Gönül Paksoy: O attığınız kabuklardan neler pişer bir bilseniz!
Moda tasarımcısı Gönül Paksoy ile 'Atıksız Mutfak' kitabını Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a anlattı
10 yıl boyunca Nişantaşı Atiye Sokak’tan geçtiğim her gün, o mağazanın vitrinine imrenerek ve kıskanarak baktım. Gönül Paksoy’un üzerinde tabelası bile olmayan kocaman pencereli butiğinin vitrininde çoğu zaman ya antika kadifeden yapılmış bir çift ayakkabı olurdu ya da yüzyıllar öncesinden kalmış duygusu veren kemik bir kolye. İç kısımda ise ham ipekten haki ve bordo tonlarında giysiler. Geçtiğimiz aylarda Atiye Sokak’ın gürültüsünden kaçıp Teşvikiye Camii’nin arkasına taşındı da ben de içeriye kıskançlıkla bakmaktan bir nebze kurtuldum! Ne de olsa gazeteci maaşım her biri bir müzelik o parçaları almaya yetmiyordu!
Şaka bir yana Gönül Paksoy, Türk tasarım dünyasının en kalıcı isimlerinden biri. 30 yıla yaklaşan sanat hayatında çizgisini hiç bozmadı. Anadolu’dan topladığı antika kumaşları ve özel olarak dokuttuğu ham ipekleri doğal boyalarla renklendirerek mistik kıyafetler, takılar, ayakkabılar tasarlıyor.
Paksoy, yalnızca moda tasarımlarıyla değil yemeğe olan merakıyla da biliniyor. Her yıl sanat ve cemiyet dünyasının önde gelen isimlerine geleneksel yılbaşı yemeği hazırlıyor. Daha önce ‘Yenilebilir Boncuklar’, ‘Çiçek Yemek’ gibi ilginç kitaplara imza atan Paksoy, bu sefer biraz çılgın bir tarif kitabıyla karşımıza çıktı. ‘Atıksız Mutfak’ adını verdiği kitabında, yemek yaparken çöpe attığımız malzemelerden enteresan tarifler çıkarmış. Salatalık kabuğundan, biber-patlıcan sapından, fıstık kabuğundan yapılabilecek yemekleri anlatmış.
Tıpkı giysi tasarımları gibi yemek kitaplarını da piyasada satışa sunmuyor ama ilginizi çekerse Nişantaşı’ndaki butiğinde bulabilirsiniz...
‘Atıksız Mutfak’ kitabının fikri nasıl doğdu, salatalık kabuklarını soyduktan sonra, “Aman dur, atma” diye bir ses mi duydunuz?
Hayır, yavaş yavaş oldu. Her şeyi tanımak isteyen meraklı bir çocuktum. Anneannemi yemek yaparken seyretmek bende ciddi bir bellek oluşturdu. Bir şeyler atılmaz, çöpe savrulmazdı. Mesela bezelyenin kabuğunun şimdi çöpe gidiyor olması bana tuhaf geliyor. Annem atmazdı ve çok basit, çok güzel başka yemekler yapardı. Hatta annemin pişirmesine fırsat kalmadan biz o kabukları yerdik. Çok çıtır bir şeydi. Bu kitap üzerine çalışmaya başlarken anneannemin ve annemin yaptığı şeyleri hatırlamaya çalıştım.
Biz Gönül Paksoy’u modacı kimliğiyle tanıyoruz. Yemek yapma, daha doğrusu böyle çılgın tarifler bulma merakı ne zaman başladı?
Ben ilk çocuk, ilk torundum. Hiçbir zaman bir bardak su bile getirmek zorunda kalmadım. Master yaparken artık kendi evim vardı. Annem arada yanıma gelip benim için bir şeyler yapıyordu. “Ben niye yapamayayım?” diye düşünürken turşu, kek, pasta yapmaya başladım. Kimse bunları benim yaptığıma inanmıyordu. Bir gün California’dan pirinç ithal eden bir firmanın düzenlediği tarif yarışmasına katılıp birinci oldum, ödül aldım. Sonra telefonlarım hiç susmadı, tüm arkadaşlarım davetlerinde mönüyü benim hazırlamamı istemeye başladı.
Bundan önce birkaç yemek kitabı daha yazmıştınız ama ‘Atıksız Mutfak’ çok daha sıra dışı. Beni en çok şaşırtan tariflerden biri, kestane kabuğunda tavuk... Bunlar nasıl ortaya çıktı, deneme-yanılma yöntemiyle mi?
Hayır, hiç deneyip yanılmadım. Hep denedim ve oldu! Kestane kabuğunun dışında bir dikenli kabuk var, sonra gördüğümüz kabuk var. Sonra da içinde tüylü bir kabuk var. Onun üstünde ince bir kabuk daha var. En sonunda kestaneye ulaşıyorsunuz. Aynı şey yer fıstığı için de geçerlidir. Bu kabukların bir fonksiyonun olması gerekiyor. Dünyanın artık buna ihtiyacı var. Çok fazla şeyi atıyoruz. Davos’taki son toplantıda, kişi başına atığın yarıya indirilmesi kararı aldılar. Benim istediğim de o atığın azaltılması. İnsanlar ilk önce, “Bize atık mı yedireceksin?” diye karşı çıktılar. En yakınımdaki insanlardan bile bunu söyleyenler oldu. Tadınca fikirleri değişti tabii... Lafın kısası, bu kitapla hem Türkiye’nin zenginliklerine hem de açlık ve artık sorununa dikkat çekmek istedim.
‘PAZARCILARIN KESİP ATTIĞI SEBZE BAŞLARINI TOPLADIM’
Enteresan malzemeler kullanmışsınız. Mesela biberlerin sapını kesip atarız, siz ondan yemek yapmışsınız. Lezzeti var mı sahiden?
Elbette var. Saplarındaki yeşil ve içlerindeki beyaz kısım, ona farklı bir tat kazandırıyor. Ankara’nın ilçelerinden birinde de buna benzer bir yemek yapılıyor zaten.
Tarifler için Anadolu’yu dolaştınız mı?
Hayır, dolaşmadım ama araştırdım. Çok insanla konuştum. Pazarcılardan kesip attıkları sebze başlarını topladım. Alabaş diye isimlendirdiğimiz, toprağın üstünde turp gibi bir yer lahanası vardır. Onun yapraklarını da atıyorlar. Organik pazardan topladım ve onlardan dolma yaptım. Çok lezzetli oldu.
Patlıcanın sapıyla yapılan tarifler de var. Çiğnemek mümkün mü o sapları? Odunsu kısmı yerken çıkarıyorsunuz, o kadar.
Sizin en favori tarifiniz hangisi bu kitapta?
Yaza girdik, bol bol karpuz tüketeceğiz. Kırmızı kısımlarını yiyip dış kabuğunu atmayın. İçindeki pembeliği biraz bırakarak karpuzu tüketirseniz, geri kalanı istediğiniz şekilde kesip en dıştaki kabuğu 1 milim kalınlığında soyarak zeytinyağlı yemek pişirebilirsiniz. Ben ince mandolin bıçağıyla kesiyorum, kireçle sertleştiriyorum. Soğan ve kakule kullanıyorum. Şeker koymuyorum ama isteyen kullanabilir. Tane karabiber, tane kimyon da koyuyorum. Sonra yarım fincan kadar su koyarak pişirmeniz yetiyor, çünkü karpuz su zaten. Ardından isterseniz çörek otlu yoğurt veya limon ile tüketebilirsiniz.
Türk şeflerden beğendiğiniz kimse var mı?
Hepsini çok iyi tanımıyorum ama sayılarının artmış olması güzel. Sadece, bazılarının değişiklik yapmak için ortaya uyduruk şeyler çıkardıklarını görüyorum. Ondan rahatsız oluyorum. (Gülüyor)
‘Raw food’ yani çiğ tüketme akımını nasıl karşılıyorsunuz?
Benim yaptıklarım çok az pişiyor zaten ama pişirmenin gerekli olduğu durumlar da var. Mesela spagetti yerine kabak kullanıyorlar. Kabakları incecik incecik kestiğinizde o görüntüye kavuşuyor ama o gerçek bir makarna değil ki! Ben ona kızıyorum. Aldatmaya karşıyım.
Tariflerinizde fazla et yok. Neden?
Et de var ama ben çok et tüketen biri değilim. Kendi beslendiğim şekilde tarifleri sunmak istiyorum.
Bu malzemeleri bulmak zor mu?
Hiç zor değil. Zaten attıklarınızı atmayın, onlarla yaparsınız! (Gülüyor)
‘TASARIMLARIMI GİYMEYİP DUVARINA ASANLAR VAR’
Asıl mesleğiniz moda tasarımcılığı. Nişantaşı’ndaki butiğin vitrininden bakınca daha çok bir antikacı dükkânına benziyor mağazanız...
Ben modacı değilim, tasarım yapıyorum. Yaptıklarımı fonksiyonel sanat objesi olarak düşünebilirsiniz.
Giyilebilir sanat yapıyorsunuz yani...
Evet öyle. Hatta kimi müşterilerim giymeyip duvarına asıyor. Amerika’daki son sergimde çatma bir palto yapmıştım. Birinin üstüne güzel olacak ölçüdeydi ama bir senatör otelinin duvarına asmak için satın aldı. New York’ta Long House diye özel bir müze var. 80 yaşında bir sanatsever, bir tekstil müzesi yapmış. Bizden müzeye koymak için ürünler almıştı.
Ürünler özel olduğu kadar pahalı da. Çok müşteriniz var mı?
Hong Kong’da, Amerika’da çok az sayıda müşterimiz var. Son dönemde mobilya tasarımı yapmaya da başladım. Birlikte iş yaptığımız kardeşim bana “Bunları yalnızca 50 kişinin satın alacağını düşün” dedi. Böyle çalışmayı kabul ederseniz, yapmak istediğniz şeyi yaparsınız.
Sizin asıl kullandığınız doku ipek...
Evet, az miktarda yün, az koton, biraz keten, ama ağırlıklı olarak ipek kullanıyorum.
Bu ipekleri nereden buluyorsunuz?
Eski tekstilleri toplayıp restore ediyorum. Ama onu yeni bir şeyle de desteklemeniz lazım. Onun için bazılarını özel dokutuyorum.
‘KUMAŞLARIMI EVDE BİTKİLERLE BOYUYORUM’
Gönül Hanım, siz aslında kimya mühendisliği okumuşsunuz. Üniversite yıllarında doğal boyalar üzerine tez yazmışsınız. Tasarımlarınızın kumaşlarını kendiniz boyuyorsunuz sanırım...
Evet, ben her giysiden yalnızca bir adet tasarlıyorum. Dolayısıyla 1 veya 2.5 metre büyüklüğünde parçalar boyuyorum. Hiçbir zaman 5-6 metre olmuyor. Bir de dikilmiş bir şeyi alıp onu sökerek kumaş gibi kullanıyorum ama mutlaka renkleriyle oynuyorum. Çünkü onlar kendi döneminde güzel renklerdi ama ben şimdi kendi tasarımımı yapıyorum. Kumaşları evde boyuyorum.
“En çok meyan kökü ve adaçayı kullanıyorum” demiştiniz.
Karışım olarak kullandıklarım var. Mesela, her bir bitkiyi başka bölgeden alıyorum. Bir renk tonu için ceviz kabuğunu Konya’dan alırken, bir başka ton için Sapanca’dan alıyorum. Adaçayı da öyle. Her yerdeki aynı sonucu vermiyor. Çünkü boyar maddede toprağın da etkisi var. Yerin bir kimliği var. Botanikle de biraz ilgilenmek zorunda kalıyorsunuz. Bir müşterim, sürekli adaçayı ile boyananları satın alıyor. Belki kumaştaki kokuyu, belki renk tonlarını seviyor.
Tasarımlarınızın mistik bir tarafı da var. Sufizmden mi etkilendiniz?
Tekke giysileri beni çok etkilemişti. Mistik tarafı değil de tasarım yönleri beni etkiledi. Oradaki matematik hesapları çok ilgimi çekti. Mesela dervişlerin giydiği tekke hırkası vardır. Eni 40 santimetre olan dokuma kumaş kullanılır. Bir boy parçayı ikiye katlayıp iki boy olarak keserler. Oradan çıkan parçayı kullanmak üzere saklarlar. Yanına diğer parçalardan yarım ya da tüm ekleyerek çapraz üçgenler yaparak genişletirler. Yakadan çıkan küçük parçayı da kolun altını genişletmek için koyarlar. sonuçta 1 santimetre kumaş bile atılmaz. Temelinde, “İsraf haramdır” felsefesi var. Bundan çok etkilendim...