Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Sosyal medyanın arka sokaklarında neler oluyor?

        Gülenay BÖREKÇİ / HT CUMARTESİ

        Oyuncu ve yazar Halil İbrahim Irklı, birkaç yıl önce “Bu Sonu Mutlu Biten Hikâyelerden Biri Değil” başlıklı bir oyun metni yazdı ve seçici kurulu Ayşenil Şamlıoğlu, Sibel Arslan Yeşilay ve Tilbe Saran’dan oluşan AltFest 13 Yarışması’nı kazandı. Ardından arkadaşı Merve İleri’yle tiyatrON’u kurup oyununu sahnelemeye başladı. Hikâye burada bitmedi. Artemis Yayınları’dan Ilgın Sönmez, oyunu romana dönüştürmesini teklif etti. Halil İbrahim de zihnindeki tonlarca “ama’’ya, “ya yapamazsam’’a rağmen, teklifi kabul etti. Böylece ortaya şimdi elimde tuttuğum kitap çıktı.

        15 yaşında bir karakterin ağzından yazılan ve sonunu en baştan söyleme cüretkârlığını gösteren roman, J.D. Salinger’ın “Catcher in the Rye”ı ile “Harold & Maude” arası bir yerde duruyor. Tek fark, gaddar bir 21. yüzyıl dokunuşu taşıması ve içinde yaşadığımız sosyal medya çağını kıyasıya eleştirmesi.

        Romanın ilham kaynağı 15 yaşındaki Amanda M. Todd’u hatırlayanlar olacaktır: Facebook üzerinde tanışıp beraber olduğu biri, Amanda’nın çıplak fotoğraflarını sosyal medyaya yaymış, paniğe kapılan genç kız da intihar etmeyi seçmiş, dahası bunu Youtube’a yükleyerek tüm dünyaya izletmişti. Bu olay, çoktan unutulup gitmiş bir sosyal medya trajedisiydi.

        “Yazmasaydım, herkes gibi ben de unutacaktım” diyor Halil İbrahim. “Artık aklımdan hiç çıkmayacak. Üstelik bir sürü kişi de hatırlayacak.” Röportaja buradan başlıyoruz...

        Amanda M. Todd’un öyküsü niçin ilgini çekti?

        Düşünün; genç bir kız elindeki küçük kâğıtlarla hayatını anlatıyor. Tüm dünyaya meydan okurcasına... Kendini ifade ediş biçimi benim için derinden etkileyiciydi. Bu videoyu birçokları kurmaca bir senaryo gibi izledi ama 9 dakika bittiğinde, o kız artık hayatta değildi. Bunu düşünmek beni hâlâ çok rahatsız ediyor.

        OYUNCULUKLA YAZARLIK BENZİYOR MU?

        Sert virajlarda ilerliyor roman. Bu “u” dönüşleri yazar olarak sana ne sağladı?

        Karakterim çok yalnız. Kimileri “seçtiği yalnızlık” diyebilir ama ben itildiği yalnızlık olarak görüyorum. O “sert virajlarda” onunla epey zaman geçirmem gerekti. Bunlar, onun seçimlerini, çaresizliğini, pişmanlığını -o buna pişmanlık demiyor ama ben diyorumokuyucuya izletmem için iyi bir yol oldular.

        Karakteri erkek yaptın ve sahnede canlandırdın. Oyunculuk da yazarlık da kendini karakterin yerine koymayı gerektiriyor dersem yanlış olur mu?

        Kesinlikle doğru olur! Bana konservatuvarda oyunculukla ilgili şu öğretildi: En güçlü silahın empati. Yazarlıkta da bundan faydalanıyorum. Araştırma ve gözlem ikisi için de çok önemli ama işin olmazsa olmazı gerçekten de karakterin gibi düşünmeye çalışmak.

        Başka ne benzerlikler var?

        İşçilik. Programlı çalışmak! “Esin perilerimi bekleyeyim, gelirlerse yazarım, oynarım” diye bir şey yok.

        Romanın bir sosyal medya eleştirisi. Korkutucu buluyor musun sosyal medyayı?

        Çoğu zaman, evet. İstismar, taciz gibi konulardan bahsetmiyorum. “Her şey çok ortada” gibi bir korku da değil, çünkü ben de seviyorum paylaşmayı. Yaratılan sanal kimlik, “o”ymuş davranılması ürkütüyor beni. Bazıları kendini öyle kaptırıyor ki adeta kayboluyor. “Hadi kızlar çay saati” diyerek çay ve kek fotoğrafları paylaşanları hiç gördünüz mü? Resmen kalakalıyorum.

        Yine de bence sosyal medyayla hayat çok da başka şeyler değil. Hayatta da maskeler takıp yalan söyleyen, “mış” gibi yapanlar var. Fark ne?

        Fark şurada başlıyor. Kişinin hayatı ve seçtiği sosyal medya kimliği çoğu zaman örtüşmüyor. İnsanlarla oralarda sürekli iletişim kuran ama yüz yüzeyken tek kelime edemeyen birkaç kişiyle tanıştığımda yanlarında korkunç gerilmiştim. Sosyal medyanın insanı yalnızlaştırıp asosyalleştirdiği de bir gerçek.

        Romanındaki dil, bilhassa cinsellikle ilgili bölümlerde epeyce cesur. Bunu önemli buldum. Çünkü hayatta herkesin bildiği, kullandığı kelimelerin edebiyatta yeri olmaması, daha doğrusu yeri yok gibi davranılması bana açıkçası çok saçma geliyor. Sen ne dersin?

        Ben de anlamıyorum. Ticari bir sansür olabilir mi acaba? Kitapla ilgili aldığım geri dönüşlerin çoğu “ama’lı, “biraz cesur”lu oluyor, sanki bu kötü bir şeymiş gibi. Halbuki kendimizi düşünelim; özellikle karakterimin yaşındayken, cinsellik hayatımızın en önemli şeylerinden değil miydi? Açıkçası ben gerçek hayatla bağını koparmamış oyunları, romanları seviyorum.

        NELER OKUYOR?

        “Tam bir 19. yüzyıl Rus edebiyatı fan’ıyım. Sylvia Plath’i de çok seviyorum. Kitapta o da geçiyor kısaca zaten. Sevdiklerim arasında Milan Kundera ve Paul Auster da var.”

        BU HAFTA NE OKUSAK?

        Roman, öykü, felsefe, anı... Haftanın öne çıkan kitaplarından seçtiklerimiz

        ANI

        Sophie 21 yaşında kansere yakalanır. Bir yıl kemoterapi ve radyoterapi görecektir. Olanlarla başa çıkabilmek için hem korku ve ıstıraplarını hem de sevdikleriyle yaşadığı keyifli anları yazmaya karar verir. Bir şey daha vardır... Saçları döküldüğünde kendini dişiliği ve yaşam sevinci elinden alınmış hisseder. Neyse ki perukları vardır. Takacağı peruğu o gün nasıl hissettiğine bakarak seçer ve her gün başka bir kişiye dönüşür. Sophie Van Der Stap’in sıra dışı ama gerçek hikâyesini anlattığı kitabı “Dokuz Peruklu Kız”, Pegasus Yayınları’ndan çıktı.

        FELSEFE

        “Her gün tek kuruş harcamadan yaptığınız bazı işlerin hayatınızı güzelleştireceğinize inanın. Sizi hayatın koşuşturmasında savrulmaktan kurtaracak bu basit zevkler, biraz yavaşlayıp hayatınızın her anını hissederek yaşamanıza yardımcı olacak. Bazen yalnızca çayın demlenmesini beklemeniz gerektiğini öğrenecek, melankolinin bile tadını çıkarabileceğinizi göreceksiniz.”

        İngiltere’nin iki “uzman” aylağı Tom Hodgkinson ve Dan Kieran’ın yazdığı “Aylak Zevkler Kitabı” Maya Kitap’tan çıktı. İkili okuru inceden inceye kendini şımartmaya yönlendiriyor.

        ÖYKÜ

        “İki Genç Kız” ve “Hatırla Sevgili”den tanıdığımız oyuncu Feride Çetin’in masalsı ama acılı öyküleri “Duyulur Dünyanın Şakası” adıyla İletişim Yayınları’ndan çıktı. Okumak için sabırsızlandığım kitabın arka kapağında öyküler şu kısa cümlelerle özetlenmiş: “Perviz’in İngilizcesi olsaydı Al Pacino aç kalırdı. Kiraz’ın doğum günü 50 yıl önce yaşanan bir katliama denk geldi. Yeser Ali, bir yıl içinde bir kahramanlık hikâyesi yazmalıydı. Bir çocuk, Flash Gordon’un Mars’tan gelmesini bekliyordu. Petyaların bahçesindeki cadı ağacında köstebek yuvası vardı. Nevvare’ye gün geldi, gökten nur indi.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ