Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Walter Mosley'in kaleminden "gerçek suç"

        Walter MOSLEY

        Herkesin bir suçu vardır. Bu, su götürmez bir gerçek. Adem ve Havva’nın ilk oğlu Kabil’e ve ilk günaha kadar uzanır, eski Roma’da kanun yapıcı kesimin üyeleri arasındaki tartışmaların merkezindedir. Engizisyondan Güney’in (ve Kuzey’in) ayrımcılığı kurumsallaştıran Jim Crow sistemine ulaşır. Oradan da Sovyetler Birliği kültürünün içinde debelenmek için durup Nazi Almanya’sının ırk kurallarının çürümüş kalbinin tam ortasına gider.

        2000 yıllık Batı uygarlığı boyunca dalalet, sapıklık, hırsızlık ve öldürmekten suçluyduk; kavga etmekten ya da kavgadan kaçmaktan; sevmekten, arzulamaktan ve bazen de sadece bakmaktan suçluyduk. Açıkça konuşmaktan veya sessiz kalmaktan, uygun adım yürümekten veya koşmaktan suçluyduk. Emirleri uygulamaktan ya da uygulamayı reddetmekten, zinadan, çocuk istismarından, cinsel tacizden ve tecavüzden kabahatli bulunduk. Dinimizden, etnik kimliğimizden, derimizin renginden, cinsel tercihlerimizden, cinsiyetten ve bazen de her zaman damarlarımızdaki kandan dolayı da ayrıca hüküm giydik. Suçluluk, kim olduğumuzun ve nasıl örgütlendiğimizin başlıca dayanağı ve görünen o ki; ölüm gibi inkâr edilemez kaderimiz.

        Suçlulukla ilişkimiz, türlerimizi belirleyen DNA kadar eski. Ama suçluluğun doğası teknoloji ve teknikle değişiyor. Bu değişiklikler dünyaya bakışımızı ve kendi çıkmazımızı anlama çabamızı da etkiliyor. Gerçek suç hikâyeleri, cinayet romanları, güncellenen online haberler, (her zaman olduğu gibi) dedikodu ve imalar dikkatimizi adalet, insan hakları ya da ateşkes adına yapılan tüm çağrılardan daha çok çekiyor.

        DOĞRUYU YAPINCA APTALLIKLA SUÇLANIR MISINIZ?

        Bunun sebebi büyük çoğunluğumuzun kendini kocaman bir makinenin zayıf çarkları olarak görmesi. Çok büyük ve duyarsız bir toplumun potansiyel kurbanları, kalabalıktaki masum seyircileri olan bizler, sözde iyi ve kötünün güçleri arasındaki çapraz ateşe yakalanabiliriz her an.

        Bu savunmasızlıktan ötürü, kendi güvenliğimizi garanti altına alabilmek için cevaplanması gereken sorularımız var. Ya ... olsaydı ne olurdu? Birini vuran bir adam görseniz ne yapardınız? Polise anlatmalı mısınız? Sizi şüpheli bir intikamdan korurlar mıydı sonra? Televizyondaki bir “gerçek-suç” programında bir cinayet zanlısının eşkâlini verdiği için cinayete kurban giden bir adamın kısa biyografisini izlediniz. Size doğru olduğu öğretilen şeyi yaptığınız için aptallıkla suçlanır mıydınız? Diğer bir soru da, bunu yapmak güvenli mi? Sizce sokaklarda yürümek, su içmek, havayolları, hoş bir yabancıyla konuşmak; siyasi, dini kurum ya da toplum liderlerinin sözüne inanmak güvenli mi?

        Daha küçük toplumlarda liderlerle, zengin mülk sahipleri ya da yerel yetkililerle yan yana çalışırdık. Yüz yüze görüşmeler ve dostça dedikodular bize en azından nerede durduğumuzu ve neyin doğru olduğunu anlıyormuşuz izlenimini verirdi. Ama bugün çalışan şehirli kesim bütün bu bilgiyi televizyon ve bilgisayar ekranlarından alıyor... Ve çoğu zaman, biliyoruz ki medya yanlış bilgilendirir.

        Kandırılmışlık hissi gerçeğe susamaya götürüyor. Ölüm hücresindeki adamın gerçekten suçlu olup olmadığını bilmek istiyoruz. Irak’ın dağlarında gerçekten de kitle imha silahları var mıydı? İnsanlar işkence görüyor mu? Ve devletimin uygulamalarından ahlaki bir sorumluluğum var mı?

        GÜNAHKÂR ARZULARIMIZ

        Bu soruları cevaplayabilmek için öncelikle şüpheci bir gözle objektif kamuoyu kaynaklarına başvuruyoruz. Gazete ve dergilerdeki başyazılar, tartışma ve haber programları, devlet radyoları, blog sayfaları ve hepsi bir kişinin okuması, dinlemesi ya da izlemesi için çok fazla olduğundan diğer tarafsız kaynaklardan bilgi edinen arkadaşlara da bakıyoruz. Fakat düzinelerce farklı kaynaktan muazzam oranda boşaltılan bilgiyi alsak da bize yetmez. Haberin sahibi kim? Blog yazarları kiralarını nasıl ödüyor? Neden bana anlatılanın aksine dünya kötüye gidiyor?

        Bu tatminsizlik aklımızı kurguya kaydırıyor. Suç programları, cinayet romanları ve filmler tehlikeli bir dünyanın seyircilerine sesleniyor. Bu tür eğlence formları güvensizlik hislerimizi doğruluyor ve tüm bu ağırlığın altında ezilen bizlerin farkında bile olmadığımız bir dünyaya nasıl uyum sağlanacağını düşünmemizi sağlıyor.

        Gerçeklerden daha iyi olan bu kurgusallık, bizi yarı yolda bırakmayacak, tutuklanmayacak, hüküm giymeyecek ya da iftira etmeyecek kahramanlar sağlıyor bizlere. Belki bu hikâyeler gerçek hayattaki ikilemlerimizi çözmeye yetmez ama kurtarılabilecek bir fantezi dünyası sayesinde bir kaçış sağlıyor. Bu kurtuluş hep hedefimiz oldu. Günahkâr arzularımız ve gizli buluşma mekânlarımız, hatalarımız ve tutulmamış sözlerimiz, dünyayı saran soğuk, gri gölgenin yanındaki zayıflığımız için affedin!

        Bu nedenle televizyon psikologlarımız, günah çıkarma odalarımız ve paparazzilerimiz var. Bir taraftan kurtuluşu arıyoruz, öte yandan zenginlerin ve ünlülerin bile nasıl hata yaptığının peşine düşüyoruz. Affedilmeye ve başkasını suçlamaya ihtiyacımız var. Ve sonuç olarak suç hikâyeleri televizyonlarımızı, tiyatrolarımızı, sinemalarımızı, bilgisayar dosyalarımızı ve kitap raflarımızı dolduruyor. Gerçek ya da hayal ürünü suç öykülerine bayılıyoruz çünkü modern dünyayı ruhlarımızdan temizlemek için onlara ihtiyacımız var.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ