Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Hugh Grant: Meryl, dünya tarihinin en iyisi

        GİZEM SEVİNÇ SELVİ / HABERTÜRK PAZAR

        gsselvi@htgazete.com.tr

        New York’da bir mirasyedi olarak lüks bir yaşam süren, hayattaki en büyük tutkusu müzik olan ve daima ünlü bir şarkıcı olmanın hayalini kuran bir kadın Florence, gerçek bir “dreamer”. Ne yazık ki büyük bir engel var önünde, güzel bir ses! Her şeye rağmen ilk konserini vermeye hazırlanan Florence’in acı gerçekle yüzleşme yolculuğundaki en büyük destekçisi ise, kocası ve aynı zamanda menajeri olan St. Clair Bayfield. Usta yönetmen Stephen Frears imzalı, 30 milyon dolar bütçeli filmde Meryl Streep ve Hugh Grant’a, The Big Bang Theory dizisinin yıldızı Simon Helberg ve son dönemin yükselen yıldızlarından Rebecca Ferguson eşlik ediyor. Aşağıda uzun zamandır ortalarda görünmeyen Hugh Grant’ın ve eleştirmenler tarafından Florence rolüyle önümüzdeki yıl Oscar adayı olmasına kesin gözüyle bakılan Meryl Streep’in samimi itiraflarını okuyacaksınız.

        Florence Foster Jenkins’e aşina mıydınız, biliyor muydunuz hikâyesini yoksa bir tür Stephan Frears’la bir araya gelme umudu muydu her şeyi başlatan?

        Meryl Streep: Drama okulundan hayal meyal hatırladığım bir sahne var aklımda: Stephen şarkı söylüyor, yoldan geçenler durup sesini kaydediyor. Sonra hepimizin çığlık çığlığa hali gözümün önüne geliyor. Bunun üzerine Stephen beni çağırıyor ve “Senin için yazdığım bir bölüm var, bak, dünyadaki en kötü opera şarkıcısı” diyor ve bam! İnanılmaz heyecanlanıyorum. Senaryoyu okumadan “Evet” dedim, çünkü Stephen’la çalışmayı hep istemiştim. Oyuncular arasında garip bir repütasyonu vardır onun, herkesin birlikte çalışmak istediği adamdır.

        Hugh Grant: Ben de onu hayal meyal hatırlıyorum doğrusu. Yanılmıyorsam yıllar önce kuzenim Florence’e ait bir ses kaydını “Dünyanın en kötü şarkıcısı” başlığıyla yollamıştı ve kesinlikle hayatımda duyduğum en komik şeyler dönüyordu o kayıtta!

        Siz pek ortalarda yoktunuz son dönemde. Nerelerdeydiniz?

        H.G.: Evet, oyunculuğa bir süre ara vermiştim. Son zamanlarda basın özgürlüğünü savunan “Hacked Off” kampanyasıyla yakından ilgileniyordum. Bir gün oradaki destekçilerimizden ve sıklıkla organizasyonlarımıza katılan Stephen Frears yanıma yaklaştı ve “Birlikte bir film yapmalıyız” dedi. Cevabım netti aslında: “Artık aktörlük pek ilgimi çekmiyor...” Ama sonrasında Nicholas Martin’in gerçekten zekice yazılmış, eğlenceli, gerçekçi ve son derece dokunaklı senaryosu elime ulaştı. Meryl Streep ise çoktan Florence olarak oyuncu kadrosunda yerini almıştı, artık reddetme şansım yoktu.

        Meryl Streep filmde berbat şarkı söylese de hikâyenin özü son derece hassas..

        M.S.: Aslında tüm mesele normal hayatlarında son derece bencil olan iki insanın birbirlerine dürüstçe sevgi ve şefkat gösterdiği uzun ve mutlu bir ilişkilerinin olması. Hikâyenin içinde çok fazla gerçek duygu var. En nihayetinde Florence Foster gerçek bir kulüp hanımefendisiydi ve biliyorsunuz kadınlar o dönemde birçok mesleği icra edemiyordu, kendilerini meşgul etmeye çalışıyor; derneklerde, kulüplerde zamanlarını verimli kullanmaya çabalıyordu. Florence’in de New York’ta ciddi bir sanat çevresi var, toplumun üst kademelerine böyle böyle tırmanıyor. Bir kere şehrin müzikal yanını tek başına canlı tutuyor, besliyor. Carnegie Hall’da düzenlenen büyük konserlerin altına imza atıyor, babasından ve kocasından miras kalan parayı etrafa saçmakta beis görmüyor.

        Yalnızca bir hayırsever olmaktan da ziyade, Jenkins tutkularının peşinden hırsla koşan bir kadın.

        M.S.: Florence yalnızca çocukluğumuzda hepimizin sahip olduğu bir duyguyu muhafaza etmiş: Bir şeyi gerçekten o kadar da iyi yapamadığınız halde bunun hayaliyle kendinizi oradan oraya savurduğunuz, üstelik bundan müthiş keyif aldığınız zamanları hatırlayın. Bu tam olarak ne biliyor musunuz? Amatörlüğün pür tarifi... Sadece arkadaşları ve tek tek seçilmiş birkaç kişi için şarkı söylüyor başta –buradaki tek istisna olayın Carnegie Hall gibi büyük bir yerde gerçekleşiyor olması olabilir. Çünkü şarkı söylemek konusunda pek de başarılı olduğu söylenemez ama müziği çok seviyor. Senaryo da bu tadı çok iyi yakalamış doğrusu

        Sizin canlandırdığınız St. Clair Bayfield, Foster Jenkins’in hem kocası hem menajeri filmde değil mi?

        H.G.: Evet, Bayfield menajer ama aynı zamanda müthiş absürd bir adam. Florence ve Bayfield gerçek anlamda bir fanusun içinde yaşıyor. Bayfield, sürekli Florence’i koruma endişesi içinde, fanusun paramparça olmasından korkuyor. Öte yandan Florence her ne kadar korunmaya ihtiyaç duyan bir kadın olsa da Carnegie Hall’da şarkı söyleyen ve onunla kaçmış bir kadın aynı zamanda.

        Bayfield’ın bu hali hoşunuza gitmiş gibi...

        H.G.: Bayfield beni gerçek anlamda büyüledi ve galiba o olmaktan biraz hoşlandım. (Gülüyor.) Bu tarz karakterlerle çok sık karşılaşmazsınız ve sanırım böylesini hiç canlandırmadım. Hem filmde hem de gerçek hayatta Bayfield bir kontun kaza eseri dünyaya gelmiş gayri meşru oğlu. Dünyaya kaybeden olarak geldiğini düşünen, aylaklık eden bir adam. Sonunda New York’ta, meteliksiz kalakalıyor ve hemen ardından New York müzikal dünyasına resmen sponsor olmuş bir mirasçıyla, Florence ile tanışıyor. Bana sorarsanız Bayfield o bohem, aktör kimliğinden ziyade aristokrat köklerine vurgu yapmaya çalışıyor, hatta durumu biraz abartıyor. Florence’in tutulduğu da tam olarak bu. Florence de onu büyülüyor.

        Meryl Streep
        Meryl Streep

        Hiçbir zaman resmi olarak evlenmemişler değil mi?

        Birlikte 30-40 yıl geçiriyorlar. Florence’in pozisyonundan, parasından ve şöhretinden kaynaklanan lüzumsuz bir özgüveni var Bayfield’ın, Florence tarafından pohpohlanıyor. Bu halinin çok hoşuma gittiğini itiraf etmeliyim. Öte yandan ilişkide iplerin kimin elinde olduğu da çok açık; evet Florence sahnedeyken Bayfield’a ihtiyaç duyuyor ama sonuçta parayı elinde tutan da yine o. Konserlerde şarkı söylerken Bayfield onu koruyor, destekliyor çünkü bu kadın sahnede sadece kötü değil, olağanüstü kötü! Burada kilit nokta izleyicileri halktan değil müzikal çevrelerinden, Florence’i seven ve olduğu gibi kabul eden kimseler arasından seçmek ve şovlara onları davet etmek. Bu sayede Florence de asla ne kadar korkunç olduğunu fark etmiyor.

        Bu arada siz ilk kez karşılıklı oynuyorsunuz.

        H.G.: Ah, bu resmen kanlı, korkunç bir olay! Meryl sadece bir star değil, muhtemelen dünya tarihinde onun kadar muhteşem bir oyuncu daha olmadı. Öyle bir aurası var ki... Onu izlemek harikulade, Leonarda da Vinci’yi resim yaparken izlemek gibi bir şey... Yapamayacağı hiçbir şey yok sanki ve beni esas vuran, aldığı her biçimin bir öncekinden tamamen farklı olması. Asla düşünmüyor, aman tanrım ben olsam her seferinde sadece bir tık daha iyisini yapabilirdim belki ama o her seferinde yeni bir şey keşfediyor ve bu çok etkileyici. Bir yandan korkutucu da tabii. (Gülüyor.) Meryl Streep’le çalışmanın ürkütücü olması bir yana, Stephen gibi bol ödüllü, klas işler yapmış ve repütasyonu tartışılmaz bir yönetmenle çalışmak da ürkütüyor insanı. Benim açıkça böyle bir geçmişim yok çünkü. İyi oyunculuk gerektiren birçok sahnem vardı ve epey gözüm korktu. Bugüne kadar hiçbir film için bu kadar hazırlanmadım ama 1 yıla yakın sürenin sonunda hazır olduğumda hâlâ bir süre Meryl’i beklemem gerekti!

        İngiltere’de mayıs ayında vizyona giren Florence, ülkemizde 19 Ağustos’ta gösterime girecek.
        İngiltere’de mayıs ayında vizyona giren Florence, ülkemizde 19 Ağustos’ta gösterime girecek.

        "ÇOCUKLARIMA 'MATEMATİK ÇALIŞIN' DEMİŞTİM"

        Bu arada Meryl, o kadar çok ödülünüz var ki, nerede saklıyorsunuz hepsini?

        (Gülüyor.) Hepsi aynı yerde değil, farklı farklı yerlerde.

        Ailecek müthiş yeteneklisiniz. Kızlarınız, eşiniz... Muhtemelen kızlar için kaçınılmaz bir sonuçtu tabii, sizin yanınızda yetiştiler... Onlara “Ne isterseniz onu yapın” mı dediniz?

        Ah tabii ki hayır! Ben tam olarak çocuklarına “Matematik çalış, biyoloji çalış” diyen bir anneyim! “Gerçek bir işiniz olsun ve böylece bana bakabilin!” Kimse beni dinlemedi tabii. (Gülüyor.) Çünkü insanlar önünde sonunda neyi seviyorlarsa onu yaparken bulurlar kendilerini.

        Meryl Streep: “Aşk yanılgının ta kendisi, yanılgının en büyük destekçisi. Birini onun en iyisi olduğuna inandırmak, buna izin vermek demek aşk. Bir sevgiliden başka ne beklenir ki?”

        Florence Foster Jenkins: Dünyanın en kötü şarkıcısı

        Dünyanın en kötü şarkıcısı olarak bilinen Florence Foster Jenkins, 18 Temmuz 1868’de Pennsylvania’da doğar. Henüz 15 yaşındayken kız kardeşi Lillian’ı kaybeder, Lillian öldüğünde 8 yaşındadır. Avukat babası Charles Dorrence Foster, küçük kızına çocukluğundan itibaren piyano dersleri aldırmaya başlar, Florence ilk konserini 8 yaşında verir. Müziğe âşıktır, babası da varlıklı bir adamdır ama kızının liseden sonra (17), “Şarkıcı olacağım” diye tutturmasına aldırmaz ve gitmek istediği müzik okuluna para ödemeyi reddeder. Bunun sonucunda Florence babasından intikam almak için sevgilisi Dr. Frank Thornton Jenkins’le kaçar. 1885’te evlenirler hiç mutlu olmazlar. Evlendikten kısa bir süre sonra Florence, kocasından frengi hastalığı kapar. Hikâyenin bundan sonraki kısmında Dr. Frank Thornton Jenkins’e ait hiçbir iz yok. Boşandıklarına dair bir belge de yok ama Florence her şeye rağmen kocasının soyadını taşımaya devam eder.

        76 yaşında hayata gözlerini yumar

        Devam edelim; Florence 1900’lerin başında Philadelphia’da piyano öğretmeni olarak hayatını zor şartlarda ve yoksulluk içinde sürdürürken annesi Mary Jane gelir, kızını kurtarır ve birlikte New York City’ye yerleşirler. Hikâyenin geri kalanı biraz daha parlak sayılabilir. Florence New York’ta hayatının geri kalanını birlikte geçireceği İngiliz aktör St. Clair Bayfield’la tanışır, evet birlikte 30 yıldan fazla zaman geçirirler ama asla evlenmezler. Esas mesele bundan sonra başlıyor: 1909’da ölen babasından kalan yüklü miras, Florence’in o zamana dek ertelemek zorunda kaldığı müzik kariyerine hızlı bir başlangıç yapmasını sağlar. Şan dersleri alır, New York müzik sosyetesinin arasına sızmayı başarır. Kadın derneklerine üye olur, The Verdi Club’ı kurar. Sesi berbattır ama tüm amatörlüğüyle hayallerinin peşinden koşmaktan asla vazgeçmez. Bu arada verdiği konserlerle adını yavaş yavaş duyurmakla kalmaz, Verdi Club’da kadın dernekleri yararına organizasyonlar da düzenlemeye başlar. Güzel bir kadın değildir, üstelik giydiği gösterişli, tüylü kostümlerle müthiş kitsch’dir de. Bir keresinde bir arkadaşına şöyle dediği rivayet edilir: “Kimileri şarkı söyleyemediğimi söylüyor olabilir, ama kimse şarkı söylemediğimi söyleyemez.” Geri kalanını ekşi sözlük yazarı Lacriam çok güzel özetlemiş: “1944 yılı geldiğinde artık önünde çok da fazla zaman kalmadığını sezer Florence ve en büyük hayalini gerçekleştirmek yolunda gereken adımı atarak konser vermek üzere Carnegie Hall’u kiralar. Üstelik sezgilerinde yanılmamıştır, zira 2 bine yakın hayranının bilet bulamayıp kapıdan döndüğü söylenen bu konserden tam 1 ay ve 1 gün sonra, 76 yaşında hayata gözlerini yumar.” Ölümünün ardından hemen herkes bir konuda hemfikirdir: Florence yaptığı işte son raddede, başka pek az sanatçının olabildiği kadar mutludur ve bu mutluluk ondan dinleyenlerine sanki bir büyü gibi geçer...”

        HUGH GRANT VE KADINLARI

        1994, 4 Nikâh 1 Cenaze, Andie MacDowell
        1994, 4 Nikâh 1 Cenaze, Andie MacDowell
        1999, Aşk Engel Tanımaz, Julia Roberts
        1999, Aşk Engel Tanımaz, Julia Roberts
        1999, Belalı Aşk, Jeanne Tripplehorn
        1999, Belalı Aşk, Jeanne Tripplehorn
        2001, Bridget Jones’un Günlüğü-Renee Zellweger
        2001, Bridget Jones’un Günlüğü-Renee Zellweger
        2002, Aşka 2 Hafta, Sandra Bullock
        2002, Aşka 2 Hafta, Sandra Bullock
        2002, Bir Erkek Hakkında, Rachel Weizs
        2002, Bir Erkek Hakkında, Rachel Weizs
        2007, Söz ve Müzik, Drew Berrymore
        2007, Söz ve Müzik, Drew Berrymore
        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ