Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Don Corleone El Bağdadi'ye karşı

        Gülenay BÖREKÇİ/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Geçen hafta Roma’ya giderken aklımda iki şey vardı, Fellini’nin nostaljik, seksi ve alabildiğine sürreel filmleri ve Paolo Sorrentino’nun Oscar ödüllü filmi “Muhteşem Güzellik”... “Fellini artık hayatta değil” diyordum kendi kendime, “Üstelik öyle bile olsa zaman değişti, Roma artık über-turistik bir yer.” Bu durumda şehri gezmeye bolca melankoli içeren “Muhteşem Güzellik”le hazırlanmak daha mantıklıydı. Filmde yazar olan esas karakter Jep, şık akşam yemeklerinden çılgın partilere koşarak görkemiyle, güzelliğiyle hâlâ göz kamaştıran şehrin, yani Roma’nın tadını sonuna kadar çıkarıyordu. Her seferinde yeni bir hayal kırıklığıyla... Colosseum’un orta yerinde bir zürafaya rastladığı sahneye kadar.

        Ben elbette bu kadar büyük bir sürpriz beklemiyordum, yine de iyi vakit geçirmeye kararlıydım. Neticede Roma benim için tamamen yeni bir yerdi. Bir tek şeyi biliyordum, Colosseum’u, Panteon’u, Venedik Meydanı’nı, Campidoglio’yu, Roma Forumu’nu, İspanyol Merdivenleri’ni, Aşk Çeşmesi’ni, San Pietro Katedrali’ni, Campo dei Fiori Pazarı’nı, Vatikan’ı elbette gezecek ama tarihi eserlere gereğinden fazla ilgi de göstermeyecektim. Şehri en yaşayan haliyle tanımaya çalışmak bana daha çekici geliyordu.

        Şehir merkezinde beni Komünist Parti’nin düzenlediği miting karşıladı. Sebep öncelikle Ortadoğu’da ve Paris’te yaşanan trajik terör olaylarıydı. Hükümetin eğitim ve iş güvenliği konusundaki politikaları da eleştiriliyor, yağan yağmura rağmen kalabalık bir insan topluluğu orak-çekiçli bayraklar sallıyor, marşlar söyleyerek sloganlar atıyordu. İtiraf edeyim, Santa Maria Maddalena Kilisesi önündeki bu toplantı hayatta rastladığım en barışçıl politik gösteriydi. Polis mevzuyu belirli bir mesafeden seyrederken ortalıkta broşürler dağıtılıyor, kitaplar, tişörtler satılıyor, hoparlörlerden müzik yayını yapılıyordu. Sonuna kadar kalmamıza rağmen şiddet içeren tek bir hadise yaşanmadı. Öte yandan kaldığımız otelin personeli tarafından uyarılmıştık; şehirde daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda polis ve asker vardı. Paris’teki DAEŞ katliamıyla birlikte Avrupa’nın her yerinde olduğu gibi Roma’da da sıkı güvenlik önlemleri alınmıştı. Ben turistlerden korkuyordum, tam tersi oldu, seyahatim “az turist, çok polis” eşliğinde geçti.

        Gelin görün ki bomba haber, okyanusun her iki yakasını ayrı ayrı mesken tutmuş İtalyan mafyasından geldi. İlk konuşan New York’un en ünlü mafya gruplarından Sicilya kökenli Gambino Ailesi, daha doğrusu ailenin veliahdı Giovanni Gambino oldu. Gambino katıldığı bir radyo programında DAEŞ tehditleri sebebiyle tedirginlik yaşayan New Yorkluları korumayı teklif ederken FBI ve Interpol gibi kuruluşları beceriksizlikle eleştirdi, “Hem geç hareket ediyorlar hem de olayları sezgileriyle değil bilgileriyle değerlendirdikleri ve istihbaratları zayıf olduğu için büyük resmi göremiyorlar” dedi.

        “DÜNYA TEHLİKELİ BİR YER AMA BİZ VARIZ!”

        Paris saldırılarından sonra güvenliğin her zamankinden de önemli hale geldiğini belirten Gambino özetle şunları anlattı: “Mafyanın kötü bir şöhreti var ama açıkçası bunu hak ettiği söylenemez. Hayattaki her şey gibi bizim de iyi ve kötü taraflarımız var. Küresel terörizmin yükselişi pekâlâ mafyaya iyi taraflarını göstermek için bir fırsat sunabilir. Sözüme güvenin: DAEŞ New York’a saldırmayı planlıyorsa, önce Sicilya mafyasıyla karşılaşması gerekecek. Hem kabul edelim, dünya artık tehlikeli bir yer ama biz varız! Sicilya bağlantısı olanların terörden korkması çok gereksiz. Biz dostlarımızı radikallerden ve teröristlerden, özellikle de DAEŞ adlı o psikopat örgütten koruruz.”

        Şahsen bunlar benim içimi rahatlatmadı. Francis Ford Coppola’nın “Godfather” filmlerini seyretmiş biri olarak New Yorklu ya da Sicilyalı olsam bile rahatlamazdım. 1970’lerde başı derde girdiğinde mafyadan yardım isteyen İtalyan hükümetinin işleri nasıl arapsaçına çevirdiğine o filmlerde şahit olmuştum. Yine de okumayı sürdürdüm.

        Gambino da belli ki “Godfather” parıltısından gözü kamaşanlardan. Çünkü röportajın bir noktasından sonra gevşeyerek popüler kültürün sığ sularına teslim oldu ve en sevdiği aktörlerden ilkinin Robert de Niro, ikincisinin Al Pacino olduğunu anlatmaya başladı. Gerçi “Filmlerinde büyük adamları canlandıran bu aktörlerin DAEŞ terörüyle ilgili iki çift laf etmemesi beni düş kırıklığına uğratıyor. Keşke DAEŞ denen canavara karşı sımsıkı kenetlenmek zorunda olduğumuzu dile getirerek insanların içini rahatlatsalar” dediğine bakılırsa, ikisine de kırgınmış. Umurlarında mı bilemem!

        HAPİSHANEDEKİ “HAYALET” UYANIYOR

        Bunları okuduktan sonra, olup bitenlerin beni aştığını düşünerek ve elbette merakımı yenemeyerek gazeteci arkadaşım Mine Türkili’yi aradım. Uzun yıllar Sicilya’da yaşayan ve hem bölge halkıyla hem de eski Mafya mensuplarıyla konuşarak “Mafya Öldürür, Susmak da” adlı bir kitap yazan Türkili, Sicilya halkının da DAEŞ’e karşı mafyayı desteklediğini söyledi. Zaten 10 yıldır hapishanede olan “Hayalet” lakaplı “babaların babası” Toto Riina sonunda patlamış, “Çıkarın beni buradan, siz beceremiyorsunuz, DAEŞ’le bari biz hesaplaşalım” mealinde konuşuyormuş. Artık hakikaten DAEŞ zulmü karşısında çileden mi çıktı, yoksa özgürlüğü mü özledi, siz karar verin.

        'TERÖR ÖRGÜTLERİ HİÇBİR ZAMAN SİCİLYA'DA KALAMADI'

        (Mine Türkili, gazeteci)

        “Kitabı yazdığım yıllarda 1980’ler kadar olmasa da, Mafya’nın haraçları ve bombalarıyla yaşayan bir Sicilya vardı. Mafya ortama uyum sağlayarak ayakta kalmayı hep başardı. Bugün öldürmeyen bir mafya varsa, bu çok daha tehlikeli. Benim kitabım, politikadan öte, mafyaya karşı ayakta kalmayı başaran sivil toplum hareketi ve yaşanan travmalarla, kuşaktan kuşağa devreden acıyla ilgiliydi. O travmalar da, mafya bilinci de bu topraklarda hep kalacak. 43 sene polis tarafından aranırken Mafya’yı küçük kâğıtlara yazdığı notlarla idare eden ve sonunda yakalanan Bernardo Provenzano’nun oğlu, bugün babasının hayatını anlatarak Corleone kasabasında turistik turlar düzenliyor. “Babaların babası” olarak bilinen Corleone’li Toto Riina’nın ailesi de halen burada. Onlar için babaları bir kahraman. En son olayda olduğu gibi Riina, adada halen varlığını sürdüren mafya kültürünün gücüne dayanarak “Çıkarın beni hapishaneden, DAEŞ’le biz savaşalım, sonuçta DAEŞ de mafya tarzı bir örgüt” diyebiliyor. Aslında terör örgütleri tarihin hiçbir döneminde Sicilya’da kalamadı. Mesela terörizmin en yoğun olduğu 1970’lerde Marksist Leninist Prima Linea da burada sadece 6 saat durabildi. Dolayısıyla benim için şaşırtıcı değil. Ama demokrasinin geldiği noktayı düşünürsek, çok acı.”

        Bana gelince; bir Roma yazısı yazacaktım aslında, bunun yerine yaşanan terör olaylarına Robert de Niro ve Al Pacino kadar kayıtsız kalamadığımdan ortaya mafyayla karışık bir haber yazısı çıktı. Kusura bakılmasın. Seyahatimin en sevdiğim, üstelik polissiz, askersiz, mafyasız bir bölümünü, “Matrix”in yönetmeni muhteşem Lana Wachowski’ye rastlayışımın hikayesini aşağıya ekliyorum. Neticede insan her an favori yönetmenine rastlayamıyor, öyle değil mi?

        MATRIX'İN GÜZEL YÖNETMENİ

        Roma’da karşıma çıkan en tatlı sürpriz Lana Wachowski oldu. Hani “Bound”, “Matrix”, “V for Vendetta”, “Cloud Atlas” gibi filmlerden ve TV dizisi “Sense8”ten tanıdığımız yönetmen Wachowski Kardeşler’in ameliyatla kadın olmayı tercih ederek sinema dünyasına küçük çaplı bir şok yaşatan üyesi; eski adıyla Larry Wachowski.

        Lana’ya dünyanın 7 harikasından biri kabul edilen Colosseum’u dolaştıktan sonra parkta rastladım. Hatta benden beklenmeyecek bir şey yaparak arkasından seslendim. Beklemediğim bir şey yaptı, yanıma geldi. Parke taşlı yolda korumasız, tek başına yürüdüğüne bakılırsa, şehrin sıkı güvenlik önlemlerine aldırmıyordu. Gerçi ikizi Andy Wachowski’yle çektiği filmlerinde politika, din, aile ve seks meselelerini ne kadar cüretkârca ele aldığını, hele şöhretinin doruğundayken cinsiyet değiştirmeyi göze aldığını falan düşününce Lana’nın korkusuz bir karakter olduğunu görebiliyordu insan. Konuştuk ama çok uzun değil. Epeyce yabani olduğunu, özel hayatını nasıl titizlikle koruduğunu düşününce onu rahat bırakmak daha doğru geldi. Bir zamanlar imparatorların halkı eğlendirmek için düzenledikleri gladyatör dövüşlerinin mekânı olan Colosseum ya da diğer adıyla Flavianus Amfitiyatrosu’nda boşuna bulunmadığını hissettim. Muhtemelen ikizlerin müstakbel projelerinin Roma’yla bir alakası olacak, ben söylemiş olayım.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ