Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Venedik’te kırmızı halıda annemleydik’

        Gizem Sevinç SELVİ/ GAZETE HABERTÜRK- PAZAR

        Röportaja gideceğimi duyan herkes “Berkay mı, ay o çocuk bir harika” diye kendinden geçti. Çok mu yakışıklıydı, çok mu yetenekli ya da çok mu nazikti? Herhalde hepsi, bir de mütevazı! Derin derin bakıyor, hayatla bir derdi var. Babasını erken yaşta kaybetmiş, annesi ve ablasıyla büyümüş. Hayatı dibine kadar yaşayanlardan... Geçen haftanın olayı, Venedik Film Festivali’nden ‘Jüri Özel Ödülü’ dahil 3 ödülle dönen ‘Abluka’nın depresif Ahmet’i Berkay Ateş’le tanışın.

        ■ Nasıldı Venedik?

        Venedik Film Festivali’ne kabul edilmek başlı başına çok güzel zaten. Ana yarışmada, Alfonso Cuaron, Nuri Bilge Ceylan gibi önemli isimler tarafından değerlendirilmek inanılmaz. Festival ortamı da müthişti, basın gösterimi ve gala sonrası aldığımız övgüler bizi çok sevindirdi. Ödülle dönmek de son nokta tabii.

        ■ Bu filmin kariyerindeki yeri ne olacak sence?

        Benim asıl konservatuar sonrası bir tiyatro kariyerim var, Tiyatro D22’yi kurduk. 3 yıldır tiyatro yapıyorum. Abluka ilk sinema filmim. Hem Emin Alper’le çalışmak hem de böyle bir filmde başrol oynamak kariyerim açısından büyük şans. Şanslı ve değerli hissediyorum yani.

        İlk sinema filminle en iyi erkek oyuncu adayı oldun...

        Evet, ağabeyimi oynayan Mehmet Özgür’le birlikte adaydık. Dünyaca ünlü oyuncularla yarıştık, muazzam bir duygu.

        Nasıl bir karakter Ahmet?

        Karısı tarafından terk edilmiş. Belediyede bir iş buluyor ve bir köpekle hayata tutunmaya çalışıyor. Filmin içinde değişen bir yapısı var karakterin. Ama çok asosyal, bir evin içinde tek başına geçiriyor tüm vaktini. Ahmet çok değerli bir çocuk.

        NURİ BİLGE CEYLAN’DAN ÖVGÜ

        Filmi ilk ne zaman izledin?

        Venedik’te Sala Grande’de izledik ilk kez. Alfonso Cuaron’dan, Nuri Bilge Ceylan’dan övgüler almak benim için çok mühimdi.

        Nasıl hazırlandın filme?

        En büyük şansım Emin Alper’le iyi bir prova dönemi geçirmek oldu. Başta gerçekten gergindim; senaryodan çok etkilendim, karakter çok iyi yazılmış. Ahmet herkesin oynamak isteyeceği bir karakter. Sinema zaten bambaşka bir dünya. Ama Emin Abi’nin hikâyeye hâkimiyeti, Mehmet Özgür’le prova yapma şansı derken harika bir hazırlık dönemi geçirdik. Şivesinden duygusuna, kelime kelime prova yapınca sete çok hâkim ve kararlı girebildik. Sette de özgürdük.

        Ahmet, belediyede bir köpek timinde çalışıyor. Filmde köpekle çok fazla sahnen var. Nasıldı bir köpekle oynamak? Zorladı mı seni?

        Johnny, gerçek adı Şanslı. Gerçekten zordu onunla oynamak, bu kadarını tahmin etmiyordum çünkü köpek siz istediğiniz zaman oynamıyor. Bir anda donup boş gözlerle size bakabiliyor. O zaman da haliyle bütün set duruyor. Ama zor olmasının yanında büyük imkân ve alan da sağladı. Beklemediğiniz tepkiler veriyor ve anında ona göre reaksiyon gösteriyorsunuz, oyun değişiyor. Onun için de çok zordu tabii ama izleyince çok rahatladım.

        Filmin hikâyesi nedir?

        Birbirini yıllarca görmemiş iki kardeşin hikâyesi. Çok uzun bir aradan sonra görüşen bir ağabey-kardeş, arada müthiş bir mesafe var ama kardeş olmanın getirdiği bir bağlılık da var. Benim karakterim Ahmet daha mesafeli. Kadir ise sevgisini daha kolay gösteriyor, ilişkiyi sıcak tutma çabası var. Ahmet daha kapalı, yalnızlığına gömülen, asosyal bir tip.

        ‘AHMET BANA ÇOK BENZİYOR’

        Sana benziyor mu?

        Hem de çok. Ahmet’i o yüzden çok sevdim galiba. Biraz izole; kimseyle yakınlık kuramıyor, hep mesafeli. Ama bazen dipten hissedilen duygular vardır ya, yan yana durur insanlar ama kendi aralarında çok derin bir yaşanmışlık vardır. İzleyenlerin bunu görebileceğini düşünüyorum.

        Kardeşin var mı?

        Ablam var, yakında dayı olacağım hatta.

        Harikaymış, ilişkiniz nasıl?

        7 yaş var aramızda ama arkadaş gibiyiz çok uzun zamandır. Bir noktadan sonra yaş farkı kapanıyor.

        Zaman yok, mekân yok ama yoğun bir politik şiddet ortamı da var filmde. İçinde bulunduğumuz dönemi nasıl değerlendiriyorsun?

        Film bence çok doğru öngörülerde bulunuyor. Bugün bu ülkede yaşadıklarımıza paralel bir hikâye izleyecek seyirci. Tabii ki işin içinde kişisel bir hikâye ve estetik bir dil var. Biz de şu an bir tür politik şiddet ortamında yaşıyoruz. Belki İstanbul’da fiziksel şiddete maruz kalmıyoruz ama bu kadar acı haber de büyük bir psikolojik şiddet demek aslında. Her türlü şiddet had safhada; kadına şiddet de, doğaya, hayvana, insana şiddet de doruğa çıkmış durumda.

        Derdimiz ne sence?

        Birbirimiz anlayamamak, hiç empati kuramamak, dinlemeye ve yeni bir fikre tahammül edememek. Ve maalesef cehalet. Bu yüzden yazdığım oyunlarda ya da içinde bulunduğum projelerde insana dair hikâyeler bulmak benim için çok önemli. Bu film de bu şiddet ortamını ve insanları gerçekçi bir biçimde ortaya koyuyor.

        '3 YIL MATEMATİK OKUYUP BIRAKTIM'

        Nasıl bir ailede büyüdün?

        Tipik bir Türk ailesiydik aslında ama 12 yaşımda babamı kaybettim. Sonrasında annem, ablam ve ben zorlu bir süreç geçirdik.

        Oyunculuk hikâyesi nasıl başladı?

        Sonradan karar verdim, matematikçiydim aslında. Üniversitede 3 yıl matematik okudum, aklımda oyunculuk falan yoktu. Son yıl Semaver Kumpanya’da, Dot’ta asistanlığa, oyunculuğa başlamıştım artık. Sonra Slovenya’da bir tiyatro eğitimi kazanınca karar verdim, “Oyuncu olacağım” dedim. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin sınavına girdim; 21 yaş sınırı var, tam da 21’dim o yıl. Kazanınca bıraktım ve konservatuvara devam ettim.

        Birçok insan için büyük cesaret. Ailen ne dedi?

        Hep destek oldular. Annem ve ablamın anlayışı ve bana inanmaları çok değerli. Çünkü hiç kolay değil bir üniversiteyi bırakmak.

        Hele bu kadar idealize edilen bir bölümü bırakmak...

        Üstüne de bu kadar idealize edilmeyen bir okulu okumak... Benim için de ailem için de rahat alınmış bir karar olmadı.

        ‘SEVİLMEYİ SEVİYORUM’

        “İyi ki yapmışım” diyor musun?

        Yüzde yüz. Annem bizimle Venedik’te kırmızı halıdaydı!

        Harikaymış!

        Anne ve ablayla büyümüşsün, kadınlarla aran nasıl? Başta zordu. Ama sonradan bunun çok faydasını gördüm, empati duyabiliyorum onlara. Ablamın tüm genç kızlığına tanık oldum. Eskiden böyle düşünmüyordum ama galiba sonradan avantaja dönüştü bu durum. Tabii burada romantikliğimin getirdiği bir avantaj da var. (Gülüyor.)

        Sevgi arsızı erkeklerden misin?

        Sevgi arsızı olmasam da sevilmeyi seviyorum.

        En uzun ilişkin ne kadar sürdü?

        3 yıl.

        Hiç terk edildin mi?

        Tabii canım, başımızdan geçen şeyler oldu. (Gülüyor.)

        Korkuların var mıdır?

        Var tabii ki. Umutla birlikte edindiğim gelecek korkuları var. Mesleki anlamda da bir hayat kurmak anlamında da hep bir tedirginlik vardır üzerimde. Tabii bu umutsuz olduğum anlamına gelmiyor. Umutlu ve mücadeleciyimdir.

        Nasıl çalışıyorsun?

        Kendine karşı acımasız olduğun olur mu? Tabii ki. Özellikle mesleki anlamda çok zorlarım. Bir şeye inandıysam gözüm başka bir şey görmez. Olması için tüm vaktimi, aklımı, enerjimi ona harcıyorum. Bunun işe yaradığını da düşünüyorum.

        'TİYATRO MU? EMİN MİSİNİZ?'

        Bu devirde küçük bir tiyatro kurup ayakta tutmaya çalışmak fazla romantik değil mi?

        Bir o kadar gerçekçi. Bizim mesleğimiz bu; oyunculuk eğitimi aldık, tiyatro yapıp hikâyelerimizi anlatmak istiyoruz. Aynı zamanda oyun da yazıyorum, çıkan 3 oyunun 2’sini ben kaleme aldım. Hikâyelerimizi en özgür biçimde anlatabileceğimiz yer ancak kendi tiyatromuz olabilirdi. Biz de Hamursuz Fırını’nı tiyatro haline getirdik ve devam ediyoruz. Tabii tiyatro kurarken kimse size umutlu gözlerle bakmıyor, “Emin misiniz?” diyen çok oldu. Ama ortada oyunlarıyla, etkinlikleriyle, atölyeleriyle 2 yaşını doldurmuş bir tiyatro var. Evet, çok zor ama bu şartlara rağmen tiyatro yapabilmek önemli olan.

        Neden zor?

        Her şeyden önce maddi olarak hiçbir desteğimiz yok. Sadece bilet satışıyla ayakta duruyorsunuz. Yani evet, bu şartlarda tiyatro yapmak romantik ama bir o kadar gerçekçi. Bizler bu hikâyeleri anlattıkça hayatta kalabiliriz.

        25’te “Delik deşik bir gecede; kaset, balık, mum, ayna, kundak ve nazarın gölgesinde en temizi yağan kardı” gibi lafların var. Hayata karşı da romantik misin bu kadar?

        Tabii ki. 25 şu anki Kürt meselesiyle ilgili bir hikâye. O dönem barış süreci konuşuluyordu, bugün çok daha gerçeğe büründü her şey. Sonuç olarak ben bir romantiğim galiba.

        Burcun ne?

        Kova’nın son, Balık’ın ilk günü gibi bir şey.

        Bent’te eşcinsel bir playboy’u oynamıştın. Zorladı mı seni?

        Zorladı tabii. Mezun olurken bana “İlk oyununda Nazi kampında bir eşcinseli oynayacaksın” deselerdi “Yok artık” derdim. Biz hep eşcinselleri ne kadar anladığımızı, empati kurduğumuzu konuşup dururuz ya, realite hiç öyle değil. Cinsiyet ayrımcılığı çok fazla. Max karakteri gerçekten zordu. Meltem Cumbul’la çalışmamın çok faydası oldu, çok iyi bir prova süreci geçirdik. Artık çok daha rahatım.

        Perdede yapmaktan utanacağın bir şey var mı?

        Yok, filmde de olmadı. Herhalde bundan sonra da olmaz. Tabii senaryonun anlamı ve değerine de bağlı.

        Birkaç işi bir arada yapmak zorlamıyor mu seni?

        Sinema, tiyatro, yazarlık, yönetmek... Zorlamaz olur mu? Çekimler sırasında da çok zor oldu idare etmek ama çok şükür kendi mesleğimi yapıyorum, bazen şikâyet etsem de sonunda mutluluk veriyor

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ