Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Gölgeler ülkesi Romanya’da edebiyat turu

        GÜLENAY BÖREKÇİ/HTPAZAR

        Edebiyat Turları’nın ilk durağında Gülşah Elikbank’ın “Yalancılar ve Sevgililer” romanının izlerini takip ederek Romanya ve Transilvanya’yı gezdik ve bu güzel toprakların sadece edebiyatını değil, eşsiz doğasını, mimarisini, kültürünü, tarihini, lezzetlerini de tanıdık. Benim izlenimlerim aşağıda ama bence önce Gülşah Elikbank’la yaptığım röportaja bir göz atın. İşte edebiyatla geziyi birleştiren Pronto Tour’un programına dair ayrıntılar....

        Edebiyat, gezi ve lezzet benim için çok iç içe geçmiş şeyler. Mesela kendi adıma yazarların yemek tariflerini, seyahat yazılarını okumayı çok seviyorum. Sen de öyle düşünüyor olmalısın ki bu projeyle çıktın karşımıza...

        Yazarların şehirlerle ilişkisi farklı oluyor. “Yalancılar ve Sevgililer”e başlarken, “Yolculukların sonunda, insan aradığını değil belki ama kendine ait izleri buluyor” diye yazmıştım. Bu kez artık o izlerin peşine düşmek istiyordum. Sevdiğim yazarların kitaplarında anlattığı şehirleri de merak ederim.

        Mesela Dublin’e gitmedim ama Maeve Binchy romanlarından dolayı avucumun içi gibi bilirim. Tabii gitsem belki bambaşka şeyler hissedecek, belki hayal ettiğimden farklı bir yer bulacağım. Bir de yazarın neden o şehirde bir roman yazdığı konusu var... Nelerden etkilendi, neden onca şehir dururken o şehri yazdı... Yine Binchy’nin “Yıldızlı ve Yağmurlu Geceler” romanı Yunanistan’da geçer, neden? Her okurun zihninde böyle sorular dolaştığından eminim. Böylece sonunda romanların izinde seyahatler hayal ettim, bazı şehirleri onları en iyi anlatacak yazarlarla gezmek okurun hoşuna gidecekti...

        Romanındaki karakterlerden biri, hatırası, gölgesiyle Vlad Tepeş, neden?

        Romanya’ya ilkin tesadüfî olarak gitmiştim; 2004’te... Bran şehrinde Drakula’nın şatosunu gezerken içimde derin bir keder hissettim, anlatılanlar bana hüzün verdi.

        “Kimse nedensiz yere bu kadar zalim olamaz” diye düşündüm. Kötülük, deneyimlendikten sonra kanıksanan bir şey bana sorarsan ve hepimizin içimizde kötücül bir yan var. Fakat tetikleyen unsurlar olmadıkça, o yanımız uyanmayabiliyor. Vlad Tepeş için de böyleydi bence. Biri onun kan içmediğini; çektirdiği kadar da çekmiş olan gerçek bir karakter olduğunu anlatmalıydı. Bir de ben, Romanya’nın gri ve umutsuz zamanlarını az çok biliyorum ama yıllar sonra yeniden gittiğimde, ülkedeki değişime de şahit oldum. Drakula ailesinin üye olduğu Ejderha Tarikatı meselesi var. Tarikatlar her dönem başa beladır; bunun altını çizmek istedim. En iyi bildiğim ülkeden başlamalıydım. Romanya bütün o dengesizliği, savrulmuşluğu, kimsesiz ama dik duruşuyla bana yakın geliyor.

        Orada ne bulacak katılanlar?

        Romanya’nın başına buyruk bir ruhu var. Katıldıkları savaşlara neden girdiklerini sorduğunda hep aynı yanıtı alırsın: “Bağımsızlığımız için!” Tuhaf seçimler de yapmışlar geçmişte, ülkenin başına geçecek kralı başka bir memleketten davet etmişler mesela. Sonra uzun sürmüş bir diktatörlük dönemi yaşamışlar, bir yandan da AB ülkesi olmuşlar. Romanya’nın serseri tarafı, benim içimdeki suskun ama deli kadınla bu nedenle çok örtüşüyor. Gezimizde ağırlığı Transilvanya’ya verdim, romanım da orada geçiyor. Katılımcılarla Drakula mitini anlamaya çalışırken bir yandan da müzikli Rumen geceleri düzenliyor, romanın geçtiği yerlerde okumalar yapıyoruz. Sen gördün, sohbet ve tartışmalarımız da oluyor. Gidilecek yerlerin hepsi benim etkilendiğim, ilham aldığım, romanımda bahsettiğim mekânlar...

        Gelenler, edebiyat adına ne bulacak bu turda?

        Romanım Braşov şehrinde Kara Kilise’nin önünde kazığa geçirilmiş halde bulunan bir politikacıyla başladığı için, ilk durağımız orası. Sonrasında Bran şehrine ve Drakula efsanesine yoğunlaşıyoruz. Sinaia’daki Peleş Kalesi ve Bükreş’teki devasa Parlamento Sarayı da ülkenin siyasi yapısını anlamak için önemli bilgiler içeriyor. Bu turda bir bakıma Romanya’nın kalbine dokunuyoruz. Seçtiğim her mekân, aklımdan çıkmayan, romanı kurgularken yüreğimi sızlatmış olan yerler. Roman kadar bir yazarın zihninin çalışma biçimi de az çok sezilecektir kanısındayım. Yazmak istemiş ama cesaret edememiş kişilere de ilham kaynağı olur belki. 6 “ 6 Ekim’de Ayşe Kulin’le ‘Sevdalinka’nın izinde Saraybosna’dayız. Tuna Kiremitçi’yle Selanik’i, Yekta Kopan’la Prag’ı gezeceğiz.”

        5 MADDEDE KAZIKLI VOYVODA'NIN MEMLEKETİ

        Romanya’yı çok sevdim ama sanki benim için çok da yeni bir yer değildi; kuytu caddelerini, taş kapıların ardına gizlenmiş güzel avlularını daha çocukken dolaşmıştım. Panait İstrati’nin romanları “Kira Kiralina”, “Arkadaş” ve “Sokak Kızı” sayesinde... Kutsala, gizeme, görünür ya da görünmez sihirlere kıymet veren Mircea Eliade, hayatıma çok daha sonra girdi. Onun “Mistik Öyküler”, “Matmazel Christina”, “Demirciler ve Simyacılar” gibi eserleriyle birlikte, Romanya’nın tekinsiz arka sokaklarını dolaştım, sırlarını keşfettim. Tesadüf değil herhalde, ikisi de çok acı çekmiş. Gençliğinde hızlı bir solcu olan İstrati sonradan bu ideolojiye karşı hayal kırıklığını, umutsuzluğunu dile getirmiş hatta intihara kalkışmış. Eliade ise komünist rejim sonrası yaşadığı baskılar yüzünden ülkesini terk etmiş.

        Bu topraklardakilerin yüzde 60’ı büyüye inanıyor ve dünya büyücü nüfusunun epey bir kısmı burada yaşıyor. O kadar ki büyücülük devletin 2011’den beri resmen kabul ettiği bir meslek. Gerçi kendileri bundan pek hoşnut değil, çünkü artık vergi ödemek zorundalar. Bu yüzden ülkenin dört bir yanından gelen büyücüler, hükümeti büyüyle etkisiz hale getirmek için zehirli mandrake otunun insan bedenini andıran köklerinden tutam tutam alıp beddualarla Tuna Nehri sularına serpmişler. Eh, böyle başa böyle tarak! Başkan Başesku ve ekibi de lanetten korunmak için onların ayin yaptığı günlerde pembe aksesuvarlar takmaya başlamış. Bu arada haziranda perileri ve diğer orman yaratıklarını kutlamak için Cricau Festivali düzenleniyor, beyazlar giyen kızlar Sanziene dansı yapıyor.

        Peleş Kalesi’ni de görmek gerek. Sinaia’daki Prahova Vadisi’nde yer alan bu yapı, Drakula’nın kasvetli mi kasvetli Bran Şatosu’na hiç benzemiyor. Acayip güzel, çok tatlı, oyunlu, oyuncaklı bir yer. Romanya’nın ilk kralı Carol’un yazlığı olarak 1875’te inşa edilmiş, yapımında 400 usta, binlerce işçi çalışmış. Ama bu iş öyle uzun sürmüş ki Carol, kalenin tamamlandığını göremeden, 1914’te ölmüş. Oymalı ahşap tavanları, peri masallarından çıkmış gibi duran renkli salonları, işlemelieriyle insanı büyüleyen bu Neo-Rönesans tarzı binanın dekorasyonunu bizzat Kraliçe Elisabeta yapmış, duvarlarını da Gustav Klimt’in tablolarıyla süslemiş. Ayrıca sayısız gizli kapı ve geçit de ekletmiş. (İtiraf edeyim, en heyecanlısı, kütüphanedeki raflardan birinin, bir gizli geçidin girişi olmasıydı.) İçinde mini bir sinema salonu bulunduğu ve Avrupa’da merkezi ısıtması, havalandırma sistemi ve elektriği olan ilk kale sayıldığı bilgisini de iliştireyim.

        Eh, “karanlıklar prensi” Vlad Tepeş’ten bahsetmemek olmaz. Siz, Kazıklı Voyvoda veya Drakula da diyebilirsiniz, sonuçta aynı kapıya çıkıyor. Bram Stoker, 19’uncu yüzyılda “Drakula”yı yazınca, topu topu 6 yıl hüküm sürmüş olan Vlad Tepeş bir anda pop kültür ikonu oldu. Gerçi 6 yılda öyle korkunç şeyler yapmıştı ki! Başa geçtiği gün şehrin yoksullarını, dilencilerini, mahkûmlarını bir şatoda toplayarak büyük bir ziyafet vermiş, sonra da kapıları kapatıp şatoyu aleve verdirmiş mesela. Onun döneminde sokakta içi elmaslarla dolu bir sandık dursa, kimse dokunmazmış, çünkü en hafif ceza diri diri kazığa çakılmak ya da çivili koltuklara zincirlenmekmiş. Bahsi, bu feci adamın isminin yarısının Türkçe olduğunu söyleyerek kapatacağım. Vlad Tepeş’in babasına halk ‘Dragon, yani Ejderha Tarikatı üyesi’ anlamında “Drako” diyormuş. Vlad Tepeş’de bu durumda “Drakoğlu” diye anılıyormuş, zamanla Drakula’ya dönüşmüş. n Çavuşesku’nun parlamento sarayı, dünyanın en büyük yönetim binası olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmiş.

        Çavuşesku’nun Cumhuriyet Evi adını verdiği bu 12 katlı, bin 100 odalı bina, bugün Halkın Evi olarak anılıyor. İnşası için Transilvanya’dan 1 milyon metreküp mermer getirtilmiş. İçindeki sayısız ayna, bin 409 avize ve 480 şamdan için 35 bin ton kristal üretilmiş. Kapılar, pencereler, sütunlar ve şamdanlar için 700 bin ton çelik ve bronz, parkeler ve lambriler için 900 bin metreküp ceviz, meşe, kiraz, karaağaç, çınar odunu, değişik boylarda toplam 200 bin metrekare yün halı, gümüş ve altınla işlenmiş nakışlı kadifelerle ipek kumaşlar kullanılmış, içeriye dev dokuma makineleri kurulmuş. Sarayın önüne de Paris’teki Champs Elysees Caddesi’nin aynısı yapılmış, sadece Çavuşesku, “Bizimki 1 metre daha geniş olsun” diye buyurmuş, o kadar. Tabii bunca görkem, sarayın duvarlarına sinmiş o derin yalnızlığı, kederi kapatamamış, ayrı konu. Şahsen ben, burada da bir başka romanın yazarını beklediğini hissettim. Bir ek: Rehberimiz hâlâ sıkı bir komünist olan Marian Bey’di ve açıkça söylemese de Vlad Tepeş’e hayrandı. (Oğluna bu ismi koyduğuna göre.) Bir de Çavuşesku’ya. “Onun döneminde her şey ölçüyle satılıyordu, mesela 100 gram peynir almamıza izin vardı, zaten paramız ancak o kadarına yetiyordu. Şimdi marketlerde her şey var, dilediğimiz kadar alabiliriz ama paramız hiç yok” dedi. Ardından o dönemde kültüre, sanata verilen önemi ve ABD’nin Çavuşesku’yu nasıl harcadığını anlattı. Cricau Festival’inde Sanziene dansı yapan genç kızlar.

        ROMANYA TAVSİYELERİ

        Herta Müller’in “Keşke Bugün Kendimle Karşılaşmasaydım” romanını, Mircea Cartarescu’nun eserlerini, Mihail Eminescu’nun şiirlerini ve Emil Cioran’ı okuyun. n Nâzım Hikmet’in Romanya’da yazdıklarını da bulun. n Vlad Tepeş hakkında yazılanları, mesela Bran Kalesi’nde satılan o harika illüstrasyonlu kitabı edinin.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ