Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Ege Aydan, 'Su Peşimde' yi anlattı

        Ekin TÜRKANTOS/ HABERTÜRK PAZAR

        Ege Aydan, 30. suluboya sergisi “Su Peşimde” ile sanatseverlerle buluşuyor. Geçen yaz evlenen oyuncunun resimlerinde huzur var; çünkü hayatında ona ilham veren en önemli şey yani aşk var

        Oyunculuğunun yanı sıra suluboya resimleriyle de adından söz ettiren Ege Aydan’ın, geçen yıl ABD Houston’da açtığı sergisi büyük ilgi görmüştü. Geçen yıl üçüncü evliliğini yaptı, dizi yoğunluğuna rağmen çalışmaktan geri durmadı. Zaten o, ışık ve gölgenin yarattığı izlerin peşinde, sürekli besleniyor. Konu oluşmaya başlayınca da resimler, kendiliğinden akıyor. Sergisi için bir araya geldiğimiz Ege Aydan ile çalışmalarını, hayatını ve aşkı konuştuk.

        Serginizin adı bahar havasına uygun olmuş; “Su Peşimde”...

        Bir üslubum var ve onun üzerinde koşuyorum. O yüzden diğerlerinden farklı bir şey yapmadım. Suyu ve onun yarattığı ışığı yansıtmayı seviyorum.

        Eserleriniz sanat çevresinde de çok beğeniliyor. Hatta Civan Canova ile söyleşimizde “Ege Aydan’ın resimleri varken ben kendi resimlerimi uzun süre ortaya çıkarmaya çekindim” demişti...

        Civan gerçekten çok yetenekli bir yazar, yönetmen, oyuncu. Biz üç boyutlu düşünebilen insanlarız. Civan’ın moralini yükseltmeye çalışıyorum. Çok güzel resim yapıyor. Son sergisini çok beğendim. Ama diplomamız yok ya “Bu işi yapmayalım o zaman” diyoruz. Okul bitirmek tekniği öğrenmek açısından önemli bir şey ama insanın içinde varsa vardır. Van Gogh okul mu bitirdi? Dünya çapında bir ressam. Ama dünyanın en kötü resmini yapıyor. Bilenler anlayacaktır, bilmeyenler “Van Gogh’a laf mı ediyor?” diyebilir.

        Dizi yoğunluğunda resme nasıl vakit buluyorsunuz?

        Senaryo gelince bakıp sette bir ezber daha yapıyorsunuz. Ama resim öyle değil. Seninle konuşurken de resim yapıyorum. Işığın, gölgenin durumu hafızama geçiyor. Araba kullanırken, yürürken, otururken ışığı gözlüyorum. Sürekli besleniyorum. Konu oluşmaya başlıyor. Yapmak ya da görmek istediğin şeyi arıyorsun. Ben bir şeyin peşindeyim. Evde de bana özen gösteriliyor. Resim yapabilmek için bütün sorumluluklarımdan kopmam gerekiyor. Oğlumun, kızımın, karımın, annemin mecbur olduğum sorumluluklarım var ya... Resim bende öyle başlıyor. Mesela Gogen, ailesini terk ediyor resim yapabilmek için. Baktığında çok acı ama anlayabiliyorum. Resim yapma isteği ortamını bulamazsa adamı öldürür.

        Nasıl bir ruh haliyle çıktı bu resimler?

        Değişik mevsimlerde değişik mekânlara denk geliyor, Sakız Adası, İtalya... Yurtdışı beni çok etkiliyor. Oralarda yapabiliyorum. Yapamadıklarımın da fotoğraflarını çekiyorum. Resimlerde huzur vardı. Bu yaz evlendim. Aşkın insanı rahatlatma etkisi de var.

        ‘KEŞKE GRAFİKER OLSAYMIŞIM’

        Hayatınızda “İyi ki”ler mi çoğunlukta “Keşke”ler mi?

        Şanslıyım, Allah bozmasın. İyi ki bu mesleği seçmişim. 15 yaşında tiyatrocu olmak istediğimde ailem beni Türkiye’nin en iyi okullarına, hocalarına teslim edebildi. Mezun olur olmaz Devlet Tiyatroları’nda, başrol oynadım. Türkiye’nin her yerini gezdim. İyi ki sahneye çıkmışım, turneye gitmişim. İyi ki sörf yapmışım, yelkencilik sporuyla ilgilenmişim. Denizle ve rüzgârla ilişkim kişiliğimi çok geliştirdi. Bunlar olmazsa yaşayamam. Çok iyi grafikerim, kendimi yıllar sonra keşfettim. Keşke grafiker olsaymışım.

        Dans ve müzikle ilişkiniz nasıl?

        Dans bir “Keşke” değil, bir aşkın peşinde koşmak. Ceyhun Özsoy ve rahmetli Oytun Turfanda’yı ‘Romeo Juliet’te izlediğimde kendimi o dünyaya o kadar kaptırmıştım ki... Dekor, gomalak kokusu, perde açılırken ki serinlik, orkestranın akor yapması... O sahne kokusu, isimler beni şimdiki hayatıma hazırladı. Konservatuarda da solfej, ritim, şan dersleri aldık. Nota bilirim, piyano çalarım. Dayımın senfonide olması ve evdeki enstrümanlar ilgimi çekiyordu. Devlet Tiyatroları’nda Semih Sergen’in yönettiği “Şeytan Çelmesi” adlı oyunun tüm müziklerini bilgisayarda ben yapmıştım. Semih Hoca önayak olmuştu, beğenmişti de.

        Şanslı bir kuşaksınız. Türkiye’deki önemli sanatçıların çocuklarısınız...

        Biz Cumhuriyet’in, bir duruşun, medeniyetin sanatçılarıyız. Bunu en iyi şekilde yapan dünya çapında sanatçıların da çocuklarıyız. Annem ve arkadaşları gibi opera, bale ve tiyatroda ne isimler çıkardı bu ülke. İçlerinde büyüdüğüm için kıymetini anlıyorum. Şimdi tiyatroları kapatıyorsunuz ve doğal olarak insanlar küsüyor. Sanat kansere dönüşüyor. Tiyatro bir balon gibidir. Ne kadar sıksan da çapını küçültemezsin, patlar. Patladığı yerden öyle bir hava çıkar ki, şaşkına dönersin. Şimdi kafe tiyatroları çıkıyor, çıkacak da. Toplumun oynama ihtiyacına mani olamazsın. Tiyatro iyi, kötü eleştirir. Ona hoşgörüyle yaklaşıp ders alarak kendini geliştirirsin. O güzellikleri anlatmak hoşuma gitmiyor. Eğer ortam güzel olsaydı anlatırdım. Eskiden operaya giderken güzel giyinirdim. Çünkü kendimi iyi hissederdim. İlla operaya gidilsin demiyorum. Operaya belli bir kültür, belli bir eğitim sonunda gidersiniz. Operayı köye götürüyorlar, buna karşıyım. Sen önce oraya eğitim götür. Biz Milli Eğitim Bakanlığı mıyız? Biz Devlet Tiyatrosu’yuz.

        Sanatçı olarak istediğiniz hayatı yaşayabildiniz mi?

        Yaşadık yaşadık. Bir evim vardı, herkes gelirdi. Resimler yapılır, şiirler okunurdu. Murathan Mungan bile o evde kaldı. Hepsi sonra çok ünlü oldu. Şeflerimiz, kompozitörlerimiz, tiyatrocularımız... Hatta meşhur bir çaydanlığımız vardı, resmini yapmıştım. “Kimler buradan çay içmedi ki?” diye...

        Projelerde birlikte çalıştığınız genç oyuncuların arkadaşı Ege misiniz yoksa bir şeyler danıştıkları Ege Abi’leri mi?

        Arkadaşları Ege’yim. İş yaparken herkesi eşit görüyorum. Ne kadar tecrübeli olsam da, iş başladığında aynı platformda çalışıyoruz. Birinin ihtiyacı olursa ona yön gösteririm. Abilik taslama huyum yoktur. Akademik bir çizginin üstünde ilişkiler istiyorum. Onun altında kaldığı zaman ufak çapta uyarıyorum. Bana öğretilen doğrulardan şaşmak istemiyorum. Doğrulardan şaşarsanız kirlenmeye başlarsınız, alışırsınız. Ben alışmak istemiyorum. Ben de yoruldum, terledim ama öğrendim. Sende bu çizgiyi yaşayacak, kurallara uyacaksın. Yoksa dejenere olmak böyle başlıyor.

        'BENZİNİ ALINCA MOTOR KÜKRÜYOR'

        Âşıkken nasıl bir insan oluyorsunuz?

        Aşk herkes için çok hoş kimyasal bir şey. Beyninizin, kişiliğinizi size unutturduğu bir kimya. Kişiliğinizi unuttuğunuz sürece mutluluğu karşınızdakinde yaşıyorsunuz. Yarışa girersek mutsuz oluyoruz. Aşk bunun için çok güzel bir ilaç. Egonu gizleyebiliyorsan iyi bir evlilik yapıyorsun. 3 kez evlendim, hepsi güzel evliliklerdi, 15’er yıl sürdü. Son evliliğim en güzeli. Eşim kendini geri çekiyor ve beni yaşıyor. Bu da beni coşturuyor. Ben de onu coşturuyorum. Bazı konularda tartışıyoruz, susuyorum. Eskiden belki susamıyordum. Yaşla birlikte susmayı da öğreniyorsun.

        Yaşla birlikte aşktan beklenti de değişiyor mu?

        Yok ya, aşk hep aynı da belki yaşla birlikte sen yoruluyorsun. Aşk insanın içine girince aynı coşkuyu yaşatıyor. Araba Ferrari de olabilir, Wolfswagen de, orasını bilemem. Ama benzini alınca motor kükrüyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ