Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar 'En mutlu olduğum setteyim'

        Ekin TÜRKANTOS/ GAZETE HABERTÜRK-PAZAR

        Kendine Amerika’da bir hayat kuran Fadik Sevin Atasoy, geçtiğimiz yıl yazıp yönettiği “‘One Woman Show” adlı projesiyle büyük bir çıkış yakalamıştı. Yazın buluştuğumuzda bu başarısını konuşmuştuk ki yepyeni bir haber geldi. O artık bir Hollywood filmindeydi... Sanat hayatını yurtdışında başarıyla sürdüren sanatçı, azmi, şansı ve elbette yeteneği sayesinde bu rolü kaptı. Bir Hollywood filmi için yabancı bir karakteri oynayacak egzotik bir kadın oyuncu aranacağını duyar duymaz, seçmelere show reel’ini yollayan Fadik Sevin Atasoy, şans bu ki, yönetmenin son dakikada dikkatini çekmeyi başarıyor. Ve 600 kişinin arasından sıyrılarak başrolü kapıyor. “The 6th Degree” filminde Drea adlı bir karakteri canlandırıyor. Heyecanlı ve elbette çok mutlu. Fırsat bu fırsat Atasoy ile yeni filmini konuştuk.

        Seninle “One Woman Show” müzikalinin başarısını konuşmuştuk ki artık Hollywood’dasın. ‘The 6th Degree’ filminde rol aldın. Hayırlı olsun, harika bir gelişme, nasıl hissediyorsun?

        Evet, tiyatroyla açılışı yapıp şimdi de filmle devam ediyorum. “Muse 90401” adlı tek kişilik oyunumla Amerika’da bir ilke imza attık. Oyunun yazarı olarak tiyatro sahnesinde İngilizce oynamak ve olumlu geri dönüşler almak beni çok mutlu etti ve oyunun başarısı beni çok cesaretlendirdi. Bu oyunu Amerika’da oynamaya devam edeceğim. Türkiye’den ve Avrupa’dan da davetler geliyor, şu an onları değerlendiriyoruz. The 6th Degree filmi ise benim artık Hollywood film endüstrisinde resmi olarak çalışmaya başladığımı tescilleyen ilk filmim olduğu için bendeki yeri hep ayrı olacak.

        Seçmeler nasıl gerçekleşti?

        Bu role aday 600 kişi arasından seçildim. Filmin başrolünde yer alacak, yabancı bir karakteri oynayacak, egzotik görünümlü bir kadın oyuncu aradıklarını ve beğendikleri oyuncuları deneme çekimine alacaklarını cast ajansından öğrenip verdikleri adrese yaptığım işlerden oluşan bir showreel (görsel özgeçmiş) yolladım. Bu arada ne bir tanıdık, ne de bir referans vardı arada, sadece aldığım bilgi üzerine yolladım. Yönetmen Markus Redmond, 600 kişinin show reel’ini izliyor ve aradığını bulamıyor. Yorulmuş tam çıkmak üzereyken elindeki son görüntüyü de izlemeye karar veriyor. En sonuncusu da benimki. Daha sonra bunu bana “Ekrana kilitlendim” diye anlattı. Hemen yapımcıyı arayıp “Bana bu oyuncuyu bulun” diyor. Sonra bana ulaştılar ve ikinci deneme çekimine çağırdılar. Senaryoyu ise çekime girmeden elime verdiler. Dolayısıyla karakterin ne olduğu hakkındaki bilgiye de kamera önünde sahip oldum. Çekim bittiğinde yönetmen ve prodüktör gelip bana sarıldı ve “Hiçbir yere gitmiyorsun, bizimlesin. Seninle çalışmak istiyoruz” dediler. Menajerim devreye girdi, sartlar konuşuldu ve kendimi sette buldum. Rolü almamın üç sebebi var bence. Sabırla inandım, sebat ettim ve vazgeçmedim. Risk aldım, çalıştım, ürettim, yarattım ve yeteneğimi donattım. Üçüncüsü ise doğru yer, doğru zaman, doğru insan ve şanstı.

        Rolünden biraz bahseder misin? Çekimler nasıl gidiyor?

        Benim canlandırdığım Drea, filmin başrollerinden biri, yabancı uyruklu bir karakter. Amerikalı bir eşi olan, güçlü, ayakları üzerinde durabilen bir fotoğraf sanatçısı ve çocuğu olan bir anne. Çekimler tam 2 ay sürecek. Neredeyse filmin 4’te ikisini tamamladık. Set son derece profesyonel, oyuncu sendikasına bağlı bir proje olduğu için 12 saatten fazla oyuncuyu çalıştırmak yasak. İnsani koşullarda, herkesin işini profesyonelce yaptığı bir ortamdayım. “En mutlu olduğum setteyim” diyebilirim. Bu rahatlığı hayal bile edemezdim

        Uzun zamandır yurtdışındasın ve İngilizce’ye oyun oynayabilecek kadar da hâkimsin. Peki aksanın iyi mi yoksa hâlâ üzerinde çalışıyor musun?

        Dil sorunum yok, aksanım İngiliz aksanı. Filmden önce Marion Cotillard’ın aksan hocasıyla Amerikan aksanı çalıştım ama yönetmen benden özellikle yabancı aksan yapmamı istedi. Son yıllarda Hollywood etnik farklılıkların ön plana çıktığı işleri tercih ediyor. Eskiden farklıydı ama artık aksan büyük avantaj diyebilirim. En son Sony Picture’s’ın çektigi “The Walk” filminde neredeyse bir tek karakter temiz Amerikan aksanı konuşurken diğer tüm karakterlerde farklı aksan vardı.

        Bir Türk filmi ile Hollywood filminin farkını biz izlerken anlıyoruz. Sen işin içine girince ne gibi farklar hissettin?

        Biz neyi eksik yapıyoruz sence? Ben konuya eksiklik diye bakmıyorum. Bizim mimarlık tarihindeki yetkinliğimiz, geçmişimiz ne kadar güçlü, düşünün ki Amerika en iyi mimarlarını getirse bile bir Ayasofya’yı , Kız Kulesi’ni yeniden inşa edemez. Tarih, kültür, geçmiş bizde. Sinema sanatında ise Amerika endüstriden öte. Burada bu işin kökü, kültürü, geçmişi o kadar güçlü ki çalışarak öğrenmek başka, bu kültürden doğmak başka. Bizim para ve teknolojiyle elde edeceğimize inandığımız teknik donanımın iyi bir sinema için yeterli olmadığını bilmemiz gerekiyor. Asıl önemli olan işle ilgili ahlakı, etiği değiştirip geliştirmemiz gerekiyor. Oyuncunun sadece güzel bir yüz seçmekle, senarist diye tanıdık birine torpil geçmekle, yapımcılığın ise para koyup “Ben bilirim” demekle olmadığını kavramamız lazım. Burada herkes kendini eğitmek zorunda. Cahile iş yok. Milyon dolarlar yatırılırken ekip de önem verilen değerlerin ne olduğunu anlamak durumunda, bunun için dahi olmaya da gerek yok. Çok net; yetenek eşittir garantili iyi sonuç. Profesyonellik eşittir zamandan kazanç.

        Böyle bir projenin gelmesini bekliyor muydun?

        Bir gün geleceğine inandım. Kendimi ayakta tutmaya devam ediyor ve çalışıyordum.

        ‘BİR BAKTIM Kİ PAPARAZZİLERE DÜŞMÜŞÜM’

        Sence “One Woman Show” müzikalinin başarısı mı seni Hollywood’a taşıdı?

        Bence var. Bir oyuncu olarak bana güven verdi, beni hem maddi hem manevi olarak çok zorladı ama sonuncunda güçlendirdi, gururlandırdı ve geliştirdi. Ve tabii bu arada tanınmamı sağladı.

        Film psikolojik dram türünde, Hollywood starlarıyla çalışmak sana ne hissettiriyor?

        İşimi yapıyor olmanın verdiği büyük bir haz var. Ekip mütevazı, çok mutluyum.

        Filmle ilgili “Amerika paparazzisi de böyle oluyormuş” diye ekran görüntüsü paylaştın. Filmi, seni nasıl duyurdular?

        Paparazzilere yakalanmak filmden bağımsız olarak başıma gelen komik bir durumdu. Bir restoran çıkışı bir arkadaşımızın benim oyuncu olmamı söylemesi üzerine hepsi kameralarıyla başıma üşüştü. Sonra bir baktım paparazzilere düşmüşüm.

        Artık yaptığın işler ve yer aldığın projelerle orada da sesini duyurmaya başladın. Türkiye’deki gibi insanların ünlülere ilgisi var mı?

        Los Angeles’ta ünlü olmayan yok ki. Geçen benim evin önünden köpeğiyle yürüyen hoş bir kadın gördüm. Yüzü tanıdık geldi, selamlaştım. Sonradan anladım Scarlet Johanson. Burada her an bir ünlüyü tişört ve eşofmanla markette görebilirsiniz. Gerçekten kendini göstermek isteyenler ise korumalar ve büyük araçlarla geziyor. Tanınma çabasında olmayanlar ise bir şapka bir eşofmanla dolaşıyor. Asıl varoluşlarını, yetenekleri üzerine kurgulayanların siyah camlı araçlara ve korumalara ihtiyacı yok. Starlık, popülerlik, oyunculuk, sanatçı olmak bunlar hepsi farklı kavramlar bence.

        'GÖNLÜMÜN EŞİNİ BULDUM'

        2015 senin için nasıl geçti?

        Sanatsal anlamda çok başarılı geçti. Gönlümün eşini buldum. Bence 2015’in en güzel hediyesi erkek arkadaşımı bana getirmesi oldu. Biz tam da yılbaşı akşamı tanıştık. O yüzden birinci yıldönümümüzü yine tanıştığımız yer olan yoga ve meditasyon merkezinde geçireceğiz. n Setin ilk günü Instagram’a “Evlendim ama film icabı” yazdın ve tek taşınla fotoğrafını ekledin. Güzel bir ilişkin var, gerçek hayatta evlilik fikri var mı? Düşünüyoruz açıkçası, şimdilik çok mutluyum. Daha henüz Türkiye’yi görmedi. Türkçe çalışıyor ve ülkemi, kültürümü çok merak ediyor. Bu yaz ona ülkemi göstermeyi çok istiyorum.

        2016 için hedeflerin neler?

        Daha fazla film yapmak, yazmak, oynamak ve hatta ilk kısa filmimi Türkiye’de çekip yönetmek. Belki biraz daha fazla Türkiye’de zaman geçirmek. Çünkü bu sene ailemi ve arkadaşlarımı çok özledim. n Türkiye’de seni seven izleyicilere neler söylemek istersin? Beni sevmeye devam etsinler çünkü bu sevda karşılıklı. Onları şaşırtmaya devam edeceğim

        'KADIN YÖNETMENLERİMİZ TÜRK DİZİLERİNİ ULUSLARARASI KALİTEYE TAŞIDI'

        Yeni sezonla birlikte Türkiye’de de yeni diziler yayınlanmaya başladı. Senin gibi yurtdışında başarılı işler yapan oyuncularımız sayesinde Türkiye’nin adı daha çok duyuluyor. Bu anlamda Türkiye’yi de temsil etmiş oluyorsun. Bu, üzerinde ayrı bir sorumluluk hissi yaratıyor mu, orada gözlemlediğin Türkiye algısı nasıl?

        Türk dizileri dünyayı ele geçirdi. Uluslararası platformda başarıyı yakalayan Ay Yapım ve Tims’in işleriyle burada çok gurur duyuyorum. Kadın yönetmenlerimiz Türk dizilerini uluslararası kaliteye taşıdılar. Buradaki kanallarda Türk dizilerini adapte etme yolunda atılımlara başladılar bile. HBO, Cbs‘de çok yakında Türk dizilerinin Amerikan adaptasyonlarını görmeye hazır olalım. Hem Timur Savcı hem de Kerem Çatay bu işin öncüleri oldu. Çok gurur verici.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ