Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Ölmeden kızımla karşılıklı oynamak istiyorum’

        Ekin TÜRKANTOS/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Usta oyuncu Zihni Göktay, 52 yıllık meslek yaşamında sayısız ödüle layık görüldü kuşkusuz. Geçtiğimiz hafta da Türkiye Yaşlılık Konseyi Derneği’nin (TÜRYAK) 60 yaşın üzerindeki toplumun takdirini kazanmış kişilere verdiği “Örnek Kıdemli Vatandaş” ödülünü aldı. Dile kolay, 28 yıl Lüküs Hayat Opereti’nde oynaması başta ona bu ödülü getirdi belki ancak bu aslında onun örnek vatandaşlığının çok küçük bir bölümü. Kâğıtları son satırına kadar kullanarak ormanları koruduğunu söyleyen Göktay, pilini, çöpünü ayrıştırıyor günlük hayatında ve az tüketmeye çalışıyor. Oyunlarında olduğu gibi çok tüketenlere de inceden dokunduruyor usta oyuncu. Göktay ile hayatın her alanında örnek vatandaş olmanın önemini, meslek hayatını, iyi insan olmayı ve ailesini konuştuk.

        ■ “Örnek Kıdemli Vatandaş” ödülü... Bu sanki başarılarınızın bir mükafatı gibi...

        Evet, hepsinin sentezi. Yaşama sevinci içinde ve üretken olmak önemli. 65 yaşımda emekli oldum. 2 ay sonra 70’e basacağım. Emeklilikte “balkonda oturup ölümünü beklemek” diye bir şey var bizde. Bazıları geçim sıkıntısından çalışmak zorunda. Bende öyle bir şey yok. Çocukları evlendirdim, evim var, hanımın kullandığı lüks olmayan mütevazı bir otomobilimiz, Ayvalık’ta yazlığımız ve karavanımız var. Ama ben boş oturmaktan sıkılan bir insanım. Gözümde sarı nokta zafiyeti var, günde 15 sayfa kitap ve günlük gazetelerimi okurum, yürüyüşümü yaparım. Uyku seven biri de değilim. 52 senedir sahnenin üstündeyim. Sanki kullanıldıktan sonra buruşturulup çöp sepetine atılan kâğıt gibi hissediyor insan kendini. O yüzden çalışmadığımda kimyam bozuluyor. Anılmak için bir yerlerde iz bırakmak lazım.

        ■ Sizin iz bıraktığınız onlarca oyun, film var zaten...

        Konservatuvarda okumadım, halk evinden eğitim alıp profesyonel oldum. 52 senedir 82 oyun, 22 film, 35 reklam filmi, 1000’den fazla radyo oyunu ve sayısız yerli, yabancı dublajım oldu. Radyo skeçleri tarihe karıştı, televizyon dizileri var. Son olaylarla halkımız zaten karamsar; dizilerin başına da kara ekleniyor. “Kara Bela”, “Kara Para Aşk”, “Kara Ekmek”, “Karagül” olunca tutuyor. Aile dizisi tutmuyor.

        ■ Evet dizi isimleri de moda gibi birbirinden etkileniyor...

        Bağdat Caddesi’nde biraz yürüyün İngilizce öğrenirsiniz, bir tane Türk mağazasına rastlayamazsınız. Benim milliyetçiliğim bu konuda var. Geleneksel Türk tiyatrosunu savunuyorum, kendi yazarlarımızı korumak zorundayız. Royal Academy’de bir Türk yazara rastlayamazsınız. Demek ki biz kültür ihraç edememişiz. “Keşanlı Ali Destanı” Makedonya ve Çekoslovakya’da oynamıştı ama örneklerin çoğalması lazım. Böyle de iz bırakmak gerek. Sağ olsunlar, bize ödül layık gördüler. Ödüllerimizi koyacak yer yok artık.

        ■ İngiliz oyuncu Kate Winslet de bir röportajında “The Reader” filmiyle kazandığı Oscar Ödülü’nü evinin tuvaletinde sakladığını açıkladı. “Acaba egoyu sıfırlamak için mi yapılıyor” diye tartışıldı hatta...

        Çok güzel bir yorum. Evine ziyaretçisi fazla olanlar böyle yapabilir. Sosyal hayatımda çok gezdiğim için tuvaletlerde biblolar görüyorum. Egoyu sıfırlamak için üstün bir zekâ, tebrik ederim. Bir ödül de onun için vermek gerekir. Burada böyle bir şey yapsanız “Hakaret mi ediyor?” denilir. Artık bir tiyatro müzemiz olmalı. Ödüllerimizi ve belgelerimizi saklamalıyız. Mesela Cemal Reşit Rey’in birçok bestesi kayıtlı değil. Evlerimizde de öyleyiz, atınca rahatlıyoruz.

        ■ Çok biriktirmek de iyi değil tabii ama sizin bahsettiğiniz önemli belgeler elbette saklanacak...

        2. Dünya Savaşı’ndan sonra, okula gittiğimiz defter ve kalemlerimizi sonuna kadar kullanırdık. Kalem küçücük kalınca en büyük mucit Türk, ona bir çözüm buldu ve kalem uzatma kamışları çıktı. O bende hâlâ durur. Bunların müzeye kaldırılması lazım. Karım tiyatrocu değil, muhasebeden emekli, ben ölünce ne olacak? Ama neyse ki bende öyle bir endişe yok çünkü kızım şehir tiyatrosunda aktris, oğlum da müzisyen.

        ■ İyi insan olmak trend haline geldi. Oysa zaten olması gereken şey değil midir bu?

        Hakem Deniz Çoban istifasını sundu, herkes etkilendi. Aylan bebek öldü, dünya ayağa kalktı. İyi insanları alkışlıyoruz artık. Soylu davrandı hakem. İlla Aylan’ın ölmesi mi gerekiyordu? “Çok namuslu adam, hiç çalmaz” diyorlar. Zaten normali o. Ben bana verilen senaryoların, onlar bir tomar A4 kâğıdı ya, arkasını çevirir, müsvette kâğıdı yaparak Türkiye’nin ormanını korurum. Pillerimi, atık yağlarımı, gazetelerimi ayrıştırırım. Örnek vatandaş olmak böyle bir şey.

        ‘SÜVEYŞ KANALI’NDAYIM’

        ■ İşi bitmiş senaryoların not kâğıdı olması iyi bir şeymiş. Çok senaryo geliyor mu?

        Bakın size ne anlatacağım... Telefonumun hiç çalmadığı bir dönemdi. Beni Kanada’ya mı yerleşti zannettiler, “Öldü” mü dediler; tövbe estağfurullah, herkes dizilerde oynuyor, benim telefonum hiç çalmıyor. Lazım değil miyim ben? Yeteneksiz de değilim. Bir beyefendi beni sokakta çevirdi, “Sizi göremiyoruz Zihni Bey, hangi kanaldasınız?” dedi. Ben de asabım bozulmuş “Süveyş Kanalı’ndayım” dedim. “Valla beyefendi telefonum hiç çalmıyor” demeye utandım da “Senaryoları beğenmiyorum. Mankenle, türkücüyle de oynamak istemiyorum” dedim. Vay kardeşim, Allah’ın sopası yok, 10 gün geçmedi bir telefon Türker İnanoğlu’ndan... “Cennet Mahallesi’ne seni uygun gördük, oynar mısın?” Oynadım tabii, karşımda da Çağla Şıkel ve Alişan... Başımdan ekmek, tuz çevirip “Allah’ım beni affet” dedim. Onlardan da özür diledim.

        '40 YAŞINDA TAKSİTLE BİSİKLETİM OLDU, DOĞALGAZ ÇUKURUNA UÇTUM'

        ■ Hiç ukde kalan şeyler oldu mu?

        Hediye olarak şanssız bir insanım, sünnetimde dahi bana bir 3 tekerlekli bisiklet gelmedi. 40 yaşımda taksitle bir bisiklet aldım ama doğalgaz çukuruna uçtum. 16 tane dikiş atıldı. Bisiklete doya doya binemedim. Balık tutmaya meraklıyım, küçük bir sandalım olsun istedim, olmadı. Alacak param olduğunda ise eşim müsaade etmedi. “Denizde oyun olmaz, sen çok yüzme bilen bir adam değilsin. Oltanı kıyıdan at” dedi. Cunda’daki karavan kampımızda da benim açılmama müsaade etmez, “Enine yüz” der. 16 yaşında kol saatim oldu. Bazı şeyleri geç edindim. Ama sanatta istediğim her şeye ulaştım. Ve oynadığım roller hep uzun soluklu oldu.

        ■ Bir oyunu uzun yıllar oynamak, bu istikrar nasıl bir şey?

        Doğaçlamaya yatkın bir sanatçıyım. Sanatı politikadan soyutlayamayız. Edep dairesinde, zülfiyâre dokunmadan, fincancı katırlarını ürkütmeden, hakaret içermeyecek ama eleştirisini muhafaza edecek göndermelerle Türkiye’de yaşanan sosyal çarpıklıklarla oyunu sıcak tutarım. Bu seyircinin çok hoşuna gider. Bu nedenle de “Sende emeklilik diye bir şey yok, yola devam” dediler.

        ■ Artık yılların deneyimiyle heyecanı yenmişsinizdir sanıyorum..

        Heyecanı kaybettiğinde tası tarağı topla git. O kırmızı perde önümüzde açılmadan bir taşikardi, nabzınız pıt pıt olacak.

        'MEKTUBUN YERİ AYRIDIR'

        ■ Sanatın diğer alanlarına ilginiz var mı?

        Fotoğrafa ilgim vardı ama evlenince yeteri kadar vakit ve para ayıramadım. Sinema zaten yan kolumuz. Bende mektupların yeri ayrıdır. Meşhur insanların yazdığı mektupları okumayı severim.

        ■ Siz çok mektup yazar mıydınız?

        Çok yazardım. Müsveddeleri saklar, sonra temize çekerdim. Bazı sinirli yazdığım mektupların köşesine “Bu gönderilmedi” diye not iliştirmişimdir. O sinirle yazdığım karşı tarafı kıracağı için 24 saat bekleyip yollamamışımdır.

        ■ Umarım eşiniz Sevinç Hanım’a değil bu mektuplar...

        Yok, Sevinç Hanım’a yazdığım bir pusuladır. Biz komşuyduk. Kısa bir paragraf yazıp uçmasın diye içine jeton koyup kibrit kutusuyla balkonuna attım. O zaman gidip konuşmak yoktu.

        ■ Ne yazdınız?

        “Fındıklı’da Güzel Sanatlar Akademisi’nin karşısındaki duvarda sizi bekleyeceğim. Mesai bitiminizde sizinle ciddi bir konuda görüşmek istiyorum. Sizinle dalga geçmek için değil evlenmek için görüşmek istiyorum” dedim.

        ■ Evlendiğinize göre geldi herhalde...

        Evet geldi. Öncesinde 6 ay kadar onu gözlemledim. Ankara’dan yeni gelmiştim. Nasıl bir kız diye baktım. Tiyatrocu olduğumu öğrenince durakladı tabii. O da beni tanıdı, sözlendik. Ekonomik açıdan rahatlayınca evlendik. 38 yıl geçti. Önce Ömer, sonra Zeynep dünyaya geldi.

        ■ Çocuklarınız da sanatın içindeler...

        Oğlum “Cibali Karakolu”nda orkestra şefi. Kızım “Şekerpare” oyununda. 8 senedir kızımla bir oyunda buluşamadık. Ukde dedin ya, içimde ukde kalacak bir şey varsa o da ölmeden kızımla karşılıklı oynamak istiyorum. Onun da gözleri doluyor.

        ■ Başarınızın ardında düzenli hayatınızın etkisi nasıldı?

        Eşinden boşanmak istemiyorsan alışkanlıklarından boşanacaksın. Biz arkadaşlarla sanatçıların gittiği yerlere giderdik bekârlığımızda ama sonra eşimle başka programlar yapmaya başladım. O muhasebeden emekli, hep sanat konuşulan yerde sıkılır. Ben de Muhasebeciler Derneği’nin toplantısına gitsem sıkılırım. Ortak noktalarda buluşacaksınız. Ancak o zaman aileyi korursunuz. Sürekli arkadaşlarınızla olursanız olmaz, hiçbir Türk kadını buna müsaade etmez. Kadın her yerde kadındır ve ilgi ister, birliktelik, sohbet ister.

        'BİRAZ DUR YAHU...'

        ■ Size çok kolay ulaştım. Şimdi genç oyunculara ulaşmak zor. Basın danışmanı, menajerleri var. Sizin kuşağın farklı bir disiplini var...

        En ufak bir dizide popüler olduğunda yürüyüşü değişiyor. Halbuki 6 ay o işi yapmasa Türk halkı hafızasından siliyor. Bu şekilde dolaşanlar için anneannemin bir lafı vardı; “Kıçında peynir gören kendini mandıra sanıyor” diye. Biraz dur yahu, ayakların yere bassın. O musluk hep akacak zannediyorlar. Yeşilçam’ın halini gördük. Üç kuruşunu kenara koymayanlar parklarda öldüler. Mütevazı markalar giyin, bin TL’yi kenara atın. “Ulan İstanbul” dizisi bitti işte. Ama neyse ki evim var. Belki telefon çalar da bir proje gelir.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ