Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi 3 ülke 3 şehir

        Elif KEY - Gülenay BÖREKÇİ - Jerry GUO / HT CUMARTESİ

        5 ADIMDA NEW YORK

        Planlarınız, hayalleriniz arasında bir gün New York’a gelmek varsa, kitaplardan filmlerden başlayın. Önce Breakfast at Tiffany’s, sonra Woody Allen’ın kendine New York’u dekor ettiği filmler, sonra belki CSI NY, Sex and the City ve üstüne Birdman diye devam edersiniz. Havaalanından şehre doğru yaklaşırken, “Uzun zaman önce tanışmıştık sanki” diyeceksiniz. Kültürlerimizin farkından yaşamayacağımız hayatların filmlerini, dizilerini çekip seyrediyoruz, buranın senaryosu dekoru biraz farklı, yaşadığından çok uzaklaşmıyor. New York’ta bir film karesindeymiş gibi yaşamak için atlanılmaması gereken bazı duraklar var.

        Bir durağınız Chinatown olsun. Tabelalar Çinceye döndüğü anda, bilin ki doğru geldiniz. Çok kalabalık evet, ama hiç mi haftasonu alışveriş merkezine gitmediniz? Bu mahallede 200’e yakın restoran var, Çin yemeklerini ucuza yemeden önce, sokak marketlerinde karton kutuların içinde duran ve hayatınızda görmediğiniz yemişlere uzatmadan önce sorun, “Bu yenir mi?” Size Çince ya da gülerek “No, No” diyeceklerdir. Chinatown’dan yürüyerek önce Little Italy sonra da Soho’ya varacaksınız. Yazın metroya binmeyin, çünkü şehrin sıcağından etkilenmeyen tek şey metrolardaki fareler, üzgünüm bilim adamları, yaptığınız o kadar testin bir intikamı elbet olacaktı!

        Vakit kaybetmeden Grand Central’a atın kendinizi. NY’nin meşhur tren garının loş ışığında ne instagram’lar yaparsınız artık. Buradan F treni ve York Street’te inin. “Neredesiniz” diye sorarlarsa, Dumbo’ya gidiyorum dersiniz. Manhattan’ı lego şehir gibi karşı kıyıdan görmek için daha şahane bir yer yok. 1900’lerin başından beri duran atlıkarıncaya binmek isterseniz biraz sıra bekleyeceksiniz ki New York zaten yedi gün 24 saat sıra bekliyor!

        Central Park

        Central Park Bunlardan elbette en garantisi! Ufak bir örtü, iki tane krem peynirli bagel, birer soğuk kahve. 1859’dan bu yana şehrin göbeğinde duran bu park, evet yapay, toprağı da kayalıkları da taşıma, gölleri de suni. Yıllık ortalama ziyaretçi sayısı 40 milyon. Parkın bütçesi 58 milyon dolar. Eni 800 metre, boyu 4 kilometre. Parkta 120 farklı bitki büyüyor. 26 bin ağaç var. Çocukluysanız parkta 21 oyun parkı, parka dağılmış 55 heykel, aralarında Mozart da var Kolomb da. Ve “Şöyle bir efkar bastı, dur bir tane sigara yakayım” derseniz, hiç yakmayın, sigara içmek yasak!

        YUNAN ADALARINDA NE YAPMALI?

        Korfu, Girit, Santorini, Mikonos, Rodos, Skiathos... Yunan Adaları’na gitmekten bahsedildiğinde, aklınıza birkaç günde bitirilecek sakin ve olaysız bir tur gelmesin. Zira Ege Denizi’nde 3 bin Yunan adası var. Gerçi bunların sadece 130’unda bildiğimiz anlamda bir yerleşim bulunuyor ve onlar da zaten dünyanın en güzel yaz tatili rotalarından bir kısmını oluşturuyor. Bütün yapmanız gereken tam olarak ne istediğinize karar vermek ve buna uygun seçenekleri belirlemek. Tekneyle seyahat imkânınız varsa, üzerinde yerleşim bulunmayan “ıssız” adaları da keşfedebilirsiniz. Tabii aktör Johnny Depp ve benzeri ultra-şöhretlerin satın aldığı özel adalara öyle kolay çıkamıyorsunuz ama siz de 3 bin ada içinde ille de onları görmek için ısrar etmeyin artık. Leonard Cohen’in adası Hydra ya da Anthony Quinn’in adası Rodos şöhretlere bir biçimde yakın olma ihtiyacınızı giderebilir. Tamam, Quinn’in hayatta olmadığını biliyorum ama Rodos yine de en çok onun adıyla anılıyor.

        En uygun zamanı merak ediyorsanız, nisan başından ekim sonuna kadar gidebilirsiniz. Girit ve Rodos’a daha geç gidebilirsiniz, burada hava kışın bile ılık. Ama Korfu ya da Meryl Streep’li “Mamma Mia” filminin çekildiği ve kendinizi Karayip Denizi’nde hissetmenizi sağlayacak kadar güzel bir yer olan Skiathos’a gidecekseniz elinizi çabuk tutmalısınız. Mayıs-haziran arası oldukça ucuz. Temmuz-ağustos biraz pahalı ama eylülden sonra fiyatlar iyice düşüyor.

        Küçük küçük adalarda tatile ayrı bir renk katacak ‘büyük’ püf noktaları

        Leonard Cohen’in Hydra’sında tarihi eser pek yok. Buraya yalnızca dinlenmek ve eğlenmek, denizin, güneşin tadını çıkarıp müthiş lezzetler tatmak için gidilir.

        Volkanik Santorini Adası, dünyanın en romantik yerlerinden biri. Şehre yüksekten bakabileceğiniz tepelerdeki manzara inanılmaz. Gün batımı ve beyaz, kırmızı, hatta siyan kumlarla kaplı volkanik sahiller de öyle...

        Rodos’ta sadece tabiat değil, olağanüstü bir tarihi doku da var. Ortaçağ’dan kalma surlar, şatolar, üzeri fresklerle kaplı kiliseler, Osmanlı dönemine ait camiler ve minareler çok güzel. Antik Lindos Köyü ise parke taşları ve beyaz evleriyle adeta bir sanat eseri gibi.

        Mikonos bir zamanlar yoksul görünümlü bir yermiş, fakat onu değerli kılan da bu olmuş ve 1960’larda keşfedildiğinde burası Avrupa boheminin bir numaralı tercihi haline gelmiş. Bugün o sade halinden, daha doğrusu ıssızlığından eser yok. En ışıltılı ve gösterişli adalardan biri...

        Avrupa’nın en güzel plajlarından biri Kefalonya’daki Myrthos Plajı akıllara durgunluk veren görünümü ve nefes kesen berraklıktaki turkuvaz suları sayesinde bugüne kadar sayısız ödül kazandı. Bahsettiğim şöyle bir güzellik: Nerede durursanız durun, arkanızda dik sıradağlar ve ormanlar, önünüzse sonsuz mavilik...

        Girit’e gittiğinizde Samaria Gorge’da uzun bir yürüyüş yapmanızı öneririm. 10 mil uzunluğundaki bu kanyon, Avrupa’nın belki de en uzun kanyonu. Sivri tepeleri ve çam ormanlarıyla adeta fotoğrafçıların gözbebeği.

        GÜNEYİN CAZİBESİ

        Güney Amerika lüks butik oteller, tatil köyleri ve villa inşa edenler için yeni bir cazibe merkezine dönüştü. Brezilya’ya son seyahatlerimde rastladığım en az 6-7 yeni villa ve tasarım oteli burada misafirperverliğin sınıf atladığının en net göstergelerinden.

        Rio de Janeiro’da geleneksel Copacabana Plajı yerine Santa Teresa’daki Relais & Châteaux adlı otele gittim. Ekim 2008’de butik otel açılmadan yıllar önce burası kahve tarlasıydı. Bölgenin bu tarihi yapısı otelin tasarımına da ilham verdi, zira tasarımda koyu renk tropik ahşap, hindistancevizi lifi ve eski Brezilya’yı andıran heykeller dikkat çekiyor.

        Şaşırtıcı şekilde iyi bir hizmet sunan Santa Teresa belki de son ziyaret ettiğim yerin tam zıttı bir yapıya sahip. Avrupa merkezli turizm şirketi LaCure’un plaj üzerine kurulu 3 bin metrekarelik modern villası Rio’dan otomobille 2 saat uzaklıkta. Villada 4 kişilik 1 ekip hizmet veriyor. 2 şef, 1 uşak ve 1 barmen. Kapının önünde bir tane kumsal arabası var. İlk bakışta gereksiz gibi görünse de elinizin altında bir tane olduğunda aslında ne kadar gerekli bir araç olduğunu anlıyorsunuz.

        5 yıl önce bu tür villa tasarımları Güney Amerika’da tuhaf karşılanırdı. Fakat artık böyle görülmüyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ