Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam KAMYON ASIL BANA ÇARPTI

        Susurluk kazasının kamyon şoförü, kazadan sonraki hayatını anlattı

        Kamyonunun direksiyonunda her zamanki işini yapıyordu. 240 kilometre hızla gelen bir otomobille çarpıştı. Kazada 3 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Onlar sıradan kazazedeler değildi. Bunu öğrendiğinde hayatı karardı. Susurluk’un kamyon şoförü, kazadan sonraki hayatını anlattı

        Haber: İpek Özbay, Fotoğraf: Ergun Candemir / TEMPO

        Tarih 3 Kasım 1996’yı, saatler 19.15’i gösteriyordu. Türkiye o günü hiç unutmayacaktı, unutmamalıydı. 06 AC 600 plakalı Mercedes, Susurluk’un Uçakyolu Mevkii’nde benzin istasyonundan çıkan 20 RC 721 plakalı kamyona arkadan çarptı. Normal bir trafik kazası gibi görünürken, aradan geçen saatler ölen üç kişinin ve bir yaralının kimliğini ortaya çıkarıyordu. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Abdullah Çatlı, sevgilisi Gonca Us ve DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak’ın aynı otomobilde bulunuşu, Türkiye’yi ayağa kaldırdı. “Temiz toplum, temiz siyaset'' o gün girdi hayatımıza. Yıllarca tartışıldı, üzerine kitaplar yazıldı. Herkes bir şeyler söyledi. Birileri öldü, birileri yargılandı. Gözler hep kamyon şoföründeydi. Sanki çok şey biliyor ama anlatmıyordu. Onun da kelimeleri vardı elbet. İçinde bir yerde konuşan; dışarıya susan, belki de susturulan. Canı acıyordu. Gerilerde bir yerlere atılmış ya da derme çatma evinin bahçesine gömülen kelimeler değildi canını acıtan. Bileklerine 11 yıl önce geçirilen kelepçeyle yaşamaya mahkum edildiği yoksulluktu yıkıcı olan. Ve unutamadığı o kaza anı. Hasan Gökçe; 11 yıldır “Allahım neden ben?'' diye soran gariban Buldanlı kamyon şoförü, içine akıttığı dramla yaşamayı da öğrendi zamanla. Hepimizin aklındaki soru şu değil mi? “3 Kasım 1996’da ne oldu?'' Güvendiğimiz her şeyi yerle bir eden o tarihte, gerçekte neler yaşandığını merak etmiyor muyuz? Etmez olur muyuz; yıllardır belleğimize kazınmamış mıdır? "Hasan Gökçe ne yapıyor, nasıl yaşıyordu. Kolay değildi onu bulmak. Uzun aramalardan sonra çıktı ortaya; konuşmaya ikna etmek de bir o kadar zaman alacaktı. VEFALI EŞ, FEDAKAR ANNE

        Verdiği adres dağın eteğinde bir köydü. Yoksulluğun izleri, çocukların yırtık ayakkabılarıyla vurduğu patlak toplarda görülüyordu. Mahalleli, “Hasan Gökçe’nin evi neresi?'' sorumuzu “Susurluk mu?'' diye yanıtlıyor. Eşi Sultan Gökçe, karşılıyor bizi. Evin ne banyosu var, ne televizyonu. Rüzgara karşı suntayla kaplanmış. Hasan Gökçe, henüz seferde; bir- iki saate gelecekmiş. Sultan Gökçe, dik durmaya çalışıyor. “Çok rezil durumdayız'' diyor. Yıllarca gem vurmaya çalıştığı gözyaşları sel gibi. Eski günleri acıyla yad ediyor. “Kazadan önce rahatımız yerindeydi. Bir kamyonumuz vardı. Çocuğumuzu üniversiteye gönderdik, kızım ortaokuldaydı. Tatile bile gidebiliyorduk. Şimdi ayda 500 YTL getirebilmek için gece gündüz çalışıyor. '' Oğlundan söz ederken gözleri doluyor: “Oğlum üniversite kazanmıştı. Güzel güzel okumaya başladı. Sonra kaza geldi başımıza. Her şey altüst oldu. Çocuk okulu bıraktı.'' Oğlu, okulu bırakıp askere gitmiş, sonra da af çıkmış: “Şimdi Kütahya’da. Hem çalışıyor, hem okuyor. Gelmiyor buralara.'' Hasan Gökçe, cezaevindeyken Cumartesi Anneleri de yardım getirmiş. Sonra biri gelip, onları kovmuş. 32 yıldır evliler, ilkokulu birlikte okumuş, severek evlenmişler. “Bizi ölüm ayırır'' diyor. KORKTUM, TESLİM OLDUM

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ