Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Ünlü edebiyatçıların aşk mektupları

        HT CUMARTESİ / Haldun YAZAR

        Teknolojiyle mektuplar yerini elektronik postaya bıraktı. Oysa aşk ve hasret en güzel orada ifade edilirdi. Ünlü edebiyatçıların aşk mektupları bunun en çarpıcı örneği...

        Mektup, yazı bulunduktan sonra ortaya çıkan eski edebiyat türlerinden biri. Batı’da türün ilk örnekleri Yunan edebiyatında görülür. Latin edebiyatında gelişip yaygınlaşır. Bu alanda yazanların başında Cicero (MÖ 106-43) gelir. Rönesans’tan bu yana Avrupa’da yaygınlaşan mektup edebi anlamda en büyük gelişmeyi Fransa’da gösterir. İnsanlığın yüzlerce yıl boyunca mektupla ilişkisi kendine has ritüeller oluşturur. Mektup türünün Türk edebiyatında da uzun bir geçmişi var...

        AŞKIN EN GÜZEL İFADESİ

        Okuduğumuz onca romanda, izlediğimiz filmlerde de karakterler birbirlerine hep mektup yazar, bu şekilde haberleşirlerdi. Bazı kalıplaşmış sözlerle başlasa da okur bilirdi ki mektubu gönderen zamanla kendini daha iyi ifade edecek ve yazdıkça içini açacak. Zira masanın başına oturup mektup yazmaya başlamak zamanla çekimserliği üzerinden atmakla sonuçlanırdı. Ve sonunda ortaya, yazanın kendini tüm açıklığıyla ele verdiği bir portre çıkardı. Bunu sözler anlatamazsa yazının şekli, kâğıdın kırışıklığı ya da duyguyla yoğruluşu bir şekilde anlatırdı elbet. Aşkın da, özlemin de en güzel ifade yöntemlerinden biriydi mektup. Rumen asıllı şair Paul Celan ile Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’ın, Fransız romancı Honoré de Balzac’la Polonyalı kontes Evelina Hanska’nın, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Ernestine Letoni’nin, Napolyon Bonapart ile Josephine’in mektuplara dökülen aşkı, en bilindik örnekler oldu. Zaman değiştikçe iletişim yöntemleri de değişmeye başladı. Mektuptan çok az söz edilir oldu, mektup nostaljik bir iletişim aracına dönüştü. İnternet altyapısının dünyanın dört bir yanını sarmaya başlaması, çağın ritmini hızlandırdı. Bu yeni zamanda mektup uyuşuklukla, her şeyi ağırdan alışıyla suçlandı. E-postalar, gözde yazılı iletişim biçimi oldu. Özellikle iş ortamlarında yoğun bir şekilde kullanılan e-posta, birkaç saniye içinde karşı tarafın mesaj kutusunda belirdiği için mesafelerin varlığını önemsiz kıldı. Teknolojinin bütün fiziksel sınırları aştığı bir çağın küçük bir sembolü oldu bir anlamda. Teknolojiyle gelen hızın artılarıyla birlikte elbette birtakım olumsuzlukları da oldu. Bir ekranın ardından süren iletişim, temel duyularımızdan dokunma hissini ortadan kaldırdı. Ama en temelde “hasret” duygusunu yaşamamızı ortadan kaldırdı. Çünkü mektup yazmak için, kâğıt kalem kadar hasret de gerekliydi. Oysa anlık iletişim, yani elektronik posta ya da “chat”, hasret duygusu yaşamamızı engelledi. Kafka’nın Milena’ya, Stendhal’in Mathilde’e, Aragon’un Elsa’ya, Sartre’ın Simone de Beauvoir’a yazdığı mektuplar, internet ortamında aynı duyguları hissetmemize neden olabilir mi?

        ‘Ah kötü kız!’

        NAPOLYON BONAPART’TAN JOSEPHINE’E

        “Bir tek günüm bile geçmedi yüreğimde sevgin olmadan, bir tek gecem bile geçmedi seni kollarımla sarıp sarmalamadığım, beni yaşamımın ruhundan uzaklaştıran zafer ve tutkuya lanet etmeksizin bir tek fincan çay bile yudumlamadım. Orduları komuta ederken, savaş meydanlarını aşarken; benim tapılası Josephine’im, hep kalbimin tahtında oturuyor, düşüncelerimi alıp uzaklara götürüyorsun... Eğer gece yarıları çalışmak için kalkıyorsam bunu tatlı sevgilim belki birkaç gün önce gelir diye yapıyorum. Ama mektubunda bana ‘Siz’ diye hitap ediyorsun. Sensin ‘Siz’! Ah, kötü kız! Nasıl yazabildin böyle bir mektubu? Ne kadar da soğuktu! Siz! Siz! Bu 15 gün nelere gebe? Ruhum üzgün, yüreğim köle, hayal gücüm beni korkutmakta. Beni fazla sevmiyorsun. Ve belki de bir gün gelecek beni hiç sevmeyeceksin. Bunu söyle bana, hiç değilse acıları hak etmiş olurum... ‘Seni eskisi gibi sevmiyorum’ diyeceğin gün, yaşamımın son günü olacak. Hoşça kal!”

        ALBERT EINSTEIN’DAN EŞİ MILEVA’YA

        “Sevgili Pisiciğim, az önce, Leonard’ın ultraviyole ışıktan katot ışınlarının elde edilmesine dair muhteşem bir makalesini okudum. Bu güzel yazının etkisiyle öyle bir mutlulukla doldum ki senin de bundan mutlaka payını alman lazım. Moralini bozma sevgilim ve kuruntulara kapılma. Seni bırakmayacağım ve her şeyi mutlu sona vardıracağım. Sadece birazcık sabır.”

        Ünlü edebiyatçıların aşk mektupları

        BACHMANN’DAN CELAN’A

        Paul Celan ile Ingeborg Bachmann arasında II. Dünya Savaşı sonrası başlayan aşk, ayrı yerlerde yaşamaya başlamalarıyla mektuplarda sürdü: “Canım, ağustos ortasında Paris’te olacağım. Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sulara. Ingeborg.”

        STENDHAL’DEN MATHILDE’E

        “Çok mutsuzum, gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var; sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendime kızmama neden olan ama üstesinden gelemediğim sakarlık. Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Bugün, en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.”

        FRANZ KAFKA’DAN MILENA JESENSKA’YA

        “...Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız. Ben sizdim, sizse ben. Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüz de değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı. Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardı. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz ya da belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi, belki de birinin kollarına yığılan bendim...”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ