Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Ayşe Özgener, yeni kitabı “Uçak Dolusu Zihinler”i anlattı

        Gülenay BÖREKÇİ - HABERTÜRK PAZAR

        Ayşe Özgener psikolog, eğitmen, eş, anne ve şimdi de yazar... “İnsana dair her konuyla ilgileniyorum” diyor. Ergen, aile, aile içi, kişilerarası ilişki ve iletişim sorunları, koruyucu ruh sağlığı yöntemleri, eğitim psikolojisi ve engelli psikolojisi ilgi ve çalışma alanları. Farklı kurgusuyla dikkat çeken “Uçak Dolusu Zihinler”se onun ilk kitabı. Onunla kitabının ana temalarından birini; her birimizin hikâyesinin nasıl başkalarının hikâyeleriyle güzelleşip tamamlandığını konuştuk.

        Aramızdaki gözle görülemeyen ama hissedilen bağlar, yaşamın içinde bizi birbirimize ya sağlıklı şekilde bağlıyor ya da her şeyi tamamen kördüğüm haline getiriyor. Birbirimize bağımlı değil ama bağlı olmak güzel bir şey, bizi güçlendiriyor. Bu bağları fark ettiğimizde kendimizi artık yalnız hissetmiyor hatta onlardan beslenmeye başlıyoruz.

        Fark edemezsek de birbirimizi yargılamaya başlıyoruz” diyor Ayşe Özgener röportajımızda. Bir Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nin kurucularından olan bu genç psikologla bir olmayı, birbirimize bağlı olduğumuzu bilmenin hayatımıza neler katacağını ve Büyükada Yayıncılık’tan çıkan ilk kitabı “Uçak Dolusu Zihinler”i konuştuk...

        “Uçak Dolusu Zihinler” nasıl ortaya çıktı?

        “Uçak Dolusu Zihinler”, benim yaşama ilişkin gözlemlerimden doğdu. Küçüklüğümden beri insanların hikâyelerini dinlemeye ve yazmaya meraklıydım, hâlâ da öyleyim. Bir uçak yolculuğu sırasında aklımdan uçaktaki yolcuların hikâyelerine dair sorular geçmeye başladı. Daha sonra kafamda böyle bir kurgu oluşturup kitaba dönüştürdüm. Eğitici, öğretici olmak gibi bir amacım yoktu, insanların hap haline getirilmiş bilgiden sıkıldığını artık biliyorum. Aklımdan geçen ve amaçladığım tek şey, okuyucuya kendi hikâyesini sorgulatmak, insanlara hem kişilikleri hem de hikâyeleriyle bir ve bütün kabul ederek bakılmasını sağlamaktı. Bu kitabı bitiren kişiye, “Eğer bu uçakta yolcu olsaydın senin hikâyen ne olurdu?” sorusunu cevaplamak için fırsat yaratmak istedim. Uçak burada benim için yaşamı simgeleyen bir sembol oldu. Kitaba, “Hayat, yolcusu değişen ama yolu değişmeyen bir uçuştur” diye başlayarak da bunu vurgulamak istedim.

        Küçükken “Kimin aklından ne geçiyor?” oyunu oynardım, onu hatırladım. İnsan hiç tanımadığı kişilere dikkatle baktığında ilk görüşte gözünden kaçan bir çok şeyi fark ediyor. İlham kaynağınız neydi yazarken?

        Size katılıyorum, insanları anlamaya çalıştıkça ya ilk görüşte dikkatimizi çekmeyenleri de görmeye başlıyoruz ya da bazen ilk görüşteki düşüncelerimizin ne kadar yanlış olduğunu görüyoruz. Benim ilham kaynağım doğrudan yaşamın kendisi oldu. Farklı hikâyeler aracılığıyla ve farklı gözlerden yola çıkarak hayatın renklerinin hepsine birden bakmaya çalıştım.

        Yazdığınız hikâyeler arka arkaya okunduğunda birbirini tamamlıyor hatta bambaşka hikâyelere kapı açıyor. Bundan bahseder misiniz; hikâyeler arasındaki o bağı nasıl tarif edersiniz?

        Tanımadığımız kişilerle aramızda hissettiğimiz bağ, aslında bir şekilde onlarla aynı duyguları taşıyor olmamızdan kaynaklanıyor. Hikâyeleri tek tek yazıp arada hiç bağ kurmasaydım, bu bir öykü kitabı olurdu ve ben, daha az zorlanırdım. Bu hikâyeleri birbirine incecik bir iple dikerek terzilik yapmak istedim. Birinin hikâyesi biterken bir başkasının hikâyesine tam da dediğiniz kapı açılsın diye uğraştım, işin en zorlandığım tarafı bu oldu.

        Aramızdaki görünmez bağları fark etmek bizi nasıl değiştirir sizce?

        Aramızdaki gözle görülemeyen ama hissedilen bağlar, yaşamın içinde bizi birbirimize ya sağlıklı şekilde bağlıyor ya da her şeyi tamamen kördüğüm haline getiriyor. Birbirimize bağımlı değil ama bağlı olmak güzel bir şey, bizi güçlendiriyor. Bu bağları fark ettiğimizde kendimizi artık yalnız hissetmiyor hatta onlardan beslenmeye başlıyoruz. Fark edemezsek de birbirimizi yargılamaya başlıyoruz

        Karakterleriniz içinde sizden izler taşıyanlar var mı, yoksa siz finalde “Şimdi lütfen ruhunuzu bedeninize geri bırakınız” diyen pilot musunuz?

        Çoğunda, bilhassa baştaki yazar karakterinde benden izler vardır kuşkusuz ama sonuçta onların hiçbiri ben değilim; siz de değilsiniz. Hepsi biraz herkes... Finaldeki pilotu hepimizin ortak iç sesi olarak düşünmüştüm.

        Psikologsunuz, yazarken mesleğinizden yararlandınız mı, yoksa tamamen ayrı mı hareket ettiniz?

        Mesleğimden tabii ki yararlandım. Özellikle karakter analizlerinde, psikolojik çatışmaların yaratılmasında, çözümlenmesinde mesleki bilgilerimi bir fener gibi hikâyelerin üstüne tuttum. Mesleki bilgilerim, deneyimlerim yolu aydınlatmak anlamında bana çok yardımcı oldu. Psikolojik öğeleri hikâyelerin arasına sessizce yerleştirmeye çalıştım, okuyucunun gözüne sokmadım. Aralara da yaşama dair mesajlar sakladım.

        ‘HERKES KENDİ HİKÂYESİNİN TANIĞI VE O HİKÂYESİNİN EN İYİ ANLATICISIDIR"

        Karakterlerinizden biri, “Hikâyem kişiliğimin önüne geçti” diyor. Çoğumuz kendimize önce bir hikâye seçiyor sonra da o hikâyeye göre yaşıyor; genellikle de acıklı, mutsuz hikâyelere yöneliyoruz. Ne dersiniz, kendimize hakikaten istediğimiz bir hayatı yaşama izni vermemiz mümkün mü?

        Kesinlikle mümkün. Sadece hikâyeye odaklanırsak kişiliğimiz unutuluyor, kişisel özelliklerimiz, isteklerimizle değil hikâyemizle anılmaya başlıyoruz. Genelde mutsuz hikâyelere yöneliyoruz çünkü acıdan beslenme gibi bir alışkanlığımız var. Başkalarının da acıklı hikâyelerine daha çok ilgi gösteriyor, merak duyuyoruz. Mutlu ve başarılı işleri takdir etmekte ise o kadar cömert değiliz. Acı ortak paydamız haline gelmiş. Herkesin kendi hayatı bir hikâyedir, yer ve zaman aynı bile olsa, her olayın farklı anlatıcıları vardır. İnsanlar birer hikâye saklayıcısıdır. Herkes kendi hikâyesinin tanığıdır ve yine herkes kendi hikâyesinin en iyi anlatıcısıdır. Kafamızdaki tek hikâyeye takılı kalıp sürekli onun doğrultusunda yaşamazsak, daha doğrusu hikâyemizle kimliğimizi birleştirirsek, daha dengede oluruz. Böylece istediğimiz yaşamı tam anlamıyla elde edemesek bile yaşadıklarımızı daha anlamlı ve sağlıklı yorumlayabiliriz.

        “Ruhunuzda kısa bir anıya saklanmış derin bir iz olabilir...” Bölüm başlıkları karakterlerin ağzından yazılmış, kısa, vurucu cümlelerden oluşuyor.

        Başlıklar, hikâyeler hakkında ipucu veriyor. Başka bir sebebi yok; hikâyelerin içinden çıkardığım bu cümleleri, okurla bu şekilde paylaşmak hoşuma gitti diyebilirim.

        'MUTLULUĞU ARARKEN BİLE BİR KAVGA VE ÖFKE İÇİNDEYİZ'

        Mutluluk bizim için neden zor? Niçin hep bu konuya kafa yoruyor ve umutsuz bir şekilde hayatımızı bunun peşinde tüketiyoruz?

        Herkes peşinden koşuyor, ulaşmak istiyor ama mutluluğun tanımı hepimize göre değişiyor, kimilerini mutlu eden şeyler kimileri için anlam ifade etmiyor. Çoğu zaman mutlu olamayacağımıza dair bir inancımız var; biz mutluluğun peşinde koştukça sanki o bizden kaçıyor. Mutluluğu hep büyük şeylerde arıyoruz, oysa o aslında küçük ayrıntılarda gizli. Hayatın içinde mutlu olduğumuz anların farkına varmayı bir başarabilsek, her şey kolaylaşacak. En büyük hatamız, mutluluğu ararken bile bir kavga ve öfke içinde olmamız.

        Sizin mutluluk tarifiniz var mı?

        Mutluluğu belli bir formüle sokmayı gerçekçi bulmuyorum. Bir tarif veremeyeceğim ama kendinizi mutlu edecek şeyleri keşfetmenizi önerebilirim. Öncelikle kişisel mutluluk tarifimizi yapmalı, “Beni neler mutlu ediyor?” ya da “Mutlu olmak için neler yapıyorum?” sorularını kendimize sormalıyız. “Mutluluğun anahtarı bende, şunları yaparsan mutlu olursun” diyerek mutluluk satmaya çalışanları inandırıcı bulmuyorum. Herkesin mutluluğunun anahtarı kendinde! Ayrıca tamamen mutlu veya tamamen mutsuz bir hayat yoktur, tüm duygular bize zaman zaman uğrar. Acılarla büyür, mutluluklarla genişleriz. Mutluluğu küçük anlamlarda aramalıyız... Bir de şu var: Hayatı mutluluk ve mutsuzluk diye keskin bir şekilde ikiye ayırmadığımızda mutlu olma şansımız artıyor.

        'İYİ BİR OKUYUCUYUM'

        “Küçük yaşlardan beri çok iyi bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Elimden geldiğince her alanda okumaya çalışıyorum. Psikolojik romanlar, psikolojiye ilgi duymuş ve bunu romanlarında kullanmış olan yazarlar özellikle ilgimi çekiyor. Bunların başında Shakespeare, Stefan Zweig (Satranç, Bir Kadının Yaşamından 24 Saat), Albert Camus (Yabancı), Scott Peck (Az Seçilen Yol), Doğan Cüceloğlu, Gabriel Garcia Marquez (Kırmızı Pazartesi), Dostoyevski (Yeraltından Notlar), Orhan Pamuk (Kafamda Bir Tuhaflık) ilk aklıma gelenler.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ