Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Issız güvertedeki kahkaha

        ALİ ESAD GÖKSEL / HT CUMARTESİ

        Tromsö’de öyle bir rüzgâr var ki her yerden her yere esiyor. Öyle bir tipi var ki 5 metre ötesi yok. Feleğinizi şaşırıyorsunuz. Norveç kıyılarından demir alıyoruz. Tromsö yavaş yavaş küçülüyor. Kirkenes’e kadar “tüm mönüleri içeren bir seyir defteri” elimde. Yemeklerin neredeyse tamamı denizden... Yeryüzünün en verimli ve en temiz denizleri. Aşçıbaşımız ne yaptı dersiniz? Bizdeki gibi ızgara yap servis et, bu âlemde nadir. Envai çeşit reçete deniyorlar. Buğulama, pişirme, fırın, çiğ ve daha neler neler...

        Eski zamanları hatırlamaya çalışıyorum. Aklımdan çıkmış. Ama şu kesin, ne klima vardı ne de “Uzakdoğu usulü kolonyal ahşap tavan pervaneleri”. Sorarım size nasıl başa çıkıyorduk bu sıcaklarla? Bu rutubetle? Öyle ya yeni icat olmadı bu çerçeve. Ya tahammülümüz yok oldu ya da “küresel ısınma” dedikleri çok vahim bir vaka. Hem de çok... Şaka değil “Yüzde 95 nem” dediler. Yani buhar nefes alıyoruz. Mademki hâl bu hâldir, bize serin sakin bir köşe gerek. Geldik mi geçen haftanın başlığına: Norveç. Oradan devam... Kuzeyin orta kuzeyindeyiz. Ocak ayı. Tromsö, eski kıtanın batısında hallice soğuk şehirlerden. Nefes kesen suhuneti bırakın, bir de üstüne tipi var. Daha doğrusu tipiler... Akdeniz’de rüzgâr bir yerden bir yere eser. İstikamet bellidir. Ya Tromsö? Burada rüzgâr her yerden her yere esiyor. Öyle bir tipi var ki 5 metre ötesi yok. Feleğinizi şaşırıyorsunuz. Dert yanmıyorum. Bile bile lades. Uyarıları dinlemiş, “Tamamdır” demişiz. Razıyız...

        VE GEMİ KALKIYOR

        Hava karanlık. Oysa saat henüz karanlık saati değil. Akdenizli iç saatim isyanda. “Nasıl olur” diye... Daha saat yedi, taze akşamüstü. Hiç bu saatte zifiri karanlık olur mu? Üstelik 5 saattir böyle. İnsaf! Ama tabiat ana umursamıyor: “Mademki sana öngördüğüm senaryoyu ihlal ettin. Buralara geldin. Edepli ol. Sorgulama, tabi ol” diye... Amudsen havalı bir gözlük takmışım. Şu uzun mesafe yüzenlerin taktığı var ya onların teşkilatlısı. Buzlanmıyor. Buğulanmıyor. Hava sirkülasyonu bile var. Ve tüy gibi. Yani çok hafif. Elbette çok da pahalı. Havası dehşet. Gören, hane nakil belgesi ile kutuplara yerleşiyorum sanır. Mademki donanımımız tamdır. Ortalığı tarassut ediyorum. Liman öyle aydınlatılmış ki. Bizim Ali Sami Yen’in gece projektörleri yanında çayda çıra dekoru gibi kalır. Demem o ki zifiri karanlık ve vahşi tipi bir kenara. Koşuşturma ayan beyan. Limanda adeta bir lojistik seferberliği var. Konveyörler, sair küçük vasıtalar, sivil ve askeri görevliler, envai çeşit üniforma... Güverteye çıkan merdiveninbaşını tutmuş kadın, elinde liste, dokümanları ve eşkâlimi hızla gözden geçiriyor. Parmak izim alınıyor. Kan grubumu öğreniyor. Tamamlanınca, mesafeli Kuzeyli kayboluyor, sıcak bir ev sahibi çıkıyor: “Bavulunuza yardım edeyim mi?” Ses tonunda belli belirsiz bir ironi? Sair az yolcu sırt çantalarıyla gelmiş. Bendeniz “Orta Asya’dan kutuplara gelen Türk boyları gibi” denk ile gelmişim. E ne olur ne olmaz, dünya hali! Annem öğretti: “Kiminle karşılaşacağız kim bilir?” Sofraya kiminle oturacağınız da belli olmaz. Tedbir esastır... Kamaramdayız. Çevik hareketlerle bilgi veren kızı gözden geçiriyorum. Toplam 4.5 metrekarelik yeri etraflıca anlatmak kolay değil. Ama dinlemek işte o daha da zor. Soruyorum: “Kız sen Norveç’in neresindensin?” Anlatıyor. Koordinatlarını bile vererek. Anlıyorum... “Housekeeping için ne okudu?” Yeter ki konu değişsin. Ve sürpriz: Biteviye “tarifname” gidiyor. Cana yakın bir “joker” geliveriyor. Bu gemide herkes en az 3 işe bakarmış. Kızımız cevher çıkmasın mı? Housekeeping ne ola? Kız kâh makine dairesinde, kâh güvertede, kâh da mutfakta... Utanıyorum... Demir alalı yarım saat olmuş. Tromsö yavaş yavaş küçülüyor. Ama hâlâ kıyı boyu ışıklı. Yer yer kopuyor. Banliyöler olmalı.

        MİNYON , FETTAN VE ŞIK HANIM

        MS Lofoten, Hurtigruten’in eski gemisi. Altmış yıldan fazlası var. O yılların yalın estetiği çok hoş. Asır başından yetmişli yıllara “mimari ve gemi estetiği birbirine yakın” durdular. MS Lafoten o dilin şık bir “hanımı”... Gelin modern gemilerle karşılaştıralım. Küçükleri ele alalım. “Silversea”, bizimkinin yanında transatlantik gibi. Yani ufacık, neredeyse özel bir gemideyiz. Koşulların çok mütevazı, sadece “asgari fonksiyonel icaplarla tarif olunduğu” malum... Akşam yemeği zamanı. Şehirde yemiştim. Ama meraklı bir kedi gibi salona süzülüyorum. Kirkenes’e kadar “tüm mönüleri içeren bir seyir defteri” elimde. Mönüler faslının başlığı “ışığın peşindeki avcı”. Bu ne demek: “Aurora Borealis”... Yeryüzünün en gizemli, en şiirsel ışığı olmalı. Kutuplar ve çok yakın halesinde, sadece kış zamanı... Ansızın ortaya çıkan muhtelif renkler... Semadaki tutkulu danslarını takiben sahneden çekiliyorlar.

        Adeta eşsiz bir “sanat gösterisi-happening...” Yemeklerin neredeye tamamı denizden... Sürpriz mi? El insaf! Yeryüzünün en verimli ve en temiz denizleri. Aşçıbaşımız ne yaptı dersiniz? Balık ya da deniz mahsulü deyince, iki laf daha lazım. İlki şu: Bizdeki gibi ızgara yap servis et, bu âlemde nadir. Envai çeşit reçete deniyorlar. Buğulama, pişirme, fırın, çiğ ve daha neler neler... İkincisi: Bizde çok çok pahalı mallar var ya buralarda mebzul kere mebzul... Örnek mi? Alaska King Crab. “Devasa yengeç” nadir ve pahalı bir şeydir. Hiç unutmuyorum, Tokyo Tsukuji Balık Pazarı’ndayım. Tezgâhtaki stropor sandığa sığamamış, aerobik yapan yengecin fotoğrafını çekeceğim. Tezgâh sahibi uyardı, uzaktan çekmeliymişim. Anlayın artık. Japonya’daki hâl budur. Yengeç mi? Teminat mektubu vereceksiniz! Ya Kirkenes. Bizim ara menzil... İşin komikleştiği yer. Sovyet araştırmacılar 50 yıl önce bu yengeçten getirip Murmansk önüne “atıveriyorlar”. Doğal düşmanlarından uzak körfezde üremeye başlayan yengeçler, bela olmuş haldeler. Öyle bir sayıya ulaşmış ve güven içinde artıyorlar ki yöre halkı bunları “hamsi” niyetine tüketiyor. Ya balıkçılar? İşte onlar yaka silkiyor. Dev yengeçler ne varsa parçalıyor, ağ falan hak getire... Velhasıl mönüler sağdan sola bunlarla bezeli. Şarabımı sonlamışım. Bu kıyıların içeceği ve puromla güverteye çıkıyorum. Görevli uyarıyor: “Tutunarak yürü. Aşağı sarkma.” Denize düşmemeliymişim. Haklı olabilir.

        Dışarısı yaman. Artık ne kıyı var ne de ışık. Sadece dalgalar ve tipi. O kadar vahşi ve o kadar güzel ki... Ansızın şuh bir kahkaha çınlıyor. Hevesle bakınıyorum. Hayır, ne yazık ki kimse yok. Az daha geçiyor. Yalnızlığın tadını çıkarmadayım, aynı fettan kahkaha. Güverteyi turluyorum. Bu kadın nerede? Buz kesmeye ramak kala teslimim... İstikamet içerisi. Görevli, lumbozdan bana bakarmış. Ne zaman denize düşeceğim diye... “Kahkahayı” soruyorum. O da gülüyor. O da duyarmış: “Bence geminin ruhu”. Ve ekliyor: “Saldırgan denizle flört ediyor.”

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ