Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar neyzen Kudsi Erguner, Kürşad Oğuz, ak parti, ebru, neyzen, islam, gülen cemaati

        Kürşad OĞUZ / HT PAZAR

        Neyzen, 62 yaşında. 1972’den beri Paris’te yaşıyor. Tasavvuf erbabı olduğu için dinin Türkiye’deki etkisini dünden bugüne iyi biliyor. Hem de mimar. Nerede yanlış yaptığımızı dışarıdan gözlemleyebiliyor. Siyasete girmekten çekinmiyor ama “Cevaplarımın siyasal maksat taşımadığının, samimiyetimin ifadesi olduğunun altını çiz lütfen” diyor. “Peki” diyorum ve müzikten girip siyasetten çıkıyoruz Kudsi Erguner’le.

        Hep müziğin birleştirici ruhunu ortaya koymaya çalıştınız. İşe yaradı mı?

        Türk halkının zevkinin ortak paydası olan bir müzik var; bir de müzikseverlerin yaşayıp hissedebileceği bir müzik. Ona “Evrensel müzik” diyoruz. Bugüne kadar Osmanlı mirası musikinin folklor olmadığını, bunun klasik müzik olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Başarılı olduğuma inanıyorum çünkü başka yerlerdeki müzikseverlerle bu müziği paylaştım. Belki Türklerle daha az paylaşabildim.

        Bir ebru sanatçısı, “Türkiye’de gördüğümüz ilginin 10 katını Avrupa’da görüyoruz” demişti. Öyle bir serzenişte bulundunuz sanki.

        Ebru, çini, tezhip, hat, musiki, mimari gibi geleneksel sanatlarımız hep turistleri ilgilendiriyor diye ayakta kaldı şimdiye kadar. Sanatı kendimiz yaşamadığımız için “Turistlere gösterecek malzeme” diye bakıyoruz. Bizde kendi hüviyetimize ait sanatların hepsi suni teneffüste.

        Neden? Çok mu Batılılaştık?

        Bir medeniyeti terk edip başka medeniyetin trenine yetişmeye çalışıyoruz iki asırdır. Aydınlar bu değişime çok inandı ve yeni medeniyete uyum sağlamayı eskisini terk etmekle çözümlediler. Halkın büyük kısmı bu değişimi aydınlar kadar izlemedi. Diğer yandan bazı konulara ancak elit veya aydın zümre sahip çıkabilir. Mevlevi âyini, Divan Edebiyatı, klasik Osmanlı müziği popülarize edilecek konular değil. Edebiyattan, tarihten, teolojiden anlayan, Farsça, Arapça, Osmanlıca bilenlerin zevk alacağı bir şey bu. Aydının buna sırtını dönmesi, eski medeniyetimizin en yüksek seviyeli kültürünün terk edilmesini doğurdu. Bir de halk kültürü var, onu da “Batılılaştıracağız” diye yozlaştırdık.

        Bu kültür suni teneffüsle yaşıyorsa, bir gün ölecek mi?

        Ölmez. Beni muhafazakâr kesimin organize ettiği konserlere çağırıyorlar. Bir sürü insan, sahneden baktığım vakit çoğunun sünnet düğünü dışında müzik dinlemediği belli. Bu insanlara Itri’nin ilahisini çalmaya kalkıyorsunuz. Geçmiş gitmiş artık. Yapmamız gereken Batı’daki durumdur. Batı’da klasik müzik kendi ortamında mı yaşıyor? Saraylar, o kıyafetler, balolar mı var? Hayır. Hatta kiliseler için bestelenmiş kantatlar, oratoryolar da konser salonlarına taşındı. Bir klasik Batı müziği konserinde yaş ortalaması 60-70’tir.

        Orada da bir suni teneffüs söz konusu demek.

        Tabii. Konservatuvar muhafaza etmektir ama tersini yapıyoruz. “Halka indireceğiz, halkımız bunu anlayacak” diyoruz. Bu mümkün değil. Nasıl ki bütün Almanlar Bach’tan, Mozart’tan zevk almıyorsa, halkımızın tamamının da İsmail Dede’den, Itri’den, Hacı Arif Bey’den zevk alması mümkün değil. Saçma bir zorlama.

        Muhafazakârlaştıysak, o eski kültür, müzik tekrar değerlenmedi mi?

        İcraların hiçbiri otantik değil. Bu musikinin Türk aydını ve müzikseveri bile kaçırmasının sebebi korolar. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeni bir halk yaratılmış ve müziğin de değişmesi lazım. Bazısı, “Direkt Batı müziğini zerk edelim” diyor. Daha milliyetçi, Ziya Gökalp gibi düşünürler de diyorlar ki “Anadolu’da bir halk kültürümüz var. Bunu alıp Batı müziğine uyarlayalım.” Sonuçta Osmanlı müziği 1940-50’lere kadar terk edildi. Dedem İstanbul Radyosu’nda segâh ayini çalarken Vilayet’ten gelen telefonla program durduruldu. 60’larda babam İstanbul Radyosu’nda ramazan programı yapıp Yunus Emre ilahilerini okutturdu diye TRT mahkemeye verdi. İstanbul Çapa İlkokulu’nda, 11 yaşımdayım. Çocuk Saati’ne çağırdılar. Arkadaşım Memduh da piyano çalıyordu. İkimiz gittik ama ben ney çaldığım için programdan atıldım. Çocuklar alaturka müziğe teşvik edilmemeliymiş.

        Ama Memduh el üstünde tutuldu değil mi?

        O piyanosunu çaldı ama ben atıldım.

        ‘MUHAFAZAKÂRLAR DAHA KITSCH’

        80’lerden sonra da yavaş yavaş başka bir kültüre geldik. Belki şimdi Memduh’a çaldırmayacaklar.

        Ona geleceğim. 40’larda Hüseyin Sadettin Arel, Rauf Yekta Bey gibi müzisyenlerin mücadelesiyle bunun radyoda icrasına müsaade edilmiş. Fakat alaturka değil Avrupalılaştırarak. Koro fikri ondan doğuyor. Mesut Cemil Bey, Tamburi Cemil’in oğlu olmakla beraber, Almanya’da müzik tahsili yapmış. Batılı şekli Osmanlı musikisine giydiren o. Fakat sadece şekil değişiyor. Son devir camilere bakın, dışarıdan Fransız mimarisi, içine girince cami gibi. Böyle; içi dışı bir musiki yok şu anda.

        İçi dışı bir olan cami de kalmadı.

        Doğru. Bizde şef olmaz ama elini kolunu lüzumsuz sallayan biri ortada şef diye dolaşıyor. Böyle bir gelenek de yok, bu musikinin ona ihtiyacı da. Daha derine inersek, musikinin estetiği kalmadı. Tuti-i Mucize Güyem Ne Desem Laf Değil’i gazinolarda Bülent Ersoy da okuyor, devlet korosu da. Bu bir klasik eser mi? Hangi okuyuş doğru?

        “Muhafazakâr kesim çağırıyor, ney çalıyorum ama anlamadıkları belli” dediniz. Niye gidiyorsunuz, gitmeyin.

        İnsan yine de ümit ediyor. Ama kötü tecrübeler o kadar arttı ki, gitmemeye başladım. İnsanların konsere gitme geleneği yoksa yapacak bir şey yok.

        Sizce neden bu insanlar anlamadıkları bir konsere gidiyor? Sırf muhafazakâr kümesinde oldukları için mi?

        Nasıl bir zamanlar sadece Avrupai görünmek için Mozart dinlemeye gidenler varsa, bugün de aynı şekilde eline tespihini alıp ailesiyle Itri dinlemeye gidenler var. Değişen bir şey yok. Hiçbir müzik orijinal müzikseveriyle buluşamıyor. Çok Batıcı iktidarlar bununla ilgilenmedikleri için özel meclislerde, birtakım heyecanları olan insanların yaşadığı bir müzikti bu. Ve bütün devlet imkânları Batı müziğine gidiyordu. 90’lara kadar tambur, kemençe, ney çalan kimseye devlet sanatçılığı verilmedi. Sonra gazino şarkıcılarına verildi bu paye; Muazzez Abacı gibi. Devletin müzikten anladığı oydu. Muhafazakâr kesim ne yaptı? O da Batı’yla buluşma derdine girdi. Hatta bu konuda daha kitsch’ler. Batı ile Osmanlı’yı birleştirme sevdasındalar. Hayretle izledim, birkaç sene önce Ahmet San’a mevlit kantatı ısmarlandı. Cumhurbaşkanı, “Devletin bütün imkânları sizin” dedi. Milyonlarca Euro’luk bütçeyle mevlit kantatı bestelendi. 200-300 kişilik koro. “Kantat şeklinde okunursa mevlit, peygamberi Avrupalılar daha iyi anlayacak” diye...

        Allah Allah.

        Bakıyorsunuz programlara, her taraf ney, kanun, kemençe konçertosu... Hep bir senfoni peşindeyiz. Senfoni peşinde olanlar Türkiye’nin Batıcıları değil, onlar buna gülüyor. Bu kitsch. Bunu yapan muhafazakâr kesim. Mevlânâ yılında bekledik ki bütün Mevlevi ayinleri bestelenecek, 40-50 plaklık seri çıkarılacak. Sonuçta ne oldu? Konya’da top sahasında Mevlevi ayini yaptılar.

        Artık turistlere Mevlevi semahı ayarlayan organizasyonlar da var.

        1983’te Londra’dan bir telefon aldım. Türk bir bey, Royal Albert Hall’de Mevlevi ayini tertip etmeye davet etti. Dedim ki “Kardeşim siz kimsiniz”. Seyahat acentesiyiz. “700 yıllık geleneği şirketinizin reklamı için harcamam” dedim. Bu arkadaş Türkiye’ye gitti, maalesef benim biraderimle anlaştı ve Londra’da bu ayini yaptılar. Ayin tamamen şirketin reklamı için kullanıldı. Türkiye’ye bilet sattığında, “Mevlevi ayini dahil” diyordu. Kapalıçarşı’da turist gezdirir gibi derviş gezdiriyor. Zaten olmayan dervişleri.

        Biraderinize kızmadınız mı?

        Kızacak bir şey yok. Keşke biraderim değil başkası yapsaydı ama.

        ‘TV’LERDE KÜÇÜK PAPAZLAR KONUŞUYOR’

        AK Parti iktidarıyla bir muhafazakâr/İslami burjuvazi oluştu mu?

        Ekonomik olarak böyle bir burjuvazi var ama kültürel olarak yok. Ankara ve İstanbul’daki büyük eski zenginlerimizin ikinci, üçüncü neslinin hepsinin senfoni, oda orkestrası var. Ama Anadolu Kaplanları’ndan birinin tarihi Türk müziği veya Osmanlı müziği gibi konularda yatırımını duydunuz mu? En fazla yapacağı şey, üç-beş hafızın cebine para koyup evinde mevlit okutmak.

        Mevlânâ Yılı’nda bir sürü şey üretildi, satıldı, kitaplar, konserler vs. Siz Elif Şafak’ın Mevlânâ’yı yazmasını da eleştirdiniz.

        Bu yapılan şeyler bugünkü toplumun zevkini yansıtıyor. Veya zevksizliğini. Elif Şafak’ı tenkit ederken “Komanını kötü yazdı” diye demedim. Mevlânâ ve Şems iki tarihi şahsiyet. Bunu kafanıza göre yazamazsınız. Atatürk’le ilgili roman yazacaksam onunla ilgili kitaplardan 3-5’ini okumam lazım. Öyle bir zahmete katlanmadan roman yazıyorlar.

        Aynı zamanda mimarsınız. İstanbul’a sık geliyorsunuz. Sadece müzik değil, mimarideki dönüşümü de görüyorsunuz. Sizin Ayrılık Çeşmesi kitabınızın başladığı yerden şimdi Marmaray başlıyor. Yeni İstanbul ne söylüyor size?

        Tarihi dokuyu bozmadan bir şehrin metropol olması örneği Paris’tir. Paris’te tarihi şehirde koca gökdelenler göremezsiniz. Ama biz bunu şehrin her tarafına yaydık. Tarihi dokuyu yıktık. Şu anda camileri çıkarırsanız tarihi hiçbir şey yok İstanbul’da. Yapılan modern binalar da, Dubai ve o Arap emirliklerinin zengin olduklarını ispat etmek için yaptıkları şeyler.

        Muhafazakâr iktidarın tarihi dokuya daha çok sahip çıkması gerekmiyor muydu?

        Muhafazakâr çevre, Cumhuriyet’in katı Batıcılığına reaksiyon olarak çıktı. Ama tıpkı Cumhuriyet aristokrasisi gibi, Batılılaşmaya karşı onların da kompleksi var. Hatta fazlası. Öbürü hiç olmazsa “Ben Avrupalılaştım” diyor. Bu, “Avrupalılaşmak gerekir” diyen İslami çevrelerde “İslam Batı’dan doğacak” inancı var. Dinimizi bile Avrupa’dan öğreneceğimize inanıyoruz. Çünkü onların bilmedikleri bir Batı var. Öbürleri az çok gördü, yaşadı Batı’nın ne olduğunu. Bu kesim bilmediğine karşı hayranlık içerisinde. Geleneğin de ne olduğu, hatta bugün İslamiyet’in ne olduğu belli değil Türkiye’de. Bırakalım dinin etrafındaki kültürü, dinin kendisi karmakarışık.

        Yani sadece kültürünü değil, İslam’ı da bitirdik.

        Tabii. Eflaki Dede’nin “Menâkıbu’lÂrifîn” adlı Mevlânâ’nın hayatıyla ilgili kitabı var. Bir yerinde Hz. Mevlânâ diyor ki, “Ben ilmimlen değil zevkimlen biliyorum.” Sonra devam ediyor: “Her şey zevktir. Zevki olmayanın imanı da olmaz.” Daha ileri gidiyor, “Tanrı’nın tamamı zevktir” diyor. Zevk kelimesini Batı dilinde estetikle tercüme edersek; zevksiz, kaba, ruhunun zarafeti olmayan insanların musikiden, edebiyattan anlaması, bu dinin etrafındaki kültürel dokuyu hissetmesi mümkün değil. Ama dini imanı olmayan birinin de o kültürden zevk alması mümkün değil.

        Din ve imanın olduğundan da çok emin olamıyoruz.

        Bakıyorum televizyona, iman diye çıkan adamların kilise papazları gibi bir sürü süslü püslü elbiseleri var. Altın dantelli. Komik bu. Şu anda İslam dini Katolikleşiyor. İslam dünyası bilhassa Türkiye merkezli Katolik Müslümanlar üretiyor.

        Ne demek bu? Katoliklik, Hıristiyan dininin dünyaya yayılması ve Papa’nın etrafında birleşmesidir. Bunun bir kültür mirası, değerleri var; Batı medeniyeti. Biz Batılılaşma adına, Katolik değerlerle İslamiyet’i birleştirdik.

        Yani biz Katolik bir Müslümanlık üzerinden Batılılaşmaya mı çalışıyoruz? Evet. İlahiyat fakülteleri, o imamlar ve “Tasavvufçu” diye dolaşan bir sürü insanın söylediği sözler alt alta konulduğunda tam bir Katolik diskurudur.

        Televizyonlarda konuşanlar küçük papalar mı yani? Küçük papazlar. Dindar arkadaşlar alınmasın sözlerimden ama öyle.

        İktidarın dindar nesil, kürtaja hayır, en az 3 çocuk, alkol yasakları nereye oturuyor? Modern endişelilerin endişesi yerli mi yersiz mi? Bazı şeylere devlet burnunu sokmamalı. Üstü örtülü teşvikler olur ama bu kadar açık konuşulmaz. Devlet adamı emreder gibi “Şu kadar çocuk yapacaksınız” dememeli. 4. Murad “İçkiyi-tütünü önleyeceğim” diye bir sürü insanı katletti ama geride sadece kötü bir anı bıraktı. Biliyoruz ki son Osmanlı padişahları alkolikti. Abdülmecid, 5. Murad... Bunlar İslam halifesi aynı zamanda.

        Akıllı iktidar bu noktaya getirmez’

        Diyarbakırlısınız değil mi? ,

        Biraz kaza sonucu. Annem doğmam için Diyarbakır’da olan anneannemin yanına gitmiş. Doğunca Ankara’ya gelmişiz.

        Kürt değilsiniz. Zannetmiyorum ama 6. göbekten önce neden olmasın? Dedemden önceki 5 nesil Yavuz Sultan Selim türbesinin türbedarı ve caminin imamı.

        30 yıllık savaş bitti görünürde. Bu çözüm süreci iyi mi oldu?

        Daha önce Asala vardı. Ermeniler her tarafı kasıp kavuruyor, diplomatlarımızı öldürüyordu. Bir anda bıçak gibi kesildi. Acaba o Asala üyesi Ermeniler, davalarından mı vazgeçti? Bunda uluslararası ilişkilerin, politik oyunların payı var. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı topraklarının paylaşımında büyük hatalar oldu. Şimdi yeni paylaşımlar ve menfaatler düşünülüyor. Bunun faturasını oradaki halk ödüyor, bize bu yalanlara inanmak düşüyor. Kuzey Irak petrolleri herhalde söz konusu. Bugün Nijerya’daki kargaşanın sebebi de odur.

        Gezi’ye nasıl bakıyorsunuz? Yıldönümü de geldi.

        Toplum düdüklü tencere gibi. Düdüklü tencere buhar basıncıyla pişirir yemeği. Ama buharın hafiften kaçması lazım ara sıra. Tamamıyla kapatırsanız tencere patlar. İktidarımız ara sıra buharı almayı unutuyor. Bu çok tehlikeli çünkü tencere patlarsa hepimiz mahfoluruz. Akıllı bir iktidar bu noktaya getirmez. Ben siyaset bilimci değilim ama düdüklü tencereden anlarım.

        ‘Ne Aleviliğin ne Sünniliğin ne olduğunu bana anlatabildiler’

        “Bugüne kadar kendini Alevi ya da Sünni olarak tanıtan dostlarım ne Aleviliğin ne Sünniliğin ne olduğunu bana anlatabildi. Dinler, inançlar zamanla bir kültürel yaşamın hatta etnik bir kimliğin oluşmasına yol açıyor. İslam tarihinde ilk ayrılıklar siyasal mücadelelerin sonucu olduğundan, teolojik açıdan dini yaşamı değiştirecek veriler oluşturmaz. Ancak Safevi Devleti’ni kuran Şah İsmail bu siyasal ayrılığı kendi devletinin temeli olarak kullanmış, yeni bir ilahiyat üreterek Osmanlı devleti ile olan mücadelesinde bu konuyu araç edinmiş. Bu ayrılıkları 15 asır süren dini dedikodular olarak adlandırıyor, Hakk ve Hakikat’i arayan insanların bunlarla zaman kaybedeceklerine inanıyorum. Laiklik iddiasında olan bir devletin bazı itikatlar etrafında oluşan tarihi cemaatleri yasaklamak veya teşvik etmek gibi endişesi olmamalı. Keşke sahiden laik olunabilseydi.”

        ‘Gülen, Moon’un İslami versiyonu’

        Cemaat-iktidar çatışması Türkiye’nin son 1 yılına damga vurdu. Oradan nasıl görünüyor bu kavga?

        Türkiye Cumhuriyeti’nin laik olduğu söylendi, söyleniyor. İslam dinine karşı laik olmadığı kesin. Kimse Ermenilere veya Rumlara “Türkçe dua edeceksin” dememiş. Ama Müslümanlara baskı var. Devletin, halkın dini hayatını organize etmek gibi bir endişesi var. Çevik Bir döneminde cami imamları Ankara’dan faksla yollanan hutbeleri okudu. Bu baskıda insanlar, dini yaşamlarını kendi kendilerine gerçekleştirmek için cemaatleşmeye başladı. Avrupa’da 70’li, 80’li yıllarda iki Türk konuşurken biri “O camiye gitme, Süleymancıların camisi”, öteki “Öbürüne gitme Milli Görüşçülerin camisi” derdi. Sonunda Arapların camisine gidiliyordu. Hiç olmazsa nötr. Cemaatler zamanla kalabalıklaşıp siyasi güç oluşturdu. Bir yandan ulusal, bir yandan uluslararası menfaatler tarafından manipüle edilmiş olabilirler.

        Gülen cemaati de siyasallaştı mı?

        Bu salt dini bir hayat mücadelesi değil tabii. Siyasi mücadele yaptıkları kesin.

        “AK Parti’nin temsil ettiği İslam daha muhafazakâr, cemaatin temsil ettiği İslam daha laik” deniyor. Gülen ABD’de olduğu için belki.

        Biliyorsunuz Kore Savaşı olduğunda hür Kore (aslında kapitalist) mücadelesi esnasında Moon diye bir adam çıktı. Dinleri birleştiriyordu, yüz binlerce müridi vardı. Bu adamın siyasi yatırımlara, silah alım satımlarına karıştığı dedikoduları ortaya çıktı. Fethullah Gülen olayı bunun İslami versiyonudur.

        Ağır bir şey söylediniz.

        Ama öyle görünüyor. Dinleri birleştirmek falan... Dinler arası diyalog İslamiyet’le var zaten. İslamiyet Hz. Peygamber’le başlamadı, Adem aleyhisselamdan beri var.

        Başörtüsü sorunu çözüldü mü sizce?

        Bilmiyorum. İslam dünyasının halledemediği iki konu var: Biri para öteki kadın. Para konusunu çok riyakârca hallettik. Kadın konusunun da şu anda üstü kapalı.

        AK Parti, Tekke ve Zaviyeler Hakkındaki Kanun’un kaldırılması için teklif veriyor. O kanunun işlevi var mı şu anda?

        O kanun 30-40 yıldır işlevini kaybetti. Normalde dervişlerin âyin yapması, o kıyafetleri giymesi yasak. Mevlevi ayini yapıyoruz, Cumhurbaşkanı seyrediyor. Konya’da polis okulu mezunlarına semah ayini yapıyorlar, içeride 5 bin polis var, ortada suç işleyen dervişler. Böyle paradoks olmaz. Tekke ve zaviyelerin açılmasına gelirsek, orada büyük bir sorun var. Halkın üzerinde kendi kibirlerini tatmin etmekle meşgul olacak bir sürü manyak çıkacak şimdi. Evliyalık iddiasıyla safdil insanlara ne eziyetler yapacaklar. Halen de öyle. Tekkeler açık değil ama ortada şeyhim diye dolaşan sahtekârların hepsi, ki yüzde 90’ı böyle, kerametleri kendilerinden menkul insanlar. Şeyhim diye bir tekkeye yerleşmiş, etrafındaki insanların hepsi koyu cahil. Kendi tarikatıyla ilgili dahi bilgisi yok. ‘Nuri Bilge Ceylan’ı hayranlıkla takip ederim’

        “Nuri Bilge Ceylan filmlerini hayranlıkla takip ederim."

        "Gerçek anlamda sanat seçici, sanatkâr da seçkindir. Sanatkâr kalabalığın hoşuna gidecek olanı değil, insanı ve toplumu yüceltecek eserler vermelidir. Dünyanın her yerinde eğlenceyi sanat, hoşça vakit geçirteni de sanatkâr zanneden bir kalabalık vardır, sanat zevkine sahip insan sayısı her yerde azdır. Seyircisini eğlendirmek amacıyla müzisyenler hareketli parçalar, film yönetmeleri devamlı değişen sahneler kullanır. Bu gelenekten gelen meşhur bir yönetmenimiz, Nuri Bilge’nin ‘Mayıs Sıkıntısı’ndaki bir sahneyi tenkit ederek ‘Kaplumbağa perdenin bir tarafından öbür tarafına 10 dakikada geçiyor, adına da sanat diyorlar’ demişti.”

        ‘Felâketi beklemiş olmamız endişe verici’

        “Soma’da yaşanan felâket beni ve ailemi de ağlattı. İnsanlarımızın sermayedarlar ve hükümetler eliyle sömürüldüğünü anlamak için bu felâketi beklemiş olmamız endişe verici. Kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak İslam’ın şartlarındandır. Şeytan ile Adem arasındaki fark, Adem’in günah işleyince tövbe etmesi, Şeytan’ın ise “Bu günahı bana Sen işlettin” diyerek isyankâr olmasıdır. Ortada bir günah var ve bunu Allah’a havale etmek herhalde daha büyük bir günah. Tedbir kuldan, takdir Allah’tan. İnsanın kendi mesuliyetlerini Allah’a, Allah’a ait olanı da kendine mal etmesi büyük bir günah. Muvaffakiyetini kendinden bilenin, felâketi Allah’tan bilmeye hakkı yoktur.”

        ‘Sanki Ahmet Özhan’ın refakatçisi’

        “Yozlaşmada müzisyen arkadaşlarımızın büyük payı var. Ahmet Özhan’a devlet koro kurdurdu, 90 kişi emrinde. Bu insanlara istediği repertuvarı çalıştırıp çaldırabilecek kudrette. Gönül ister ki eski repertuvarlar karıştırılsın. Edirneli zurnacı Ahmet Efendi, Behram Çavuş, 16. ve 17. yüzyıl... Hepsi notaya alınmış, bunu çaldırt, maaş veriyorsun. Koronun adı Tarihi Türk Musikisi Korosu ama Ahmet Özhan’ın gazino şarkılarının refakatçisi konumunda.”

        2015’E PROJELER

        Türkiye, 2015’te Belçika’da yapılacak Europalia Şenliği’ne konuk ülke kabul edildi. Bu kabulün, 1915’in 100. yıldönümü olduğu için Ermeni toplumunda endişe doğurduğunu söylüyor Kudsi Erguner. O da Osmanlı musikisinde Ermeni besteciler üzerinde çalışıyor. Ayrıca Avrupa ve Osmanlı arasındaki ilişki bakımından Cem Sultan’a bakıyor. Onun şiirlerini besteleyecek. Bir projesi de sefaretnameler üzerinden 17. ve 18. yüzyılda Osmanlıların Avrupa’yı nasıl gördüğünü anlatmak.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ