Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Ben size göğüs çatalınızı açın diyor muyum?

        Ben işi çok iyi buldum, iyi gazetecilikti, yazılmamış bir şeydi. İçeridendi. Samimi hakiki ve farklıydı. Hoş insanı yakalayan bir dili vardı. Kendisiyle dalga geçme kabiliyeti, takdir edilmeyecek gibi değildi. Bu kadar tantanadan sonra Nihal Bengisu Karaca ile tanışmamam beklenemezdi. Tanıştım. Anlattı. Kafasının çalışma ve kendini ifade etme biçimine bayıldım...

        Nasıl bir öykü sizinki?

        - Ankara’lıyım. Babam cerrah. Ben doğduğumda Hacettepe Tıp Fakültesi’nde öğrencisiymiş. Sanatçı ruhlu bir doktor. Yağlı boya resimler yapıyor, saz çalıyor. Arı Sineması’nda konser vermişliği bile var.

        Nereli?

        - Yunanistan doğumlu. Gümülcine. Gayet iyi Rumca bilir. 12 yaşında Konya Maarif Koleji’ne yatılı olarak geliyor. Kolejde okurken "Yunan dönmesi!" diyenler oluyor, en büyük kavgalarını bu yüzden veriyor. Israrla Türk ve Müslüman olduğunu anlatmaya çalışıyor. Çok başarılı bir öğrenci. Hacettepe Tıp’ı kazanıyor. Kolejdeki sıra arkadaşı, annemin kuzeni. Öyle tanışıyorlar. Evleniyorlar. Üç çocuk yapıyorlar.

        Aşk evliliği mi?

        - Bir beğeni, bir hoşlanma olmuştur...

        Siz çocukken onları ele ele görür müydünüz, "Bunlar çok seviyor galiba birbirini!" der miydiniz?

        - Babamın sevdiğine çok eminim. Babam, aşkı hissetmeye ve ifade etmeye daha yatkın. Annem biraz daha soğuk. Annem, vakur kadın.

        Siz ona mı benzersiniz?

        - Yok, ben ikisinin karışımıyım...

        Dışınız anneden, içiniz babandan mı?

        - Olabilir. Babam daha ilke ve prensipler adamı, annemse herkesi memnun edecek çözümleri oluşturmanın peşinde. İkisinin de etkileri var üzerimde.

        Anneniz baş örtülü mü?

        - Ben küçükken değildi. Sonradan oldu. 7-8 yaşlarına geldiğimde evdeki hava değişmeye başladı.

        Nasıl yani?

        - Bizimkiler daha İslami referanslara uygun bir hayat yaşamaya başladılar. 5 vakit namaz girdi eve. Evdeki söylem ve alışkanlıklar değişti, okunan kitaplar değişti. Batı klasikleri ya da Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Hemingway, kütüphanede arkaya, dini eserler ön sıraya geçti. Ama ben kütüphanenin arka sırasındaki o kitaplarla da ilgiliydim.

        Anneniz, birden bire mi baş örtüsü mü taktı?

        - Hayır. Yavaş yavaş. Önce yarım örtülüydü, saçları biraz görünüyordu, sonra görünmez oldu. Etek boyu da yavaş yavaş uzadı.

        Ama siz annenizin farklı halini hatırlıyorsunuz...

        - Tabii,tabii. Kısa etekler, dar buluzlar, yapılı saçlar, bakımlı tırnaklar. Hafta sonu beni sinemaya götürürken öyle giyinirdi. Ama sonra beden merkezli yaşamamaya karar verdi. Önce babam dindarlaştı, sonra annem. Ve evde hayat değişti.

        Ne oldu?

        - Verilen öğütler, çizilen hedefler değişmeye başladı. "Kızım çok iyi bir doktor olsun. Aynı zamanda bale de yapsın, dans dersi de alsın!" yerine, "Önemli olan sadece bu dünya değildir. Demiri sadece bu dünyaya atmayalım, ahiret hayatımızı da düşünelim, ona göre yaşayalım" denmeye başlandı...

        Bale yok yani...

        - Evet, din dışı bir alan olarak görülüyor.

        Nereye gönderiliyorsunuz peki?

        - Kuran kursuna. Bundan da şikayet ediyorum gibi bir hava çıkmasın. Ben size resmi tarif etmeye çalışıyorum.

        Aileniz değişirken siz de nasibinizi aldınız ve kapandınız öyle mi?

        - Müslüman kadının hayatındaki tek kırılma noktası örtünme değil. Önce içeriden değişmeye başlıyorsun, dışarıdan değil. Ben de öyle oldum. Ama ailenin her hangi bir talebi, baskısı yok. Kimse de beni zorlamadı. Zaman içinde peyder pey oldu. Lisede aklım henüz gelip gidiyordu ama üniversiteye geldiğimde artık net kararımı vermiştim.

        Aileniz ne dedi peki? Bunun bir kutlaması oluyor mu? Gelip sizi "Aferin doğru yolu seçtin" diye birileri tebrik ediyor mu?

        - Kendiliğinden gelişen bir süreç olduğu için hayır, kimse tebrik mebrik etmedi. Olması gereken şey gözüyle bakıyorlar.

        Gerekçeniz neydi: "Allah böyle istiyor, Kuran böyle emrediyor..."

        - Kuran böyle ister de, insanın içini buna yatırması, kendini ikna etmesi gerekiyor. Bu da yaratıcıyla kurduğu bağlantıyla ilgili. Ben çocukluktan beri Allah’la iyi bir bağım olduğunu düşünmüşümdür. Allah üzerine fanteziler kurduğumu da hatırlıyorum. Rüyalarımda görürdüm. Kimi zaman, çok beğendiğim bir çizgi film kahramanıydı, kimi zaman ışıklı dev bir dönme dolap. Arkadaşlarımızla da küçükken "Allah nasıl biri acaba? Nasıl bir varlık?" türünden konuşurduk. Bir keresinde bir arkadaşımın "Ben size göstereceğim, o bir erkek!" dediğini de hatırlıyorum. Biz donup kalmıştık. Arkadaş, bir iki buçuk lira getirdi. "Bakın işte bunun üzerindeki Allah!" diye gösterdi. Atatürk’ün Koca Tepe’ye çıkarken figürü. Tabii hemen büyüklerimize sorduk, "O bir Türk büyüğüdür yavrum, Allah değildir" dediler de içim rahatladı. Benim kurgumdaki Allah, cinsiyeti olan bir tanrı değil, hele bir erkek hiç değildi...

        TESETTÜRÜN AMACI SEKSÜEL DUYGU UYANDIRMAMAK

        Ağır makyaj, topuklu ayakkabı, vücut hatlarını ortaya çıkaran kıyafetler... Bunlar tesettürle bağdaşıyor mu?

        - Tesettürün amacı belli: Seksüel duygu uyandırmamak. Bir erkeğe hazırlanma içgüdüsünü terbiye etmek. Kadındaki beğenilme dürtüsünü törpülemek...

        Benim ise en sevdiğim şey! Erkeklerin bizi beğenmesinde ne mahzur var?

        - Örtünme bu. Terbiye ve kontrol etme mekanizması. İyi de kendimizi nereye kadar kontrol edeceğiz? İşte bunun boyutu kadından kadına değişiyor. Çünkü herkesin vicdanının kendisine söylediği ölçü farklı. Tamam belli sınırlar var ama işi pratikleştirirken çeşitli değişkenler devreye giriyor. Yani "Gözüne eye liner çekmiş, dar kıyafetler ve topuklu ayakkabı giymiş ama kendini tesettürlü sanıyor!" diye garipsediğiniz kişi, belki de tesettür ilkesine tutunarak kendini hizaya çekiyor...

        Daha açık ifade edebilir misiniz?

        - Şöyle: O insanlar, belki de içlerindeki beğenilme duygusunu ancak bu kadar kontrol edebiliyorlar. Belki de o ağır makyajları yapmasalar, dindarlıklarıyla bağdaşmayacak şeyler yapacaklar, çok açık giyinecekler filan. Hiç değilse bu kadarını yapıyorlar. Bize "Ben nefsimle mücadele ediyorum ve bu kadarını yapabiliyorum" diyorlar. Ben de diyorum ki, bu nefis mücadelesinin bile Allah’ın nezdinde değeri vardır. Bilemeyiz. Kimse yargılamasın, yadırgamasın. Ama bazen bana bile tuhaf geliyor. Dün mesela bir kız gördüm, başı sıkı sıkıya bağlı ama kollar çıplak. Yine de onu yargılamak bana düşmez.

        Peki hem örtünmek hem de böyle giyinmek arasında hiç mi çelişki yok?

        - Belki de kendini güzel hissetmek istiyor. Açık bir kadına baktığımda, "Bu kadının inançları, değerleri yok" demiyorum. Kapalı bir kadına baktığımda da onun da bir kadın olduğunu ıskalamıyorum. Siz de öyle yapmayı deneyin.

        İyi de hani örtünmede de bu tür duygularını törpülemesi gerekiyordu...

        - Demek ki o ancak o kadar törpüleyebiliyor...

        Sizin giyim tarzınızı da tesettürle bağdaştırmayanlar oldu...

        - Ben hiç kimseye "Madem açıldın tam açıl" diyor muyum? "Göğüs çatalın tam görünmüyor, ben hepsini görmek isterim, hepsi ortada olsun" Hayır demiyorum. O zaman kimsenin de bana "Neden böyle giyiniyorsun? Madem tesettürlüsün, çarşaf giysene" deme hakkı yok.

        CİNSEL ELEKTRİĞİN DOĞACAĞI VAR SAYILIYOR

        Baş örtülü kızların sevgililerini öpmeleri ayıp mı? Olmaması mı gerekiyor?

        - Dinen uygun görülen bir şey değil.

        Yanaktan öpünce...

        - O da değil...

        Erkek arkadaş da olamıyor...

        - Olamıyor demedim. Yüzlerce yıl önce, bunun usulleri belirlenmiş. Evlenecek kadın ve erkek üç kez bir araya getirilecek ve birbirlerini tanımaları sağlanacak. Hatta, peygamberimiz "Ona iyice baktın mı?" diye soruyor. Yani "Kendinde onunla evlenme konusunda duygusal bir motivasyon hissettin mi?" Bugün de gençler, birbirlerini tanımak için geçirdikleri belli bir arkadaşlık sürecinden sonra nişan ve düğün yapıyorlar.

        Cinsellik?

        - İki genç arasında cinsel elektriğin doğacağı var sayılıyor. Çok da yanlış bir varsayım değil. İslamda, "Bir taraf alsın yürüsün, dünyanın tozunu dumanını katsın. Öbür taraf da beyaz atlı prensini beklesin, sonra ikisi de çok mutlu olsun" gibi bir tasavvur yok. İki taraf cinselliği birbiriyle keşfedecek. O yüzden insanlar gençken evlenmeli. Aşkı, sevgiyi, cinselliği birbirleriyle tanımalı...

        NE İSA’YA NE MUSA’YA NE BUDA’YA NE KURDA NE KUZUYA

        Müslüman, kelime itibariyle "Allah’a teslim olan kişi" demek. Ne var ki, içinde bulunduğumuz kültür, her şeyi aklımızla çözebileceğimizi, her şeyi sorgulayarak anlayabileceğimizi, bilim ve teknolojiyle hayatın bile üzerine çıkabileceğimizi, doğaya karşı zafer kazanabileceğimizi öğütlüyor. Yani bu modern kültür içinde Allah’a teslim olabilmek o kadar basit ve kolay bir şey değil. Dolayısıyla, bunun altını doldurmaya çalışmak, her zaman Müslümanların tarafında olarak olmuyor. Bazen o tarafta, bazen bu tarafta, bazen şu tarafta durmak gerekiyor. Bazen de "Hiçbir" tarafta. Yani ne İsa’ya ne Musa’ya ne Buda’ya ne kurda ne kuzuya ne karıncaya yaranamama hali, bu ülkede bir kader olabiliyor...

        TATİL GÜNCESİNE SİZİN KESİM NE DEDİ, BİZİM KESİM NE DEDİ

        Tatil Güncesi yazmak aklınıza nereden geldi?

        - Radikal Gazetesi, "Tatil özel dosyası yapıyoruz. Siz nasıl yapıyorsunuz hiç bilmiyoruz bize bu konuda bir yazı yazar mısınız" dediler. Meraklarını sahici ve samimi buldum, "Tamam" dedim. Önce teorik bir yazı yazdım, sonra birden bire bir ses, "Niye meseleye dışarıdan bakıyorsun? Kendi yaşadıklarını anlat" dedi.

        Tedirgin olmadınız mı, ürkmediniz mi?

        - Yok hayır.

        Peki ne gibi sonuçları oldu?

        - Sizin kesim, "Tesettür adına, denizden vazgeçilir mi?" gibi bir şeye taktı. Bizimkiler ise, aktarılan bazı şeyleri, mahrem buldu. Çoluk, çocuk, eş, ev hali gibi geldi onlara. Yani anlatmamın, paylaşmamın ne manası vardı? Ama genel olarak benimle benzer zorluklar yaşamış olan hanımlardan çok olumlu geri dönüşler oldu. Ve tabii onların eşlerinden. Bir de şöyle bir gözlemim var: "Modern bir yazar gibi anlatıyorsun, son noktada yılmak neden?" Güncenin sonu, "Deniz sevdamdan bu kadar kolay vazgeçeceğimi zannediyorsanız fena halde yanılıyorsunuz, yola devam!" şeklinde bitseydi mesela, sizinkiler için daha anlaşılır olacaktı. Bizimkiler ise, çok iyi bildikleri bu türden vazgeçişlerin, bu kadar açık bir şekilde itiraf edilmesinden hoşlanmadılar.

        Gerçekten de "Mücadeleye devam!" diye bitirebilirdiniz...

        - İyi ama içimden gelmedi. Her yıl "Nerede denize girebilirim?" derdine düşen ben, bu yıl artık deniz planı filan yapmadım. Yapmadığımı da yazarken fark ettim.

        JJ JOHNSON DİNLERİM JULİAN BARNES OKURUM

        Hep mi çimenlerin içindeki ayrık otuydunuz?

        - Evet... Kendi düşüncesini, kendi arzusunu, kendi hayat biçimini zorla dayatan her şey beni sinir ediyor, provoke ediyor. Bu bir ideoloji de olabilir, bir moda algısı da, muhafazakarca beklentiler de...

        O zaman siz ne Musa’ya ne İsa’ya yaranıyorsunuzdur...

        - Haliyle. Ama bunu da yadırgamıyorum. Şöyle temel bir algı var Türkiye’de: Başörtülü müsün? Hurraaaa dincisin. "Türkiye’yi seviyorum" mu dedin? Sen o zaman milliyetçisin. Neeee? Laikliği mi eleştiriyorsun? Sen, devleti yıkmak istiyorsun! Ama ne var ki insanlar böyle bloklara, kamplara ayrılamaz aslında. Dolayısıyla Nihal Bengisu, Müslüman dindar bir kadın olarak ilginç müzikler dinliyorsa, farklı kitaplar okuyorsa, bu bazen rahatsızlık yaratabiliyor.

        Neler dinliyorsunuz, okuyorsunuz...

        - J J Johnson’ı çok seviyorum mesela. Ya da yazar olarak Julian Barnes’ı...

        Ne var bunda? Sevmemeniz mi gerekiyor?

        - Müslüman ve dindar bir kadının, Batı kaynaklı ilgi alanları ne kadar tasvip edilir? Hele de Batılılaşma macerasını eleştiren biriyse. Bu bir çelişki değil mi?

        Siz cevap verin, değil mi?

        - Benim anlayışıma göre, bir şeyi eleştirebilmen için, onun biraz içinde olman, bilgi sahibi olman gerekir. Biz bilmediğimiz şeyleri eleştirmeye çok alışığız. İki kesimin de en büyük hatası bence bu. Empati kurma gereksinimi duymuyoruz. Merakımızda çoğunlukla düşmanca oluyor. Ve hiç tecrübe etmediğimiz şeyler üzerine ahkam kesmeye bayılıyoruz. Sizin kesim de, bizim kesim de resmen bu konuda yarışıyor...

        KOCAMLA RÖPORTAJ SIRASINDA TANIŞTIM

        Tatil Günceniz’e kocanız ne dedi?

        - Haberi bile yoktu. Hürriyet’te yayınlanınca oldu...

        Benimkinin benim hayatımla ilgili her şeyden haberi var. Şu an sizinle röportaj yaptığımı bile biliyor. Sizinkinin neden yok?

        - Simbiyotik değiliz. Tek varlıkmışız gibi hareket etmeyiz.

        Bizde öyle değiliz. Ama önem verdiğimiz şeyleri birbirimizle paylaşırız.

        - Biz yapı olarak müsait değiliz. Hani telefonla her yaptığını birbirine aktaran çiftler vardır. Biz yapamayız. "Kontrol mü ediliyorum?" hissine kapılırız. Haber vermek aklıma bile gelmedi, ondan izin mi almam gerekiyor?

        İzin değil, coşkuyu paylaşmak...

        - Öyle coşkulu bir şey değildi, daha çok keyifli ve hüzünlü bir şeydi benim için. Gecenin 3’ünde yazdım ve gönderdim. Ertesi sabah de hayatıma devam ettim. "Böyle yaptım, böyle ettim" deme gereği de hissetmedim.

        Kaç yıldır evlisiniz?

        - 9 oldu. 25 yaşında evlendim. Hukuk’u bitirmeme iki ders kalmıştı. Hem okuyor hem de Aksiyon Dergisi’nde çalışıyordum.

        O da gazeteci mi?

        - Hayır psikiyatr.

        Aaaaa! İnsanın bir psikaytrla evli olması nasıl bir şey?

        - Kolay olduğunu söylemek kolay değil. Seninle senin frekansında sohbet ederken, bir yandan da zihnindeki analiz mekanizması tıkır tıkır çalışıyor. Ve sen o analizinin, o gün o sohbet esnasında yapıldığını başka bir gün öğreniyorsun. "Vay be!" diyorsun, "Biz o gün sadece sohbet etmiyor muyduk?"

        Hastası mıydınız?

        - Yok hayır. Asla. Psikiytarların etik kuralları bu konuda çok sert. Ben Aksiyon’da çalışırken görüş almaya gitmiştim. Bir dosya hazırlıyordum. Televizyonda görüp "Aa ne akıllı şeyler söylüyor, kendini hoş bir şekilde ifade ediyor!" demiştim, "Bari görüşü ondan alayım..."

        Neydi konu?

        - Baş ağrısı! Sonra, içinde baş ağrısı kelimeleri geçen hoş bir şiir bırakıldı telesekreterime. Güzel bir şiirdi. Güzel şiir yazar...

        ÊSonra?

        - Diyalog ilerledi. Bir süre sonra da evlendik. 7 yaşında bir oğlum var. Çok çok tatlı. Çocukları hiç sevmezdim. Şimdi bayılıyorum.

        Esprili bir kocanız mı var?

        - Evet, sit com tadında. Kara Film’le sit com arası. Hüzünlü, ağır ve derin meselelerle içli dışlı. Ama hayatı şenlikli bir yere taşıyabilen bir adam da. Birlikte çok güleriz.

        Kıskanç mı peki?

        - Hayır. Kıskançlığın ölçüsünü kaçırmayan bir kocam var.

        Neyin ölçüsünü kaçırıyor?

        - Rahatlığın.Ya da şöyle diyeyim, liberalliğin dozunu kaçırıyor bazen, ben onun yanında çok ilkeli, çok köşeli bir kadın olarak kalıyorum.

        Gurur duyuyor mu sizinle?

        - Duyuyor.

        Güzel buluyor mu sizi?

        - Eveeeeeet.

        ARKADAŞ OLMAMAMIZ İÇİN BİR SEBEP YOK

        Ben de bir yaratıcının varlığına inanıyorum ama dindar bir hayat sürmüyorum ve pek çok konuda sizden farklı düşünüyorum. Ama yine de bu arkadaş olmamıza engel değil öyle değil mi?

        - Hiç değil. Siz biliyorsunuz ki ben inançlıyım, ben de sizin benim kadar dindar olmadığınızı biliyorum. Birbirimizi merak ediyoruz. Her bakımdan. Bu bana çok hakiki geliyor. Ama merakımızı giderirken terbiyemizi de muhafaza etmemiz lazım. Türkiye’de kadınlar dostluklarını baş örtüsü takma takmama esasına göre kurmuyorlar. Temel bir ahlaki bir baz var, onun üzerinde mutabakat sağlamışsa, tamam, "Akşama ne pişireyim?", "Benim kocam var ya, ne yaptı biliyor musun?"a geçiliyor. Örtülü-örtüsüz kadın çatışmasının bence bizim toplumumuzda hakiki bir zemini yok. Ama tabii çok dürtüklenirse, böyle bir çatışma çıkar mı? Çıkar."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ