Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi 'Biz bitti demeden kitap bitmez'

        Rafet Güngör bir cilt ustası. 50 yıllık meslek hayatında Selahaddin Eyyûbi’nin kendi el yazısıyla yazdığı Kaside-i Bürde’den, II. Abdülhamid adına yazılan Kuran-ı Kerim’in restorasyonuna pek çok önemli işte görev aldı. Güngör ile buluştuk

        Rafet Güngör, 50 yıllık cilt ustası. Tarihi eser niteliğindeki kitapları onarıyor. 23 yıl Süleymaniye Kütüphanesi’nde, 10 yıl da Osmanlı Arşivleri’nde çalışan Güngör, son 16 yıldır da Vefa’daki Süleymaniye Cilt Evi’nde görev yapıyor. Hayatı boyunca kitapları yıpranmış görünümlerinden kurtarmak için çalışan Güngör ile konuştuk.

        Ciltçiliğin uzun bir tarihi var. Peki geçmişte nasıl yapılıyordu?

        İnsanoğlunun kâğıt kalemle tanıştığı günden beri var bu meslek. Kâğıdın icadı Çin’de başladığı için bu iş ilk orada başlıyor; ipek, deri, pamuk ve geven kökü de dediğimiz zamk-ı arâbi ile... Geçmişte kâğıt deriden pahalıymış ve insanlar cilt yaparken ceylan derisi kullanıyormuş. Bugün Topkapı Sarayı’nda, İstanbul Sarayı’nda ceylan derisine yazılmış yüzlerce Kuran ve ilmi kitap var. Mesela Hazreti Osman’ın meşhur Kuran’ı ceylan derisi üzerine yazılmıştır. Cildin en iyisi deriden olur.

        Uzun yıllardır meslektesiniz...

        Talebelik hayatımda da ciltle uğraşıyordum. Bu işle ilgili bütün eğitimleri gördüm. Osmanlıca, Arapça gibi özel dersler aldım. Cilt işi yapanların bunlara vakıf olması gerekir. Ebru yapımı, kalıpların ciltlere tatbiki... Şemseler, zencerekler, sertaplar, mıklepler..

        Ciltçilik neden önemli?

        Bütün yazılı eserlerin en son işlem gördüğü merkez, ciltçinin atölyesidir. Ciltçiden çıktığı an kitap bitmiş demektir. Sevabıyla, günahıyla bu iş ciltçinin üzerine kalır. Kısaca biz bitti demeden kitap bitmez.

        Ciltçilik yapmak için hangi konularda uzman olmak gerek?

        Hat sanatı var, süslemesi var, tezhip yapımı var...

        Bu işin zor ve kolay yanları neler?

        Kolay değil ama biz hiç işin zorluğunu düşünmedik, daima kolaylaştırmanın yolunu aradık. Çünkü bize güzel geldi bu iş. “İlmin devamı kitaplarla, kitapların devamı cilt ile” derler. Biz bunu devam ettiriyoruz.

        Teknolojiyle birlikte bu iş nereye evrildi?

        Teknoloji maalesef el sanatlarını yıpratıyor. Matbaada kâğıdı makineye yerleştiriyorlar, kitap ciltlenmiş şekilde son halini alıyor. Teknoloji sayesinde günde 10 bin kitap ciltlenebiliyor ve kısa ömürlü, insanların günlük ihtiyacını gideren kitaplar çıkıyor. Bu sanat değil.

        Günümüzdeki kitaplara neden kısa ömürlü diyorsunuz?

        Eskiden kitaplar formalı basılıyordu. Şimdi sırtı kesiliyor, kolalanıyor ama 10 gün sonra da dağılıyor. Çünkü kola kuruduktan sonra sertleşir ve sayfaları açtığınızda çatlamalar oluşur. Zamandan kazandık ama artık kitaplarımız sağlamlığını yitirdi.

        İşiniz gereği bugüne kadar elinize geçen, tamir ettiğiniz en değerli kitap hangisiydi?

        Uzun meslek hayatımda elimden birçok kitap geldi, geçti. Suriye’ye gittiğimde birkaç mühim eseri tamir etme şansım oldu. Bunların en önemlilerinden biri, II. Abdülhamid adına yazılan Kuran-ı Kerim oldu. Selahaddin Eyyûbi’nin kendi el yazısıyla yazdığı Kaside-i Bürde’nin ve Muhiddin İbni Arabi Hazretleri’nin eserlerinin restorasyonu da benim için önemli işlerdi.

        ‘NECİP FAZIL, YUMRUĞU MASAYA İNDİRDİ’

        Bu işe başlarken sizi en heyecanlandıran şey ne oldu?

        Lisedeydim, her yıl Türk Talebe Birliği’nde münazara yarışmaları oluyordu. Jüri üyeleri arasında, Necip Fazıl, Ahmet Kabaklı, Osman Yüksel Serdengeçti gibi adamlar vardı. ‘Harf mi kuvvetlidir, yoksa söz mü?’ diye bir münazara oldu. Karşı taraf sözü savundu, “Söz çok tesirlidir, kalıcıdır. Kırar da sevindirir de” dediler. Bizimkilerse, “Yazı kuvvetlidir” dediler, çivi yazısından, Urartulardan, Selçuklulardan, Abbasilerden bahsettiler. Uzun uzun tartışıldı. En son bir hafız arkadaşımız, “Eğer söz kuvvetli olsaydı Nuh Peygamber oğluna söz geçirirdi, oğlu da suda boğulmazdı” dedi. Bunun üzerine, Necip Fazıl yumruğu masaya vurdu ve “Tamam, bu iş burada biter” dedi. Eh, ben de yazının kuvvetini bir kez daha anlamış oldum.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ