Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam İlişkiler Benimle evlenecek birini bulun!

        IŞIL CİNMEN/HABERTURK.COM

        icinmen@haberturk.com

        Bir ara takılmıştım, sabah akşam İzdivaç programlarını izliyordum. Hatta bir kez rüyamda Zuhal Topal’ın beni programa aday olarak çağırdığını gördüm. Bu kadar zaman harcadığıma üzülüyordum ama izlemeden duramıyordum.

        RTÜK'ün yaptığı araştırmadan çıkan sonuca göre yalnız değilmişim. İzdivaç programları, izlenme oranlarında ilk sırada ama şikâyet sıralamalarında da en başlarda…

        Kafamın basmadığı bir ton olay vardı:

        Nasıl oluyordu da, mahallesinde beğendiği kadınla/erkekle buluşup kahve içemeye gidemeyecek kişiler, milyonlarca kişi onlara bakarken, aynı gün içinde birkaç kişiyle çaya gidebiliyordu?

        Karşı komşudan hayatları boyunca sakladıkları ne varsa onu, cümle âleme birkaç saatte gösterme azmi neydi?

        Neden spot ışığı söndüğü an kabul edemeyecekleri kadar modern bir yoldan evlenmeye çalışıyorlardı?

        Ekranda bu kadar güvenli, dışadönük ve neşeli olan insanlar, normal hayatlarında nasıl bu denli yalnız olabiliyordu?

        Meşru sosyalleşme alanı

        Çevremdekiler, beni zorla televizyon karşısından kaldırmaya çalışıyordu.

        Sonunda, “İyi! Zaten televizyon bana yetmiyor, orada olmam gerek!” dedim ve stüdyoya gittim. Üç gün çıkamadım. Bence hayatımda daha ilginç bir olay görmemiştim.

        Burası sosyal hayatı engellenmiş insanların meşru sosyalleşme alanıydı.

        Yalnızlık son durak

        Adayların birçoğu, yaşamlarında çok yalnız olduklarını, arkadaşları bile olmadığını söylüyordu. Evdeki eşyalarla konuşan, aynı odaya çift televizyon koyup hiçbir programı kaçırmamaya çalışan bile vardı.

        Ama burası, “yalnızlık son durak”tı. Beğenildiklerini hissediyor ve ilgi görüyorlardı. Dahası içlerinden geleni yapıyor ve yine de toplumsal değerlere aykırı davanmış olmuyorlardı!

        Yani bir gece kulübünde Harlem Shake yapsalar olmazdı ama televizyonda mini eteklerle istedikleri kadar zıplayabilirlerdi.

        Bu özgürlüğün verdiği güvenle kısa süreli yepyeni kimliklerine sarılıyorlardı. Kendi hayatlarında çözüm bulamadıkları tüm sorunlar bu ışıkta yok oluyordu.

        İzdivaç formatı Türkiye’den çıktı

        Bu programlar çok daha itinalı incelenmeli.

        Her şeyden önce, İzdivaç formatı bu ülkede doğdu yani Batı’dan uyarlanmış diğer programlar gibi değil. Doğrudan bizim bir ihtiyacımıza cevap veriyor ve buraya dair bir şey söylüyor.

        Bir program günde ortalama 1.000 başvuru alıyor, cinsiyet yarı yarıya, yaş ortalaması 18-88.

        Ve milyonlarca kişi haftada beş gün, günün dört saatini onlara ayırıyor.

        Demek ki bir yere dokunuyor.

        Sevgiyi, taliplerinde değil stüdyoda buluyorlar

        Bu tür programların aldığı en büyük eleştiri evliliği, maddiyata doğrudan bağlaması.

        Talip erkekler, “Senin elin, kolun olurum, ayağının altındaki yol olurum,” “Sana her türlü bakarım” gibi vaatlerde bulunurken, aday kadınlar, “Tapun var mı? 750 lirayla bana nasıl bakmayı düşünüyorsun” diye soruyor.

        Evet, böyle bir gerçek var.

        Ama aslında o stüdyoda bulunan herkes sevgi ve onay arıyor.

        O sevgiyi karşılarındaki “talip”te aramıyor olabilirler ama aradıklarını en azından stüdyoda buluyorlar.

        Gördüğünüz coşku ve mutluluk samimi

        Bunu aralarına katıldığım ilk gün anladım. Sabahın 10.30’unda stüdyonun arkasındaki toprak alana girdiğimde… Fosforlu elbiseleri, kabarık saçları, çok makyajlı yüzleriyle 20 kadar mutlu insanı gördüğümde…

        Aralarında başörtülü teyzeler de vardı, 18’lik güzel kızlar da.

        Kendi dünyalarında çok popüler ve şöhretli oldukları her hallerinden belliydi.

        Mutlulukları dört saatliğine hakikaten samimiydi.

        61 yaşında, kimseleri beğenmemesiyle ünlü, ‘Gülümser ve talipleri’ diye ayrı bir köşeye sahip Gülümser teyze vardı mesela.

        Başörtüsünü düzeltip, poz vermeye başlamıştı. Fotoğrafçıya: “Neredeydiniz oğlum, neredeydiniz?” diyerek gülüyordu. “Dünya bizim için dönüyor sanki. Değil mi Dürdane?” diye bağırıyordu arkasındaki arkadaşına. Dürdane Teyze, arkada şarkı söylerken, ezan başlamıştı. Gülümser teyze, “Sus kız, sus!” diye azarı basmıştı. “Cildiniz çok güzel ve genç görünüyor” demiştim.

        “Cildimi pudra süre süre kuruttular burada, zaten bir tek yüzüm gençti; ben hiç genç olamadım ki güzel kızım” diyerek öpmüştü beni.

        Made in Turkey

        Yani özetle, izdivaç programları “made in turkey” bir fenomen. Burun kıvırmayıp anlamaya çalışmamız bu yüzden önemli.

        Sosyolog Ferhat Kentel, Prof. Dr. Aslı Tunç ve Psikolog Erdoğan Çalak bize bu fenomeni ve programlara katılanların ruh halini anlamamız için yardımcı olacak.

        Ferhat Kentel/İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

        "Geleneğin hafızası, modern zamanların romantizm söylemi ve postmodern zamanların iletişim teknolojileri birleşiyor"

        Kamunun önündeki bu yoğun evlenme ve evlenenleri seyretme furyasını iki açıdan anlamaya çalışabiliriz.

        Birincisi şu: Bu yeni zamanlarda insanlar artık mahallede, ebeveynleri vasıtasıyla tanışmıyorlar; artık görücü usulü denen yöntem pratiklerde neredeyse yok. Ve insanlar, özellikle sosyo-ekonomik olanakları az olan kesimler, sosyal ilişkilerin zorlaştığı, giderek anonimleşen bir dünyada, özgür seçimlerle evlenmek için çok fazla şansa sahip değiller. Ancak öte yandan, en azından kentlerde fiilen sona ermiş olan görücü usulle evlilik hafızalarda hâlâ var. Ve bu yeni zamanların insanlarının önünde yeni bir teknoloji, yani “sanal”, “medyatik”, “görsel iletişim” var. Ve insanlar bu yeni teknolojileri, ihtiyaçlarına yani evlenme ihtiyaçlarına hızla adapte ediyorlar.

        İkinci boyut ise, evlenme meselelerinden bağımsız olarak, medyanın, sanal alemin hayatımızda oynadığı rol. Artık geleneklerimizin, cemaat bağlarımızın olmadığı bir dünyada, mesela masallarımız, başkalarının özel hayatlarına duyduğumuz merakımızı giderecek sağaltıcı dedikodu mekanizmalarımız da yok.

        Başka bir çok açıklama daha yapılabilir. Ancak geleneğin hafızası, modern zamanların romantizm söylemi ve postmodern zamanların iletişim teknolojileri ancak Türkiye ve benzeri ülkelerde bu kadar net bir araya gelebiliyorlar. Dolayısıyla da binlerce insanın başvurduğu, milyonların izlediği, Türkiye’ye özgü programlar çıkabiliyor.

        Prof. Dr. Aslı TUNÇ/ İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya Bölüm Başkanı

        “Sosyal güvence olmadıkça bu hüzünlü arayış devam edecek”

        Aslında Batı’daki cinsellik çağrışımlı, flörte dayalı ve eğlenceli format, bizde muhafazakâr, sosyal güvencesi olmayan insanlara evlilik kurumunu tek çözüm olarak sunan ve sevgisizliğe dayalı bir formata dönüşüvermiş.

        Yıllar içinde Nurseli İdiz’in sunduğu flört temalı Saklambaç programından, birbirlerinin saçlarını başlarını yolan gelin-kaynana programlarına geçiş yapmıştık. Bir süre bu saldırgan reality show’lar bizi oyaladı. Şimdi ise her şey çok daha mekanik ve pragmatik.

        Yalnız, yaşı ilerlemiş adamlar kendini baktıracak bir kadın, çaresiz, sosyal güvencesi olmayan, çocuklarına “yük olmak istemeyen” kadınlar da düzenli geliri olan bir erkek peşinde. Sosyal devletin aksayan yönlerini kapatmaya uğraşan tuhaf, iç acıtan ve eğlenceden uzak bir televizyon ortamından bahsediyoruz.

        Toplumsal mağdur ise açık ara ve her daim kadın kuşkusuz. Bu format öyle kolay kolay yok olacağa da benzemiyor. Son dönemde kendi içinde öne çıkan ve reyting yarışında yerini sağlamlaştırmış programlar bile var.

        Kemikleşmiş sosyal güvence meseleleri çözülmedikçe ve toplumun yaşlanan nüfusuna daha insanca bir hayat sunulmadıkça da ekranlarda bu hüzünlü arayış devam edecek gibi görünüyor.

        Psikolog Erdoğan Çalak

        "Programa katılanlar, kendi çevrelerinin olumsuz etkisinden sıyrılabiliyor"

        Bu tip programlara katılanların çoğu hayata aktif olarak katılamayan insanlar ve televizyon karşısında hayatı dışarıdan izliyorlar. Sahne ve ekran, bu kişilerin kendini göstermek isteyen taraflarını, ne kadar değerli olduklarını ortaya koymak isteyen taraflarını uyandırıyor.

        Kişi, bu dürtüye kapıldığında üç yaşında bir çocuğun ruh haline geriler, iç dünyası kendisinin harika olduğuna inanmış bir çocuk gerçeğine döner. Bu ruh hali onu hakikileştirir, canlandırır. Bu durum, kişiye zarar vermez. Hatta çevresinin gereksiz eleştirilerine ve bencilliklerine maruz kaldıkları için kendini değersiz hissedenler varsa onlar, çevrelerinin olumsuz etkisinden sıyrılabilirler.

        Bir kısmının egosu ise ekranda sağlıksız ve gereksiz şekilde şişer. Bu durumda kişi, kendi hayatına döndüğünde tekrar kendi gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalır ama kalıcı bir zarar görmez.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ