Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Mutfaktaki yangın

        Y akın bir dostum ummadığım bir sahaya atladı. Bir zamandır Harvard Business Review’i çıkarıyor. Bu dergi küresel ölçekte kabul görmüş “ciddi iş erbabı yayınlardan”. İş hayatı nedir bilmem ve anlamam. Açıkçası anlamak da istemem. Ama bu dergiyi ben de okuyorum, arkadaşlık böyle bir şey... Ve artık şuna eminim. Verdiğiniz hiçbir mesai karşılıksız kalmıyor. Son sayıyı tararken karşıma bir sürpriz çıkmasın mı?

        “Mutfaktaki İtfaiyeciler”. Bu başlığı elbette bendeniz uydurdum! Orijinali tumturaklı bir dosya: “Kantinde Takım Ruhunu Pekiştirmek”. Cornell Üniversitesi Öğretim Üyesi Kniffin, bir çalışma yapmış. Birlikte yemek yemek grup performansını pekiştiriyor mu? Uçtan bir grubu izlemişler: Bir Amerikan şehrinin 13 itfaiye istasyonunu... Akademisyenler böyledir. “Kısa alanda daracık paslaşmalara” meraklıdırlar. Sokaktaki adama ziyan görünen işlerin peşinde ömür harcarlar. Peki ya sonuç? Sonuç bazen hayatımızı dönüştürebilecek gözlemlerdir. İtfaiyeciler var ya, evlerinde yemek yemiş dahi olsalar, ekip ile birlikte masaya oturuyormuş. Gözlem şu: “Birlikte yemek yemek çok belirleyici. Her şeye doğrudan tesiri var.” Kniffin ve ekibi şunu da ekliyor: “Belli başlı içgüdülerimizden biri yemek yemek.” Şimdi sıkı durun. Araştırmacılar şunu da soruşturmuş: İnsanlar sevgililerinin eski partnerleriyle yemek yemelerini nasıl karşılar? Sonucu baştan sunalım: Reddetme, kabullenememe, kıskançlık krizleri, kavga kıyamet... Sevgililerinin eski partnerle e-mail haberleşmesine, telefonla konuşmasına “Olabilir” diyenler çok. Ama bu olay çıkarmayanlar, mahiyeti önemli değil, bir öğle yemeği için anında dikleniyorlar. Şaşırdınız mı? Gerçekten mi, ya çok safsınız, ya çok kayıtsızsınız ya da aşmışsınız... Ne diyeyim. Kendi adıma, arkama Ivy League üniversitelerini almadan da bunu biliyordum. Hatta geliniz bir adım daha atalım. Mutfağa birlikte girdiğiniz cinsi latifleri cezbetmek için doğru yoldasınız! Artık gerisini de anlattırmayın. Yoksa sizin hayal gücünüzde bir kısıntı mı var... Bakın geçtiğimiz hafta üç kızı yemeğe çağırdım. Eve, akşam yemeğine... Biri İstanbul ile NY arasında mekik dokuyan bir CEO. Biri bilindik bir sanatçımız. Diğeri de bizim en mümtaz PR şahsiyetimiz... Kızlarımızla laflayarak yemek yapıyorum. Açık mutfağın böyle bir hayrı var. Seyirlik olay haline geliyorsunuz. Seyirciler de interaktif sürece dahiller. Hep söyleyip duruyorum: Ben profesyonel aşçı değilim. Kerem edin. Ama mutfakta neyin nasıl yapılabileceği konusunda bir fikrim var. Hem çocukluktan kalma bilgiler, hem de zaman içinde görmüş olduklarımın yekûnu bir görgü... Velhasıl eğlenceli bir seyirlik olabiliyorum. O akşam da pişirdik, yedik, içtik ve eğlendik...

        Ve sonunda ne oldu biliyor musunuz? Yemek sonrası içkileriyle ortalık şenlendi. Kızlar beni de ortak ederek E20’den bahsetmeye başladı. Durun zannettiğiniz gibi değil! Bunlar akıllı, ne istediğini bilen kızlar... Mutfak ve yemek sonrası konusu Kanada Başbakanı Trudeau oldu. Adam el hak yakışıklı. Şimdi yakarışları duyar gibiyim... “Bre gafil, milli varlığımız kızlarımız yaban el adamının peşinde... Hiç mi hicab duymazsın? Üstüne üstlük sıkılmadan hikâye eder durursun...” Bakın bir müsaade edin, arz edelim: Bu işlerde “beyan ve hayat farklı” olabilir. Nereden mi biliyorum, kendimden. Yıllardan beri, on yıllardır sayıklar dururum. Kate Moss da Kate Moss, diye... Yerli yersiz her vesileyle! Ne diye? Anneannem yüzünden, “Kırk defa söylersen hakikat olur” derdi. Ümit fakirin ekmeğiymiş! Kate ile bir el ele tutuşmuşluğumuz dahi yok. Şu akademik araştırmaları, itfaiyecileri falan geçiniz. Onları Allah sahibine bağışlasın. Sevdiğinizi alıp mutfağa giriniz. Mutfaktaki muhtemel yangın aşk alevidir...

        Marketin hayırseveri

        O zaman ne yaparsınız? Avrupa Topluluğu’ndaki ezici bir çoğunluğun yaptığını. Süpermarketten donmuş bir lazanya alırsınız. “Microwave” denilen sevimsiz fırında yemeğiniz üç dakika içinde hazırdır. Peki ama kaç paraya? Der Spiegel “Edeka” adlı süpermarketteki fiyatı aktarıyor. Sıkı durunuz. 1.49 Euro. Yani kendiniz alışveriş edip de pişiriyor olsa idiniz dört mislini verecektiniz. Oysa “hayırsever bir şirket” kendi kârını minimumda tutmuş olmalı ki, size inanılmaz cazip bir fiyat ve hizmet sunuyor. Ne dersiniz? Siz ne dersiniz bilemem... Ama Alman kafası böyle şeylere “Bu işin altında başka bir iş olmaya?” deyiveriyor. Alman kontrolörleri ön taramalarında Almanya’da piyasalarda bulunan 2.8 milyon hazır yemek yakaladı ki “içindeki kıyma at etinden” mamul.

        Hemen ardından kısa bir zaman içinde Almanya’ya giren 144 bin kg at eti tespit olununca kıyamet koptu. Skandalın sahneye konuluşu Fransa-Lüksemburg ekseninde başlamış. Güney Fransa’daki malum tedarikçi Güney Kıbrıs’a sipariş veriyor. Atlar Romanya’da kesiliyor, Fransa’ya teslim olunuyor. Ya sonrası? Bundan sonrası operet gibi. Avrupa’nın gıda güvenliği en yüksek eşikli ülkesi Almanya’da pazarlanıyorlar. Pekala kârlar nereye pas olmuş? İngiltere’de vergi cenneti Virgin Adaları’nda bir “finans şirketine”. Bakın, eğri oturup doğru konuşalım. Senaryo doğrudan “Oscar’lık”. Mağdurlar ortalıkta, ya zanlılar? Buharlaşma yolunda! Tabii sahne Almanya olunca, buharlaşma o denli hızlı olamıyor. Alman Der Spigel, “Türklere de malum olan süpermarketlerin” kaç paket at eti sirküle ettiklerinin dökümünü vermiş. En masumu “on bin” paket! Şimdi diyeceksiniz ki, olan yine hali vakti sıkıntıdakilere olmuştur. Üç kuruşu denkleştireyim derken, yazık şu gariplere. Hele az durun. Meğer işin ucu nerelere kadar uzanmışmış bir bilseniz...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ