Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Aberdeen, iskoçya, Ali Esad GÖKSEL

        Ali Esad GÖKSEL / HT CUMARTESİ

        agoksel@htgazete.com.tr

        “Tamam mı? Devam mı?” Siz bu satırları okurken 300 yıllık evliliğin akıbeti belli olacak. İskoçya’nın ne yapmak istediğini biliyor olacağız. Bu işin beni yakından ilgilendiren bir sahifesi var. “Hayrola” diyeceksiniz. Duyar gibiyim: “İçimizdeki İskoçlardan mısın?” Detayını anlatmaya halim el vermiyor. Ama muradım, İskoçya’nın gururu malt viski geleneği zarar görmesin...

        Daha çok olmadı. İskoçya’ya uçuyoruz. Aberdeen’e. Kuzey Denizi kıyısındaki önemli liman ve ticaret merkezine. Yaklaşık 1.5 saat bir türlü alışamadığım sol trafikte yoldayız. Gecenin karanlığı bile içinden süzüldüğümüz İskoç peyzajının büyüsünü örtemiyor. Keith kasabasındaki Linn House’a ulaştığımızda 1850’li yıllardan kalma irice, hoş bir konak bizi bekliyor. Kapısındaki kâhya artık evin sahibi gibi de... Bu yüzden birkaç rolü birden oynuyor. Ertesi sabah erken kalkılacak. Keith’in en önemli turistik cazibesi, Strathisla Damıtımevi’ne gidilecek. Strathisla, İskoçya’nın en eskisi... 18. yüzyılın sonundan kalma. Mimarisi ihtiyaca göre çeşitli dönemlerde birbirine eklene eklene mafsallanan eklektik bir kompozisyon. Şunu itiraf etmeliyiz ki peyzajla uyumlu. Gerek malzeme kullanımı, gerekse iklimin gereklerine göre biçimlenmiş muhtelif pavyonların kendine has bir cazibesi var. Hemen arka yamaçtan küçük şelalelerle siyah kayalara çarpa çarpa düşen isyan dolu çayın, dış halkası yemyeşil, zaten bu gözü her daim yaşlı İskoç gökyüzü ile başkası imkânsız... Kaldırımların, duvar taşlarının araları dahi yemyeşil yosun! Gerisini siz tahmin edin.

        İMPARATORLUK KAHVALTISI

        İmparatorluk sahibi olup da mutfak sahibi olmayan Birleşik Krallığın pek övündükleri kahvaltılarını takiben ver elini damıtımevi... Binalar, iç mekânlarda her ne kadar modern ihtiyaçlara göre düzenlenmişlerse bile atılan her adımda mimari mirasa gösterilen özen ortada. Yaşlı kompleks başlıca üç ana bölümden oluşuyor; idare, imalat, depo. Elbette bunların her biri dönemlerine atıfta bulunan izleri sergiliyorlar. Önce bir tadıma davet ediliyoruz. Speyside’ın harmanlanmış viskilerini, analizleri, coğrafi kökenleri, birbirlerine yaklaşan ve uzaklaşan yönleri eşliğinde tartışarak tadıyoruz. Bu arada 1909’dan beri, bir efsane, uyuyan bir güzel muamelesi gören 25 yıllık viski masaya geliyor. Yüz yıl öncesi New York’unda büyük süksesi olan ama üretimine nerede ise 70 yıldır ara verilen bu ürünün yeniden doğuşunu izliyoruz. Kadehlerimizdeki viski, harmanlanmış İskoç viskilerinin en özellerinden. Yumuşak, yuvarlak, içimi kolay. Bu tarzın meraklılarının müdavimi olabilecekleri bir “usta harmanı...” Oradan çıkıyoruz damıtımevinin eski deposuna bakmaya. İçeriye baştan çıkarıcı bir kokular yumağı, kim bilir belki birinin aklına düşüp üzerinde oynayabileceği çok özel bir parfüm hâkim. Depoyu dolaştırana favori maltlarımın fıçılarını gösterip soruyorum. Hesap kitap yapıp söylüyor, alamayacağıma kanaat getirip bir kez daha soruyorum: “Boş olarak alabiliyor muyum?” Bazen böyle talepleri karşılayabiliyorlarmış, araştırıp bilgi verecek... Boyu 2 metre, kilosu muhtemelen 100 üstü, enine boyuna, depoyu gözünüz arkada kalmaksızın emanet edebileceğiniz, turuncu saçlı, çilli suratlı, gülecek mi kızacak mı ipucu vermeyen İskoç mutemet, “Özel kava bakacak mısınız” diyor! Kraliçe için, prens için yapılmış muhtelif viskiler var, bir de 38 yıllık özel bir harman. Tadıyoruz. Sanki İskoç mutemet damlaları sayıyor. Ne kadar içtiğimi hafızasına kaydediyor gibi. Artık sıra damıtımevinin üretim kısmında Pagot’vari daha çok Uzak doğu’ya ait olan bir tercihle biçimlendirilen çatıları ile örtülü dev bakır imbiklerin bulunduğu salondayız. İskoç ve viski kültürünün sakral bir salonuna kabul olmuşuz sanırsınız. Öyle. Ortalığa tekinsiz bir sessizlik hâkim. Etrafı, o eski, benzersiz güzellikteki teknik donanımı tavaf edip çıkıyoruz. Dışarıda akan su dışında ses yok. Bu ses, bu su çok önemli. Şayet bu su, bu doğa olmasa İskoçların haklı olarak gururlandıkları bu viskiler de olmazdı.

        ÇOK MANALI EKOSE ETEK

        Akşama Linn House’ta mahalli kültür seansı var. Kilt giyiyoruz. Bu ne? İskoçların alamet-i farikası ekose, yün bir etek, dizlere kadar çıkan kalın yün çoraplar, bunların üzerinde sizin mensubu bulunduğunuz aileyi temsilen iğneler, püsküller, desenler, muhtelif işaretler. Sadece erbabının okuyabileceği bir “enformasyon sözlüğü”. Üzerimizde bir smokin gömleği, yeleği ve cepken/ceketi. Önümüzde de bir çanta. Ne işe yaradığı konusunda rivayet muhtelif. Uysal başlılıkla, ne yazık ki konfeksiyon mamulü bu kılığa bürünüp hazırlanıyoruz. Bundan sonrası daha önce de tanık olduğum, fakat bu kez çok özel bir zamana rastlayan bir merasim. Nesi mi özel? Anlatayım. İskoçların milli şairi Robert Burns’ün 250. doğum yılı. Bu çok önemli milli simgenin, romantizm ve sosyalizm üzerinde tesirleri olan şairin çeyrek bin yıllık doğum gününe katılıyor olmak başlı başına bir heyecan. Daha önceki İskoçya ziyaretlerimde Burns’ün bütün eserlerini içeren bir kitabı alıp okumaya çalıştığımı hatırlıyorum. Ancak bu kitabı okuma şansı biz sıradan faniler için değil. Çat pat anlaşılsa bile Keltçe’yi, hatta yer yer özel lehçeleri bilmek icap ediyor.

        Burns şiirleriyle Haggis kutsaması

        Her neyse, sıra Burns’ün de favorisi olan bir nevi İskoç düğün yemeği önemindeki Haggis’e geliyor. Oturduğumuz 5 metre tavan yüksekliğindeki yemek salonuna önce gaydacı, ortada aşçı, arkada da Haggis’i kutsayacak olan Burns müridi geliyor. Mukaddes emanet muamelesi gören gümüş tepsi içindeki Haggis masaya yerleştiriliyor. Gaydacı sağa, aşçı sola geçip bir iki adım geriye çekiliyorlar. Artık podyum Burns’ün. Genç İskoç sanırsınız Haggis için yazan şairin bizzat kendisi, öylesine şehvet dolu bir coşku ile kasideyi okuyor. Belindeki kamayı çekiyor. Haggi’si yarıyor, içine İskoç viskisi döküyor. Sonra bu üçlü yine gayda müziği-ritmi ile Haggis’i mutfağa götürüp servise hazırlıyorlar. Sabırsızlığı duyar gibiyim. “Söylesene nedir bu Haggis?” İnce kıyılmış kuzu yüreği, ciğerleri, böbreği, böbrek yağı, kıyılmış soğan, hint cevizi ve bol karabiberle harman olunup işkembeye dolduruluyor, beş saat kadar, kısık ateşte, et suyu ile pişiriliyor. Haggis’i sevdin mi, özlüyor musun mealli ısrarlı soruları ise, “Bekâr ya da evli, İskoçya’yı çok özlüyorum” diye yanıtlıyorum...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ