Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar süleyman seba cenaze, metin tekin kimdir, ali gültiken kimdir, feyyaz uçar kimdir

        HT PAZAR / Nazenin TOKUŞOĞLU

        Futbolda kibarlığın, asaletin, centilmenliğin son kalesiydi o. Taraflı herkesin başkanı, futbolla alâkası olmayanların abisiydi. “İyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunmaz” derken farkında olmadan Türkiye’yi birleştirebilecek potansiyelde bir cümle kurmuştu aslında. Hatta iyi insan olmak için kişisel gelişim kitaplarının içinde boğulmaktansa Süleyman Seba’nın başkanlığa vedasının tam metnini tavsiye ederim.

        Doğduğunda BJK 23 yaşındaydı, Cumhuriyet 3... Beşiktaş onu büyüttü, o da çiçeği burnunda bir ülkenin yeniye, doğruya, çağdaşlığa aç genç neslini, her biri öz evladıymış gibi yetiştirmeyi, yatlara, spor arabalara tercih etti.

        Bir jenerasyonun Beşiktaşlı olmasının sebebi de Seba’dır. Ben de onun başkanlık yaptığı dönemde futbolu Metin-Ali-Feyyaz’ın, Oğuz- Aykut-Rıdvan’ın Semih-Cüneyt- Uğur’un derin katkılarıyla sevmeye başlayan şanslı nesildenim.

        Ve diyorum ki umut hep var. “Aman bize ne Beşiktaşlı” diyecek kadar kalbi taşlaşmış fanatiklerin bile, farkında olmadan, renklerden bağımsız bir bilinçaltı duygu patlamasıyla gözlerindeki yaşlara engel olamadığını gördüm. Peki ya şimdi ne olacak? Metin-Ali-Feyyaz futbolu bıraktı, İnönü yıkıldı, Seba gitti... Beşiktaşlıları teskin mi edeceğiz yoksa kazanmak için kavganın, oyunun, iyi-kötü, doğruyanlış ne varsa ortaya konduğu tüm alanlarda bir Süleyman Seba çıkması için Allah’a dua mı edeceğiz? Çocukluğumun üç değerli futbolcusuyla konuştuk...

        Cennet tarihi transferini yaptı... Sizce geriye ne kaldı?

        Ali: Futbola dair söylenebilecek güzel her şey...

        Metin: Nezaket...

        Feyyaz: Samimiyet...

        Onu bir kelimeyle anlatın desem de bunları mı söylerdiniz?

        Ali: Karakter. Kelime yuvarlak ama içinde barındırdıklarıyla nasıl fark yaratıldığının en güzel örneği Süleyman Seba’dır. Nezaket, dürüstlük, öngörü, iyilik, vizyon, irade diye de gider. O karakter hepsini içinde barındırması açısından çok güzel bir örnek..

        Metin: Dürüstlük ve nezaket ilk aklıma gelenler...

        Ve tabii ki sizler... Ben ne şanslıyım ki sizin futbolunuzla büyüdüm ama bu demek değil ki şimdiki nesil şanssız çünkü siz hâlâ varsınız ve Süleyman Seba gibi değerlerin düşüncelerini, felsefelerini yeni nesle aktarmak için bizimlesiniz. Arkasından ağlamak yerine onu anlatmak noktasındasınız gördüğüm kadarıyla...

        Metin: Başkanın o kadar sağlık sorunları vardı ki, o anlamda kesinlikle artık ağlama kısmını bir kenara bırakmak gerekiyor. Bir gün hepimiz öleceğiz. Önemli olan nasıl bir hayat yaşadığın, geriye dönüp baktığında gençlere artı olarak ne bıraktığın... Ne mutlu ki Süleyman Seba çok şey yaptı ve daha da önemlisi fark edildi. Allah herkese böyle bir veda nasip esin. Tavır, davranış ve eylemleriyle hep bizimle olacak. Bunların hiçbirini hesap kitapla yapmadığı için bu kadar iz bıraktı.

        METİNCİM HEYKELDEKİ BENİM AMA ONU SİZ DİKTİNİZ’

        Süleyman Seba olmak ne demektir?

        Feyyaz: Planlı programlı çalışmak ve net bir hedef koymak. Başkanın en büyük avantajlarından biri de daha önce bir futbol geçmişi olmasıydı. Futbolu bu kadar içinden gelerek sevmesiydi. Ne yaparsanız yapın, yaptığınız işi sevin. Süleyman Seba sabah akşam futbol düşünürdü, futbolla yatıp kalkardı. Tabii ki yanlışlar oluyor. Hatasız insan olmaz ama içinizdeki o karşılığı olmayan derin sevgi, eninde sonunda doğru yolu kişiye bulduruyor. Sevmek her şeyden önce gelir. Bir de işin maddi tarafını bırakıp önce manevi tarafına yönelmek lazım. Bence Süleyman Seba’nın en büyük artısı buydu. Biz işimiz en doğru şekilde yapalım. İş doğru yapıldığında para zaten gelir. Transferler lehine dönüyor. Arz talep dengeleri oturuyor. Dürüstlükten yola çıkmak lazım. Sebalı Beşiktaş’ın başarısının sırrı buydu. Samimiyetle, elindeki imkânları bilerek ve ne olursa olsun “bir arada” hareket ederek sorunların üstesinden geldi.

        Ali: Gerçekten o samimiyet bize de geçti, sonrasında taraftara da geçti. Hiç kurgu olmadı hayatımızda.

        Metin: “Yapacağım” deyip yapmadığı bir şey olmadı. Ağzından çıkan her şey sözdü bizim için. Umarım her kulübe hatta camiaya böyle bir yönetici nasip olur. Maç olmadığı zamanlar ona giderdik, iki kadeh içerdi. Üç değil, bir de değil. Bazen ben de katılırdım. Otururduk pencerenin önüne. “Başkanım” derdim... “Heykeli de apartmanın karşısına dikmişsiniz ne güzel”. Tam evinin karşısındaki parkta dikiliydi heykeli. Çok komikti... “Metincim heykeldeki benim ama onu siz diktiniz” derdi. Ben “Başkanım” derdim o “Süleyman Abi de” derdi ama ben bir türlü diyemezdim. İlla başkan kelimesi çıkardı ağzımdan. Ali çok güzel derdi mesela “Abi”yi...

        Ali: Süleyman Abi... Çok sert görünürdü ama ne istersen söyleyebileceğin bir adamdı. Ne bir çekingenlik hissedersin ne de laflarına dikkat etme ihtiyacı... Bir insanın yaydığı enerji çok önemli. Eğer karşındaki insan pozitifse ona her derdini de anlatırsın, ağlarken gülersin de. Süleyman Abi geldiği andan itibaren bizim bir parçamızdı. Futbolculuk geçmişinin olması, camiada eski olması, yöneticilik geçmişinin olması... Az buz değildi yaptıkları. Ve bunları yaparken kimseyi kırıp dökmedi. Onun mantığına göre kırıp dökülerek yapsaydı bir kıymeti yoktu.

        Şampiyonluğu kutlarken bile... Semra Özal’a “Beşiktaş halkın takımıdır ve öyle kalacaktır. Kutlamaları da sadece halkla sokakta yapacaktır” demişti...

        Feyyaz: Onu bile nezaketle kutlamaya çalışırdı. Sadece halkın takımı olduğu için değil, diğer takımdakiler rencide olmasın diye...

        Ali: Başkalarına saygı hayatının en önemli şeyiydi ve onunla vakit geçiren birinin onun bakış açısının akışına kapılmaması mümkün değildi.

        Sizler gerçekten olmaz mıydınız, Seba olmasaydı?

        Ali: Onu bilemezsiniz. Hayatlarımızı yaşıyoruz ve geri sarıp başka bir hayat yaşama imkânımız yok. Aslında Metin- Ali-Feyyaz da tamamen tesadüfi olarak ortaya çıktı. Bir kriz yönetiminin getirdiği baskı neticesinde farklı bir maç oynanıyordu ve bir anda tribünlerden yükselen Metin-Ali- Feyyaz tezahüratı hayatımızı değiştirdi. Allahın takdiri herhalde.

        Metin: Ali’nin dediği gibi bir anda oldu. O zaman kadro bayağı genişti ve bir şarkı olarak doğdu bu üçlü. Aslında çok daha büyük bir bestedir bu. Bir dönemdir. Seba’dır, Rıza’dır, Şifo’dur, yöneticilerdir. Yaşanmış ve yaratılmıştır. Bugün başkanın eski görüntülerini izliyordum. “Biz hep gençlere güvendik, kendi kadromuza inandık. Onlardan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim” diyordu. O zaman o kadar dikkat etmemişim, o cümlenin değerini fark etmemişim. Şimdi o kadar iyi anlıyorum ki.

        ‘Hep beraber kendisini ziyaret edelim’

        Cenaze de inanılmazdı...

        Metin: Evet... Ben birkaç şey de diğer takımlara söylemek istiyorum. Galatasaray TV, Fenerebahçe TV, yurdun dört bir yanındaki taraftar kitleleri inanılmaz hassas davrandı. Rahmi Koç’un dostluğunu da es geçmemek lazım. Belki bana düşmez ama bir Beşiktaşlı olarak özellikle son günlerinde başkanımızı yalnız bırakmadığı için ona çok teşekkür ederim.

        Feyyaz: Hatta bir gün hep beraber kendisini ziyaret edelim. Futbol oynadığımız dönemde de maddi manevi katkıları oldu Rahmi Koç’un sağ olsun. Ali: Ben de katılmakla birlikte ekleme yapmak istiyorum. Prof. Dr. Ayhan Kızıl tedavi süreci boyunca bir an olsun yalnız bırakmadı. Gece gündüz onunla bir arada olan arkadaşları vardı. Mustafa Kara, Cemal Çavdar, Semih Becerici, Anıl Cansızoğlu ve yeğeni olan bizim Tayfur Havutçu... Neredeyse birlikte yaşadılar. Hepsi sağ olsun.

        ‘Bir duygu patlaması bana bunları yazdırdı’

        Feyyaz Uçar birkaç ay önce Süleyman Seba’yı anlatan bu duygusal mektubu yazmıştı... Mektubun hikayesini anlattı bize... “Ayda yılda bir gelirdi. Yeter de artardı bu geliş. Hepimizi karşısına alır, lafını ortaya söylerdi. Unutulmayacak sözler miydi, yoksa onun sözleri mi unutulmazdı, anlamazdık. Sık değiştirmediği kahverengi ceketinin üst cebindeki mendili hep biz kirletirdik. Ya akan burnumuzu ya da kaçan gollerin ardında döktüğümüz gözyaşlarını silerdi o mendil. Çocuktuk işte... Ama büyük başkan, bizi adam yerine koyar o şanlı formayı ısrarla bize giydirirdi. Adalelerimiz gözüksün diye kısa tuttuğumuz şortumuz ve malzemeci Ahmet Abimizden “Ne eeedecen” deyip verdiği tozlukları giyip, çivili kramponlarımızı da yandan bağladığımızda hakikaten koca adamlar gibi dururduk.

        Aslında bizi adam yapan o formaydı. “Şeyini şey yaptınız” dediğinde biz neyi kastettiğini bilirdik. Lafını kısa keser, söylediğini de unutmazdı. Belki de hiçbir şeyi unutmadığı için unutulmaz olacak sayın Seba. Ekranı da pek sevmezdi. Ne önünü ne de arkasını. Onu yazmak o kadar zor ki... Niye ki bu çabam? Onu altın harflerle yazan tarihten daha iyi anlatamam ki... Ben, Metin-Ali’nin Feyyaz’ı, Rıza’nın ön direk takipçisi, Şifo’nun pas duvarı, Les Ferdinand’ın çapraz koşucusu, Samet Abi’nin kibarı ben... Seni o aramıza giren herkesten çok seviyorum ve biliyorum ki sen de bu başına buyruk, inatçı evladını seviyorsun... Gitme büyük başkan sakın gitme... Çünkü ben sana gelemedim...”

        Feyyaz: Bir mesaj aldım. Süleyman Seba’yla ilgili bir yazı istediler. Sanırım bir internet sitesi içindi. O aralar hastaneye yatmıştı ve durumu ciddiydi. Sonra Metin’le konuştum ve içimden gelen bir şeyler yazacağımı ama bir gazetede de yayınlanmasını istediğimi söyledim. Yazı bir anda çıktı. Biliyorsunuz... Ya da bilmiyorsunuz benim Beşiktaş’tan ayrılışım biraz sıkıntılı oldu. Başkanla istemeden diyalogumuz koptu ama ona olan içten sevgim ve derin saygım hiç bitmedi. Olaylar ikimizin dışında gelişti. Sonra kağıdı kalemi aldım elime. Sevdiğini kaybetme riski olduğunda, “Keşke şöyle yapsaydım” hissi gelişir ya insanın içinde, bir anda tüm geçmiş gözünün önünden geçer, bu duygu patlaması bana bunları yazdırdı.

        Metin: Feyyaz’ın yazısı çok duygusal ama orada başka bir nokta var. Gencecik adamlara formayı verdi. Gerçekten de 20 - 21 yaşlarındaydık. “Hadi altyapıdan adamları toplayalım, başarılı olalım” gibi bir durum değil, tamam Avcılar’dan Feyyaz’dı ama Feyyaz’dı yani. Ali, Gökhan hep bir arada doğru isimlerdi. Bunun arkasında durmak da kolay bir şey değildi. Seba hep kararlarının arkasında durdu. Ali: Son zamanları çok zor geçti ama çelik gibi iradesi vardı. Yaz başında hastalığı ilerledi. “İnşallah ben buralarda değilken başına bir şey gelmez” dedim. Son gittiğimde “Artık gitme zamanı geldi” dedi. “Hastaneden mi” diye takıldım. Nur içinde yat Kafkas Kartalı... Beşiktaş’a kattığın değerleri unutturmayacağız.

        ‘Yine Metin, Ali, Feyyaz kaldık’

        Güzel bir kadroydunuz...

        Feyyaz: Kırılma noktaları çok farklıydı bizde. Bir kadro şampiyon oldu, sonra iki sene üst üste harika mücadele verdik ama son iki ya da üç haftada şampiyonluğu kaybettik. Şimdi bakıyorsunuz üç büyüklere altı ayda bir büyük transfer yapıyorlar. O zaman Seba ne yaptı? Kadroya hiç dokunmadı. Oyuncuların hepsini tuttu. Kaybederek kazanmayı öğrenen bir kadro oluştu. Arkasından da üç kere şampiyon olduk. İki sene üst üste şampiyon olamayan bir teknik adamla devam etme kararı da aldı. Şu dönemle karşılaştırdığında hiç normal değil aslında.

        Gordon Milne...

        Ali: O zaman çok protestolar oldu tabii “Gitsin” diye. Seba kararında net olduğu için kaldı.

        Metin: Hayatımızın en güzel günleriydi.

        Feyyaz: Güzeldi evet... Salıları kondisyon idmanı, çarşamba taktik, perşembe bazen izin, cumaları sağdan soldan ortalar. Başta çok zorlandık. Metin: Özellikle o tek pas idmanları mahvetti bizi. Her idmandan sonra tek pas çalışıyorduk. Bocaladık tabii. Milne de oynuyordu işin komik tarafı... Ali: Ailecek oynuyorduk. Feyyaz: Aaa evet oğlu da geliyordu. Baba geride, oğul açıkta. Sonra gördük ki o antrenmanlar bizim daha akıcı oynamamıza, daha pratik düşünmemize sebep oluyor. Genelde idman sistemi aynıydı. Adam değişikliği bile aynıydı. “Ali for Metin” derdi. “Feyyaz for Ali”... O kadar. Ama bütün hazırlığı sağ olsun antrenmanlarda yaptığı için maçta ekstra bir müdahaleye gerek kalmıyordu. Saha dışında çok rahattık ama.

        Eğlenir miydiniz?

        Feyyaz: Sanırım. Kamptayız. Aynı odada toplanıyorduk. Gece 3’te garson geldi tepsiyle, kan revan içinde, yine ne sipariş ettiysek. “Abi size kolej takımı diyorlar ama ben hayatımda bu kadar disiplinsiz bir takım görmedim. Buraya daha önce Fenerbahçe de geldi, Galatasaray da geldi. Ben hiçbir takıma böyle servis yapmadım” dedi, döndü gitti dinlemeden.

        Ali: Gordon Milne’nin “Sen kaçta geldin, sen yedin mi” hiç böyle takıntıları yoktu.

        Feyyaz: Sonra Daum geldi yok “Aynı terliği giyeceksin” yok “Sen şuraya otur, kaptan gelmeden yemeğe başlanmaz”...

        Ali: Kendi içimizde bir oyun bulduk, “Böyle oynayalım” dedik. Milne ona bile müdahale etmedi. Metin: Finlandiya maçı vardı. Aynı oteldeydik. Bunlar kakara kikiri yiyorlar, içiyorlar. Ben oralarda dolanıyorum. “Tamam” dedim kesin yeneriz biz bunları. Ertesi gün 2-1 yendiler. Yani o muhabbet de en az birçok bilinen detay kadar önemli. Çok uzun süreler geçiriyorduk kamplarda. Ali: Başlarda kamp yapmadı Milne. Biz kendi aramızda yapıyoruz. Kendi iç disiplini çok acayipti bizim takımın. Milne de kamp olayına ayak uydurdu. Bu sefer biz bir gün öncesinde yine kendi aramızda toplanmaya başladık.

        Feyyaz: King oynardık, bir yandan tepside börekler gelirdi. King grubunu hatırlıyor musunuz?

        Metin: Metin, Ali, Feyyaz ve Şenol... Ali: Yeni transfer Şenol. Feyyaz: “King biliyorum” dedi oturdu karşımıza. King’i bilir misiniz, oyun sonunda en az bir kişi artı olur, en az bir kişi de eksi. Tek eksi Şenol çıktı, biz üçümüz de artı çıktık. Y

        ‘Bence kesinlikle filozoftu’

        Gerçekten sizin için evini ipotek etti mi?

        Ali: Çok net bilmiyorum ama medyaya yansıyan haberler hep o şekildeydi, kimse de yalanlamadı. Bence doğrudur. Tabii o dönemler 3-4 milyon lirayla koca takımı yönetebilirdin, şimdiki gibi rakamlar söz konusu değildi. Başlarda o kadar bile değildi...

        Metin: Gerekiyorsa mutlaka yapmıştır. Çünkü böyle bir durum varsa, elindeki tek varlığı da eviyse gözünü kırpmadan ipotek edecek zihniyette bir insandı. Zaten tek varlığı da eviydi.

        Demişti ki “İyi insan olmadan iyi Beşiktaşlı olunamaz”... Fotoğrafa geniş baktığınızda bu yaşadığımız hayatta birçok şey için söylenebilir. Filozof tarafı da var mıydı?

        Feyyaz: Başkanın farklı zaman ve ortamlarda ağzından çok değişik laflar çıkardı. Kurgulamadan, içinden geldiği gibi... Bence kesinlikle filozoftu...

        Metin: Verdiğin sözü tutmak denen şeyi ben başkanda gördüm ve sanırım onunla birlikte kayboldu. Şimdi belgelerle, imzalarla garanti altına alınıyor sözler. Kimse kimseyle sözle iş yapmaz artık ama bu sadece futbol için değil hayatın her alanı için geçerli. Sözün garanti yerine geçtiği dönemlerin çok iyi bir temsilcisiydi Seba. 6 mukavele yaptık biz Beşiktaş’la. Hiç sözleşme görmedik.

        Ali: Seba’nın verdiği söz üzerine imza attık sürekli. O zamanlardan aklımda kalan en güzel anı; biz girerdik sırayla imzaları atardık, hemen arkamızdan basın açıklaması yapardı başkan. “En büyük transferleri yaptık” diye. Yönetimin felsefesi buydu. Bize bu inancı daha güzel yansıtamazlardı. Metin: Tabii bu kararı veren bizzat başkandı. O kadar emindi ki “Hayır” diyebilecek kimse yoktu karşısında. Ali: İyi insan olmak hayatın her safhasında önemli. O gerçekten iyi bir insan olarak zor günler yaşayan bir kulübün kaderini değiştirdi. Şerefli ikincilik kavramı da bence altı çizilmesi gereken bir kavramdır. Ne olursa olsun yapabildiğinin en iyisini yap ama kimsenin hakkını yeme... İkinciliği böyle yakalamanın birincilikten daha şerefli ve değerli olduğunu kimse daha iyi anlatamazdı.

        İnşallah Allah herkese şerefli ikincilikler nasip eder...

        Metin: “Şerefli birincilikler” diyelim biz yine de...

        Ali: Özellikle Beşiktaş’a...

        “Üç büyüklere” diyelim...

        Metin: “Beşiktaş’a” diyelim.

        Bugün peki...

        Ali: Her gün diyelim...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ