları tutum üzerine uzun sohbetlerde bulunmuş. Makaçkala’ya giderek Kartaşov’la konuşan ünlü Rus gazeteci Masha Gessen’in edindiği izlenime göre bu süre boyunca Tamerlan sohbet etmek dışında birşey yapmamış. Ancak 2012 yılının Temmuz ayında Amerika’ya dönen Tamerlan artık tamamen değişmiş biriydi. Vaktinin tamamını Skype üzerinden Dağıstan’daki arkadaşlarıyla konuşarak geçiren Tamerlan, ABD vatandaşlığı için yaptığı başvuruda adını, Dağıstan’da 2009 yılında öldürülen bir ‘mücahitin’ anısına Muaz olarak değiştirmek istemişti. Düzenli gitmeye başladığı camide olay çıkarıyor, imamın Şükran Günü gibi milli bayramlarla ilgili ılımlı sözlerine bile, İslam dininde yerleri olmadığı gerekçesiyle bağırarak karşı çıkıyordu. 2 kez camiden zorla dışarı çıkartılmıştı. Radikalleşmenin alarm zilleri çalmaya başlamıştı.

        “BOMBA YAPMAYI BİLİYORUM”

        Dzhokhar’daki radikalleşmenin nasıl başladığını kimse tam olarak kestirememişti. Öğrenim hayatı boyunca notları fena sayılmazdı, arkadaşları tarafından da seviliyordu.2011’de üniversiteye girerek kampüse taşınmıştı. Son derece sakin bir çocuk olan Dzhokhar’ın din ile ilişkisi abisine göre çok daha kısıtlıydı. Oruç tutsa da, kendisini cami ortamına yabancı hissettiğini anlatırdı. Zaten vaktinin çoğunu esrar içerek ve video oyunu oynayarak geçiriyordu, fanatik bir köktendinci profiline pek uyduğu söylenemezdi. Amerikan hayat tarzına ayak uydurmakta her ne kadar abisiyle kıyaslanmayacak kadar başarılı olsa da, birçok göçmen gibi kimlik bunalımları yaşıyordu. Amerika’da kendisini parlak bir geleceğin beklediğine dair pek umut taşımıyordu, yaşadığı ülkeye karşı bilenmişti. Saldırıdan yaklaşık 1 yıl önce sosyal medyada yaptığı paylaşımda “ABD’de 10 yılım doldu, artık çıkmak istiyorum” yazmıştı.

        Ne zaman başladığı bilinmemekle birlikte, belli ki tüm bu bunalımları içerisinde, dini hassasiyetleri ve yaşadığı ülkeye karşı duyduğu tepkinin de etkisiyle abisinin radikal ve şiddet içerikli söylemlerine kapılmaya başlamıştı. Saldırıdan 1 ay önce üniversitedeki 2 arkadaşına nasıl bomba yapılacağını bildiğini söyledi. Kuran’a göre uğruna güç kullanarak savaşılacak şeyler olduğunu anlatmaya başlamıştı. Radikalleşse de bunu belli etmiyor, saldırı sonrasında gösterdiği soğukkanlılığı, öncesinde de gösteriyordu. Adeta çifte bir yaşam sürüyor gibiydi. Ot içmeyi bırakmıştı ancak satmaya devam ediyordu. Suriye’deki vahşetle ilgili ‘Suriye çağırıyor, cevap vereceğiz’ türü sloganlar içeren paylaşımlar yaptığı sosyal medyada, kızlardan üniversitenin zorluklarına kadar her konuda fikir beyan etmekten de geri kalmıyordu.

        “AMA CANIM ACIYABİLİR”

        Polis memuru Sean Collier’in öldürdükleri Perşembe gecesini Cuma’ya bağlayan saatlerde Watertown mahallesindeki çatışmada Tamerlan ölmüş, Dzhokhar ise kaçmayı başarmıştı. Tamerlan’ın kimlik tespitinden sonra FBI diğer şüphelinin Dzhokhar olduğunu basınla da paylaşarak şehri adeta abluka altına aldı. Öğlen saatlerinde bir Watertown sakininden polise telefon geldi. Arka bahçesindeki teknede kan izleri görmüştü ve içinde biri olduğundan şüpheleniyordu. SWAT ekipleri gelerek etrafının sarıldığını, tekneden inmesini söylediklerinde, Dzhokhar’ın yanıtı; “Ama canım acıyabilir” oldu.

        Saklandığı teknenin iç duvarına yazdığı itiraf niteliğindeki metinde, saldırıları gerçekleştirmelerinin sebebini, “Amerika’nın masum sivilleri öldürmesi” olarak gösteriyordu ve “bunun cezasız kalmasına göz yumamayacağını” söylüyordu. “Şehit olmak istediğini” belirttiği yazıda, masum insanları öldürmekten hoşlanmasa da, normalde bunun İslam dininde yasak olduğunu ancak bazı durumlarda (yazının bu kısmı okunur halde değildi) buna izin verildiğini yazmıştı. Benzer kaderi paylaştığı birçok genç gibi İslam’ın özüyle ilgisi olmayan, çarpık bir din yorumuyla beyni yıkanmıştı.

        “EVET, O YAPTI”

        2 yıl süren ve yüzlerce tanığın dinlendiği bir dava sonucunda 2015 yılının Nisan ayında, bombalı saldırılara ve MIT kampüsü polis memuru Sean Collier’in öldürülmesine dair yargılandığı tüm eylemlerden suçlu buldu. 15 Mayıs tarihinde ise cezasının, avukatlarının almasına uğraştığı ömür boyu hapis değil, idam olmasına karar verildi. Karar temyize götürüldü ve bu aşamanın da yıllar sürebileceği belirtiliyor. Ancak temyizden de farklı bir sonuç çıkması pek olası değil.

        Hukuk ekibinin “evet, o yaptı” diyerek başladıkları savunma, Dzhokhar’ın bombalı saldırıdaki rolünü inkar etmiyor, ancak kendi hür iradesiyle değil, abisi Tamerlan’ın yoğun etkisi ve psikolojik baskısı altında hareket ettiği ve pişman olduğu argümanına dayanıyordu. Savunma jüri tarafından kabul görmedi. Düzenlediği bombalı saldırından sadece 20 dakika sonra bir süpermarketten gayet rahat tavırlarla süt alırken güvenlik kamerasına takılmıştı. Saldırıdan sonra 2 gün boyunca hayatına hiçbirşey olmamış gibi devam eden, video oyunlarıyla vakit geçiren, hatta saldırı kurbanlarıyla alay eden tweetler atan biri ne kadar etki altında kalmış ya da ne kadar pişman olabilirdi ki? 3 kişinin ölümünden pişmanlık duyan biri, 2 gün sonra suçsuz bir polis memurunu silahını almak için öldürebilir miydi? Ayrıca durdurulmasalar New York şehrinde de büyük bir katliam yapmayı planlıyorlardı.

        İki kardeşin bu denli kanlı saldırılar düzenleyecek noktaya nasıl geldikleri hala tam olarak bilinmiyor. Davanın da ışık tutamadığı bu soruların yanıtları muhtemelen asla bulunamayacak. Tamerlan’ın Dağıstan’a gittiğinde oradaki arkadaşları tarafından radikalleştirilip, ABD’ye döndükten sonra da internet üzerinden beyninin yıkandığı şu anda en yaygın kabul gören senaryo. Ortada, Tamerlan’ın yoldan çıkmış bir FBI muhbiri olmasından, şizofren olduğu iddialarına kadar birçok komplo teorisi de dolaşıyor. Tüm bu ihtimallerde yine Dzhokhar’ın nasıl abisine katılmaya karar verdiği tam olarak açıklanamıyor. Şu bir gerçek ki nasıl radikalleşmiş olurlarsa olsunlar, ailelerinin Amerikan rüyasını hediye edebilmek için büyük zorluklarla bu ülkeye getirdikleri kardeşler, bu rüyayı yakalamak için daha çok çabalamak yerine birçok Amerikalının hayatını kabusa çevirme yolunu seçtiler. Bu seçimleri birinin ölümüne neden oldu, diğeri ise idam edilse de edilmese de hayatının geri kalan günlerini dört duvar arasında geçirecek. Temsil ettiği değerlere saldırmak istedikleri Boston Maratonu ne durumda derseniz, saldırıdan sonra 117 yıllık tarihinde görülmemiş rekor düzeyde katılım sayılarına ulaştı. Teröre karşı dayanışma ruhunu sembolize etmesi için ‘Boston Strong’ (Güçlü Boston) adı verilen maratonu önceki yıllarda izlemeye gelenlerin sayısı yüz binlerle ifade edilirken bu yıl Amerika’nın her yerinden gelen 1 milyondan fazla insan katıldı.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ