Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Woody, gerçek bir maestro’

        Gizem Sevinç SELVİ / HT PAZAR

        90’ların indie kraliçesi, bağımsız filmlerin mihenk taşı Parker Posey’le buluştuğumuzda hunharca önündeki çörekleri, kekleri yiyordu. “Gördüğüm en dişi kadınlardan biri” desem asla abartmış olmam. Aynı anda hem durgun ve soğuk hem de heyecanlı görünüyordu. Köpeği Gracie’den bahsederken gözleri parladı ve küçük bir çığlık attı. Sonra birdenbire karşımda makyaj yapmaya başladı, üstelik ortada ayna filan da yoktu, buna rağmen elleri maharetliydi. Kulağa biraz tuhaf gelebilir ama işte sohbetimiz tam olarak böyle ilerledi; inişli çıkışlı. Posey, Woody Allen’ın bu hafta gösterime giren Cafe Society filminde zengin bir yapımcının model ajansı sahibesi karısı Rad’i canlandırıyor ve Allen’dan “maestro” olarak söz ediyor. İşte gerçek bir New Yorker ve bağımsız bir aktris olan bu cazibeli kadının ağzından hayatı; 90’lar, Hollywood ve İstanbul...

        Yediklerinize bakıyorum da, sizin hamur işlerinden uzak duracak bir tip olduğunuzu düşünürdüm... Ah, tüm bunlar çılgınca! Şu krakerler inanılmaz değil mi?

        Sen neden yemiyorsun, alsana!

        Teşekkür ederim. Göründüğünüz kadar mesafeli ve güçlü olabilir misiniz gerçekten? Dürüst mü olmalıyım? (Uzun uzun düşünüyor.) Gerçek mi?

        Hmm, ben, ben, ben... Bu soruya verecek bir cevabım yok. Ne görüyorsanız gerçek odur belki de.

        90’ları özlüyor musunuz? O dönemin stilini çok, çok özlüyorum. Sen bilmiyorsun değil mi? Kaç yaşındasın?

        Öyle cool’du ki! Tüm bu iPhone’lardan, fotoğraflardan, Instagram’dan falan çok önceydi. Son derece özgürdün, eğleniyordun ve hiç kimse yaptığın şeyleri kaydetmiyordu.

        Özgürlüğü böyle mi tanımlıyorsunuz?

        Biliyorsun, benim jenerasyonum gerçek bir kültür jenerasyonuydu. Dışavurumcuyduk, AIDS krizinin başladığı garip zamanlardı ve New York her zamankinden daha güzel görünüyordu.

        Siz hep New York’ta yaşadınız. Hollywood’dan bu kadar uzak kalmayı neden tercih ettiniz?

        Mevsimlerin değiştiğini hissetmeyi, bir şehrin sokaklarında yürüyen insanları izlemeyi seviyorum. New York’taki çeşitlilik olağanüstü, insanlar arkadaş canlısı. İlkbaharda deniz kenarında yürümeye bayılıyorum mesela. New York’ta nereli olduğunun hiçbir önemi yoktur, günün sonunda herkes keyfine bakar. Öte yandan sinema endüstrisinden uzak yaşamak bana iyi geliyor; ne yaptığımı daha net görebiliyorum. Daha çok sanatla ve sanatçıyla iç içe oluyorum. Hollywood’un depresif bir tarafı da var benim için aslında. (Derin bir iç çekiyor.)

        Aslında kariyeriniz de Hollywood’dan uzak sayılabilir. Neticede “İndie Kraliçesi” olarak anılmanızı sağlayan işleri bilinçli seçtiğinizi düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

        Haklısın. Elime bir hikâye geçtiğinde didik didik okurum, işin içine girip yapmaya karar vermem zaman alır. Oynadığım filmlerin bir kısmı Hollywood yapımı, bir kısmı değil. Biliyorsunuz, Hollywood kendi başına bir sistem ve doğrusu bununla başa çıkabildiğim için çok şanslıyım. Ayrıca New York’taki bağımsız film yapımcılarıyla takılmanın çok faydasını gördüm çünkü muazzam bir topluluk var orada. Beni ben yapan, adımı duyuran onlar oldu. Bir tarafta milyon dolarlar, bir tarafta birkaç bin konuşuluyor ama ben hiçbir zaman kariyer ve para peşinde olmadım. Zaten artık televizyon ve online mecralar; Shazam, Amazon falan var. Düşük bütçelerle sesinizi duyurabilmeniz mümkün, illa büyük filmlere gerek yok.

        New York Times’a “Hollywood benimle ne yapacağını bilmiyor” derken ne demek istemiştiniz?

        Eh, çünkü o zaman gerçekten bilmiyorlardı. Şimdi kendimi Hollywood oyunlarının biraz daha içinde hissediyorum. Benim yolum bu değildi işte, çok basit. (Poğaçaları gösteriyor.) Bu şeylerin adı ne? Bagel gibi değil mi?

        47 yaşındasınız, hâlâ muazzam görünüyorsunuz ama hayatın getirdiği yeni keyifleriniz var mı merak ediyorum.

        Büyük resmi görmekten zevk aldığımı fark ediyorum, en önemlisi bu. Geçmişe kıyasla daha az endişeliyim. Hâlâ başkalarına benzemiyorum ama şikâyetim yok, kendi benliğimde daha güvende hissediyorum. Sonra hem hayatta hem sanatta daha az eleştiriyorum, daha az işkence ediyorum, daha fazla şükran ve farkındalık duygusuna sahibim. Giderek daha az çıkıntılık yapıyorum bir de, çünkü kendimi ifade etmek için daha yoğun bir iletişim arzusu duyuyorum.

        Köpeğiniz Gracie nasıl?

        Ahh, çoook tatlı! Yoksa senin de mi köpeğin var?

        Hayır, kedim var.

        Aman tanrım! Kaç yaşında? Dünyadaki en güzel yaratıklar onlar, lütfen kedini benim için öp.

        Seve seve. Hayatınızdaki dönüm noktalarını sorsam... Dönüm noktaları...

        Hmm, bu çok derin bir soru, çok acı verici olabilir... Geçebilir miyiz?

        Elbette. “Artık 47’yim ve hayatı öğrendim” diyebiliyor musunuz?

        Her şey zamanla kolaylaşıyor, tesadüflere daha fazla inanmaya başlıyorsun. Belki de evet, daha mutluyum, iletişim kurmak eskisinden daha çok mutlu ediyor beni. ‘Onunla çalışmak büyük mesele’

        Woody Allen fenomeniyle çalışmak nasıl bir his? Hem Irrational Man’de hem şimdi Cafe Society’de birlikteydiniz...

        Woodie müthiş bir adam, bir dâhi. Yaptığı işte öyle iyi ki, gerçek bir maestro. Bu zaman zaman göz korkutabiliyor tabii, mesela inanılmaz hızlı çalışıyor.

        Pratikliği dehasının bir parçası olabilir mi?

        İnanılmaz bir enerjisi var, Woody Allen’la çalışmak büyük mesele.

        Daha önce defalarca İstanbul’da bulundunuz, havasını biliyorsunuz. Ne dersiniz; bir New Yorker olarak İstanbul’da yaşayabilir miydiniz?

        Kesinlikle evet. 5-6 yıl önce bir kez daha gelmiştim. Geçen haziranda da buradaydım. Neticede çok genç bir ülkeden geliyorsanız tarihe hasret oluyorsunuz. Ayasofya’yı, Sultanahmet’i gördüğümde büyülenmiştim; şehrinizin güzelliği, gücü, tartışılmaz. Öte yandan birçok entelektüel insanla tanıştım, diyebilirim ki hepsi de kesinlikle “spiritüellik ve adanmışlık” kokuyordu.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ