Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar ‘Magazincilere müteşekkirim’, Bıçak Sırtı’nın Serra’sı olarak hayatımıza giren, Behzat Ç.’deki Savcı Esra rolü ile hafızalara kazınan Canan Ergüder, Perihan Özcan'a konuştu

        Perihan ÖZCAN / HT PAZAR

        Bıçak Sırtı’nın Serra’sı olarak hayatımıza giren, Behzat Ç.’deki Savcı Esra rolü ile hafızalara kazınan Canan Ergüder, şimdilerde Gülfem karakteri ile ekranlarda. Ortalarda görünmekten ve röportaj yapmaktan pek hoşlanmayan Ergüder, HT Pazar’ı kırmadı. Onu bugüne taşıyan aile ortamını, dizi sektörünün insanüstü çaba isteyen koşullarını ve şöhreti nasıl taşıdığını anlattı.

        Savcı Esra rolüne çalışırken Bakırköy Adliyesi’ne gitmiştiniz. Gülfem’e nasıl çalıştınız?

        Son üç senedir hem canlandırdığım roller hem merak ettiğim için psikoloji kitapları okuyordum. Dolayısıyla çeşit çeşit hastalık hakkında bilgi sahibi oldum. Zaten duygusal olarak bu role hazırlanıyormuşum gibi hissediyorum. Hayatımda çağırdığım şeyler bir şekilde hiç düşünmediğim zamanlarda geliyor.

        Anlık duygusal geçişleri, Gülfem’in sizi tükettiğini düşündürüyor. Nasıl hissediyorsunuz?

        Rolün zor yanı, kadının parçalara ayrılması ve bu parçaları birbirine akıtarak gitmesi. İnsanlara farklı farklı şekillerde gösterdiği gerçeklik, kamerayla yapayalnız olduğu zamanlarda en öz haline dönüşüyor. Bu bana kamerayı her zamankinden farklı şekillerde kullanma imkânı verdi. Teknik bilgimi artırdı. Kendimi eğitmek, profesyonellik, hep daha iyiye varmak açısından Gülfem bana çok şey kattı. Başta negatif bir duyguyla “Evet” demiştim, bu sonradan pozitife dönüştü.

        Yoğunsunuz, randevulaşmamız zaman aldı. Diziyi çekmekten izlemeye fırsat bulabiliyor musunuz?

        Hayır, çünkü yayınlandığı sırada genellikle sette oluyorum! Ve deli gibi ertesi gün en azından kendi sahnelerime bir bakıyorum. Sonra hafta içinde bir zaman illa ki bir tekrara denk geliyor ya da internetten izliyorum.

        Her meslekte olgunlaşma süresi var. Oyunculukta insan hangi aşamalardan geçtikten sonra olgunlaşıyor?

        Bunu olgunluk kelimesiyle kısıtlamak istemiyorum, “Evre” demeyi tercih ediyorum. Çünkü olgunluk otomatik olarak bir yaş sınırlaması getiriyor. Ben Canan olarak, kadın olarak hayatımın çeşitli evrelerinden geçiyorum. Çok yaşlı taraflarım da var, 5 yaşında çocuk taraflarım da. Bunları farklı evrelerde farklı şekillerde yaşamayı tercih ediyorum. O yüzden de çağırdığım rollerin çeşitliliği olsun istiyorum. Hep aynı rolü oynamaktan ziyade, “Bu role özgü ne bulabilirim”i arayarak hareket etmek benim için de efektif oluyor. Ticari olarak da efektif bir yolda ilerliyorum böylece, kendimi harcamıyorum.

        Çoğu kez setten çıkıp tiyatro oyununa gidiyorsunuz. Set bittiğinde, perde kapandığında aklınızdan ilk geçen ne oluyor?

        Evimmm... Evim evim güzel evim.. Yatağım... Çok uykum oluyor, çok... Çok yorgun oluyorum. Bir de repo (izin) günümü dört gözle bekliyorum.

        ‘KİMSEYE, EVLENDİĞİN KİŞİYE BİLE MUHTAÇ OLMA’

        Babanız Üstün Bey ve anneniz Rukiye Hanım’la nasıl aranız?

        Ben bir kız okuluna gittim ve hep korunduğum bir ortamda büyüdüm. Evde, okulda, sokakta... Bu kadar korunaklı bir hayatta çeşitli patlamalar, isyanlar oldu tabii. Klasik genç kız triplerimle baş ettiler. Ama genel olarak iyiydi aramız. Çocukluğumdan beri annemle daha çok çatışmalı bir sevgi ilişkim var. Anne-kız arasında olabilecek çatışmalar.

        Anneniz, kendisi ve babanız gibi Amerikan eğitimi almanızı istemiş.

        Aslında bunu ben istedim. Çünkü 7 yaşında Amerika’ya gittim, ikinci sınıfı orada okudum. Sanırım o senenin hayatımda çok büyük bir yeri var. Amerika algısı ve Amerikan kültürünü içime erken yaşta çekmek başka bir şey yarattı bende ve hep geri gitmek istedim. 18’ime geldiğimde bunu yapmaya çok kararlıydım. Sağ olsun annemle babam da finansal olarak bu isteğimi yerine getirebilecek haldelerdi. Bambaşka bir dünya açtılar önümde.

        O bir yıl size ne işlemişti ki geri dönmek istediniz?

        Hiçbir zaman kendimi rahat ifade edebileceğim bir yerde olduğumu hissetmiyordum. Genç kızlığımın büyük bölümünde kısıtlanıyormuşum gibi geliyordu. İçimde meğer şu varmış: Kendi ayakları üstünde durabilen biri olmalıyım. Zaten böyle yetiştirildim. Annem babam her zaman şöyle dedi: “Kendi kendine yet, kimseye muhtaç olma. Evlendiğin kişiye bile muhtaç olma. Kendi ayakların üzerinde dur.” (Masadaki içecekleri gösteriyor.) “Kimseye ödetme. Hani bir erkekle yemeğe çıkarsan filan hesabı ödetme kızım.” Kendi başıma kalınca da bunu yapabileceğimi gördüm. Amerika’da bunu görebilmemi sağlayan bir kültür var. Tabii yerine bağlı. Doğu yakasına yakındım ben. Önce Pennsylvania sonra New York’ta iyi bir ortamda yaşadım.

        Anne babanız şimdi durduğunuz yerden memnun mu?

        Çok mutlular ama ilk geldiğimde o kadar korkmuşlardı ki... Çünkü sevdikleri bir insanla evliydim. Bana iyi bir hayat arkadaşı olarak gördükleri biriyle birlikteydim. Tam evliliğimin ortasında Türkiye’ye geldim. Onlar korktular ilişkim bitecek diye ve nitekim bitti. Ona üzüldüler. “Geri git” dedi annem, “Gelme sen buraya”. Ama sonra alıştılar ve şimdi annem için her gün aranması gereken bir insanım.

        Günde kaç kez konuşuyorsunuz?

        Birle sınırlı tutmaya çalışıyorum. Ama annem bazen ikiyi üçü buluyor.

        Bir dönem magazin sayfalarında yer aldınız. Özel hayatınızla ilgili sorulara da cevap veriyordunuz. Sonra nasıl görünmez oldunuz?

        Öncelikle şunu söyleyeyim. Asla ve kat’a magazin sayfalarında görünmek isteyen bir insan değilim. Fakat o sıradaki ilişkim tanınan bir insanla olduğu için bazı şeyler magazine yansıdı. Magazinin yazdığı çoğu şey yalan. Olabildiğince hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum. Sanırım magazinciler de biliyor ki onlara malzeme vermek istemiyorum. Karşılıklı saygı çerçevesinde birbirimizden uzak durduğumuzu düşünüyorum. Bunun için magazincilere müteşekkirim.

        Fazla röportaj da yapmıyorsunuz.

        Yapmamaya çalışıyorum. Kaliteli insanlarla konuşmak istiyorum. Şimdi işim var, bakın konuşuyoruz. Yaptığım önemli şeylerle anılmak istiyorum.

        Yeni sezonda tiyatro var mı?

        Aralık sonuna kadar Haluk Bilginer ve Ayça Bingöl’le Nehir’i oynayacağız Oyun Atölyesi’nde. İki ay boyunca haftada bir. Sonrasında çok yapmak istediğim, daha önce hiç yapmadığım bir proje var ama şimdi bahsetmeyeyim. İnşallah olacak. Türkiye’de her şey çok çabuk değişiyor, anı değerlendirmeye çalışıyorum.

        Amerika yıllarınızı özlüyor musunuz?

        Evet, çünkü çaba gösterdiğim, güzel bir hayatım vardı New York’ta. O evreden de iyi ki geçmişim. Duygusal açıdan çok yorucu, çok kamçı yediğiniz bir meslek oyunculuk. Birçok insana ağır gelir ve bırakır bu mesleği. Çünkü ortalamaya vurduğunuzda, başarısız olmasanız da başarısız hissettiğiniz zamanlar, daha uzun süreler olabilir. İnsanı depresyona sürükleyen anlar vardır. Çünkü bir şeyleri ifade etmek istiyorsunuz ve iş bulamıyorsunuz.

        ‘Artık haftada 4 gün 12 saat çalışıyoruz’

        Bugüne kadar hangi rolden ne öğrendiniz?

        Bir rolü kabul ederken bana kişisel olarak katkıda bulunması gerektiğini düşünüyorum. Beni bir şekilde bir yere taşımasını istiyorum. Bu çok basit ya da çok zor bir şey de olabilir, fiziki ya da kültürel bir şey de olabilir. Mesela savcıyı oynamak bana Ankara’yı tanıttı. Ankara’yı severek yaşadım ben. O işin ruhunda olması gereken bir şeydi.

        Orada otelde kalmıştınız değil mi?

        Başta otelde kaldım. İkinci senemde dairem vardı. Çünkü ilk sene kedim beni göremeyince depresyona girdi. Mantar döktü. İstanbul’a gelip hemen onu veterinere götürüyordum. Damien şimdi 16 yaşında ve muhteşem vakit geçirtiyor bana. O yüzden ikinci sene Ankara’ya taşınmak istedim. “Bana bir ev bulun” diye rica ettim. Ankara’yı çok sevdim, muhteşem bir işti Behzat Ç.. Oradaki ekip çalışmasını da çok sevdim. Ömür boyu arkadaş kazandım.

        Behzat Ç. ekibindeki arkadaşlarınızla görüşüyor musunuz?

        Ankara’ya gittiğim zaman, İstanbul’a geldikleri zaman istisnasız onları görüyorum. Ama şu anda değil. Erdal’la (Beşikçioğlu) Berkan (Şal) İstanbul’da ama görüşemiyorum. Onlar da çalışıyor ben de çalışıyorum.

        Dostları görüştürmeyen ve içindeki herkesin rahatsız olduğu dizi sektörü koşullarının düzeleceğine dair bir ışık görüyor musunuz?

        Dizinin ilk altı bölümünde hiçbir ışık görmedim. Hatta karanlık bir tünele doğru gittiğimi düşündüm. Fakat 7. bölümden sonra haftada 4 gün günde 12 saat kuralı uyguluyoruz. Fatih Aksoy, bunu sözleşmeyle onaylayacak kadar da cesur bir harekette bulundu. Çok takdir ediyorum, teşekkürlerimi iletiyorum.

        Daha önce nasıldı? Hiç söylemeyeyim. Örneği var mı bilemiyorum ama bu benim için bir ilk. Başrol oyuncuları bunu daha iyi anlar oldu. İnsan yorgunluktan delirecek vaziyete gelebiliyor.

        Şöhretin yükselttiği egonuzu nasıl terbiye ediyorsunuz?

        Ben bunu aşama aşama, ağır ağır, hazmederek yaşadım. Birden olmadı. Şımarmak iyi bir şey değil. Ama gerekirse çok güzel döverim kendimi!

        ‘BURNU GERÇEK Mİ CADI BURNU MU TAKMIŞ?’

        Twitter hesabınızdaki paylaşımlarınızdan çocuklarla ilgili konularda hassas olduğunuz anlaşılıyor, içinde yer aldığınız bir proje var mı?

        Yok ama benim gözüm bu tarz projelere açık. Çocukları seviyorum.

        Küçük kız çocukları da sizi seviyor.

        Evet ama küçük kızların Gülfem’e hayran olmasından, onu taklit etmelerinden çok rahatsız oluyorum. Bir yakınımın böyle bir kızı var. Konuşmamı rica ettiler. Sete davet ettim, gördüğünün gerçek olmadığını anlaması için. Yalnız şuna güldüm: Annesine “Burnu gerçek mi, cadı burnu mu takmış” diye sormuş. Burnum uzun ya merak etmiş çocuk.

        - Magazini olabildiğince hayatımdan uzak tutmaya çalışıyorum. Sanırım magazinciler de biliyor ki onlara malzeme vermek istemiyorum. Karşılıklı saygı çerçevesinde birbirimizden uzak durduğumuzu düşünüyorum. Bunun için magazincilere müteşekkirim.’

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ