Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Boş ders yazıları, Boş Ders haberturk, Işıl Cinmen'le Boş Ders

        icinmen@haberturk.com

        HABERTURK.COM

        İyice bunaldınız!

        Yeterince sıkıldınız.

        Gözünüzü kararttınız.

        Canınıza tak etti.

        Yol paranız da var.

        Gitmek istiyorsunuz ama NEREYE?

        Her yer beton!

        Her yer insan!

        Her yer huzursuz!

        Her yer mutsuz!

        Her yer trafik!

        Her yer kaotik!

        Mi?

        Hayır.

        Dünya, o koskocaman ev!

        Arınmış, tertemiz toprak olmuş, mis gibi kokan, yemyeşil uzanan, at gibi koşan, gülen insanları ve poposu açık oynayan çocuklarıyla bir köşeyi saklamış.

        “Gidemem ki” diye başınızı öne eğmeyin.

        Şöyle düşünün: Sıradan bir insan, eğer gerçekten isterse, diğer bir sıradan insanın yapabildiği her şeyi yapabilir.

        Biraz özgür ruh, biraz bedel ödemeyi göze alan kalp, biraz inanç, biraz da cesaret bu yola yeter.

        Şimdi her şeyi bırakıp çok uzaklara gidiyoruz.

        Peter ve Heidi’nin ülkesine: Moğolistan’a!

        Rusya’nın en güneyindeki şehirlerden birinden, İrkutsk’tan trenle Moğolistan’a geçiyorum. Büyük, derin ve yaşlı Baykal Gölü’nün sessizce durduğu İrkutsk’tan, gece trenine binip Moğolistan’ın başkenti Ulan Batur’a gitmeyi bekliyorum.

        Trenin kalkış düdüğü çalıyor.

        Dostoyevski’nin romanlarındaki gibi!

        Kompartmandaki yatağıma atlayıp annemin kucağındaki kadar rahat, tıngır mıngır bir uykuya dalıyorum.

        Aklımda yalnızca iki soru: Elektrik ve su kullanmayan bir Moğol kabilesinin çadırında zaman ne yavaşlıkta geçiyor? Şamanlar hakikaten başkalarının ruhlarına girebiliyor mu?

        Ulan Batur’a gelince uyanıyorum.

        Dev bir şantiye gibi.

        Çirkin mi çirkin bir şehir.

        Şehrin içinden geçerken gözlerimi kapatıyorum.

        20 dakika ötede ucu bucağı olmayan stepler var, biliyorum.

        Orada elektriği, suyu, tuvaleti ve banyosu olmayan bir çadırım var.

        Oraya gidince onlar gibi olacağım: Bir göçebe!

        Göçebe bile olsam, yerleşmeyi severim.

        Gittiğim her yere yerleşirim.

        Ne bir şehirde turist, ne bir evde misafir oldum şimdiye kadar.

        Öyle hissedersem hemen terk ederim.

        Çünkü gidiyorsam, gittiğim yer bir parça benimdir.

        Sahiplenirim, kurallarını öğrenirim, çevreme bakınır insanlarına alışırım.

        Yabancılığını siler atarım.

        Bir gün yeter ruhumu olduğum yere yerleştirmeye.

        Eşyalarımı bir daha hiç gitmeyecekmiş gibi yerleştiririm. Kokumu, odamdaki gibi, yüz kremimin yanına, sigaramı not defterimin üzerine koyarım.

        Göçebe çadırımda da aynısını yaptım.

        Moğolistan’da “ger” denilen çadırlarda yaşamak çok normal.

        Apartman dairesi yerine çadırda kalmayı seçen varlıklılar bile var.

        Tüm ger’lerin içi, renkleri, düzeni ve mobilyaları aynı.

        Her detayın bir anlamı var.

        Burası tavan, güneşten esinlenilmiş, yarısı açık yarısı kapalı yani gece ve gündüz.

        Yandakiler güneş ışınları.

        Çadırı tutan sopalar kadın ve erkeği, evliliklerinin sağlamlığını, sürekliliğini anlatıyor.

        Sarkan halat uzun yaşamı, onun üzerindeki at kılı da iyi şansı simgeliyor.

        Erkek çadırın solunda, kadın sağında olmak üzere ayrı yatıyorlar.

        Çocuklar da ortada yerde yatıyor.

        Sağ taraf sobaya daha yakın. Böylece kadın, sobadan sorumlu müdür olarak diğerlerini uyandırmadan gece geç ve sabah erken sobayı yakıyor.

        Benim çadırım bana özel tabii, ilk iş sobayı yakmayı öğreniyorum.

        Moğolistan steplerinde bir göçebe olarak yaşamak için Heidi ve Peter’i örnek alacaksınız. Önce hayata ve doğaya karşı nasıl bir tutum takındıklarını inceleyin.

        Erken kalkıyor, erken yatıyor, sadece acıktıklarında yemek yiyorlar.

        Doğaya ilişkin hiçbir olay ve canlıdan korkmuyorlar.

        Ayakları büyüklüğündeki çekirgelerle birlikte zıplıyorlar.

        Gün içinde tüm enerjilerini bitirecek kadar koşuyor, oynuyor, sürü gezdiriyor ve eyersiz ata biniyorlar.

        Koyunların peşinden tepelere çıkıp oradan aşağıda kalan bana avaz avaz “İşiiiiiiiiiil” diye bağırıyorlar. Birlikte at sütü içer, sürüyü toplar, yün eğirirseniz mutlu oluyorlar.

        İçsel olarak sakin, dışsal olarak aktifler.

        Çiş ve kakalarını doğaya yapıyorlar ve kakalarıyla barışıklar.

        Sorun çıkarıp, mızıkçılık yapmıyorlar.

        Çocuklara sakız verildiğinde önce kardeşlerine de verip vermeyeceğinizi kontrol ediyorlar. Ancak diğerine de varsa, kendi paylarını alıyorlar. (Fakat sakız çiğnemeyi bilmiyorlar, cakcakcak diye çiğnemeyi öğrettiklerim var.)

        Fazla yıkanmıyorlar ama pis değiller. Paraları olmamasına karşın yoksul olmadıkları gibi. Hatta yoksulluğun, ihtiyacı yanlış tanımlamanın bir sonucu olduğunun ayaklı ve ayakkabısız kanıtlarılar. Bakarak çok şey öğrenebileceğiniz güzel, kırmızı yanaklı çocuklar kısaca.

        Kışları nereye gideceklerini hayvanlar belirliyor. En korunaklı, en sağlıklı yerin, en leziz otların nerede olduğunu bir tek onlar bildiğinden, aile çadırlarını sırtlayıp hayvanlarının götürdüğü yere gidiyor.

        Misafirlerini at sütü ve Cengiz Han marka votka shot’la karşılıyorlar.

        Bunları içmek, etli mantılarını zorundasınız, reddedilmek onlar için çok kırıcı oluyor. Moğolistan’da her taraf Cengiz Han’la dolu. Neredeyse 1000 yıl önce yaşamış bir insandan bu kadar gururla bahseden başka bir topluluk olamaz.

        Her sorumluluk sahibi Şaman Moğol’un sözünden çıkmadığı bir Şaman’ı var. Şamanlar, bir nevi din adamları.

        Beni götürdükleri Şaman, 20 yaşındaydı. Çadırında ziyaret ettim.

        Tuhaf kıyafetler giydi ve zıplayıp bağırarak ritüellerini tamamladı.

        Sonra içine 258 yaşındaki bir Atası girdi. Sesi değişti, peşpeşe sigaralar içti.

        İçimdeki kötü ruhlar çıksın diye beni kırbaçladı (çok acıdı!)

        Turistik bir aktivite değildi. İlginçti, fakat önermiyorum.

        Şamanların kutsal yol kenarı koruyucularından. Görünce üç kere örnekteki gibi eğilip selam vermelisiniz

        İlkokuldan beri öğrendiğimiz Orhun Anıtları da burada. Gitmişken, köklerimize bir selam verin.

        Anlatabildiğim kadarını anlattım.

        Orada sadece Peter ve Heidi var. Ayakkabı giymeyi reddeden çocuklar var.

        Beş gün boyunca, Peter nasıl yaşıyorsa öyle yaşadım.

        Türkiye’nin T’si gelmedi aklıma.

        Oh be! dedim; başka bir hayat mümkünmüş!

        Dikkat!

        Moğolistan, Türkiye’den vize istemiyor diyen tur şirketlerine inanmayın! İstiyor.

        Yanınıza Alın!

        Moğolca sözlük

        Böcek kaçırtıcısı

        Antibakteriyel olan her şey

        Plastik bardak, tabak

        Boş Ders bitti, ciddi konulara dönüyoruz!

        Peter (adını ben koydum, gerçek adı çok zordu), iki yaşından beri ayakkabı giymeyi reddediyor. Şimdi dört yaşında, özgürlüğüne çok düşkün ve her işini kendi yapıyor

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ