Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Pazar Cannes ödüllü filmi Altın Portakal’da, Cannes ödülü, Derya Durmaz filmleri, Kübra Par haberleri

        Kübra PAR/kubrapar@haberturk.com

        Ihlamurlar Altında, “Bugünün Saraylısı” gibi dizilerden ve “Mülteci”, “Mavi Dalga” gibi sinema filmlerinden tanıdığımız oyuncu Derya Durmaz yönetmen koltuğuna oturdu, Ziazan adında bir kısa film çekti. 8 ülkede 13 uluslararası festivalde yarışıp 6 ödül kazanan film, Cannes Film Festivali’yle eşzamanlı yapılan Diversity in Cannes Kısa Film Yarışması’ndan da 2 ödülle döndü. Ermenice’de gökkuşağı anlamına gelen Ziazan isimli küçük bir kız çocuğunun çikolata uğruna Ermenistan’dan Türkiye’ye gizlice yaptığı yolculuğu anlatan film, bu hafta 51. Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’nde de yarışıyor. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarında mülteciler ve insan hakları konusunda çalışan Derya Durmaz ile Martı Hotel Mixo Terace’da buluştuk; hem filmini hem de giderek büyüyen mülteci sorununu konuştuk. Durmaz “IŞİD vahşeti altında insanlara nasıl işkence edilip öldürüldüğünü görürken sınırları kapatmaya kalkarsak ülke olarak bunun vicdani yüküyle yaşayamayız” diyor...

        Filmin hikâyesi nereden çıktı?

        Ermenistan ve Türkiye arasındaki bavul ticaretiyle ilgili bir gazete haberinden etkilendim. İki ülke arasında diplomatik ilişkiler olmadığı için sınır kapalı. Bavul ticareti yapanlar Ermenistan’dan Türkiye’ye gelebilmek için Gürcistan üzerinden 36 saatlik bir otobüs yolculuğu çekiyor. Bavula sığmayanlar için kargo şirketleri kullanılıyor. Günün birinde tekel konumunda olan bir kargo firması fiyatları yüzde yüz artırmış. İki taraftaki insanlar da şikâyet ediyordu. Dibimizde olan bir ülkeyle aramıza aşılmaz sınırlar koymamız çok ironik geldi bana. Filmini yapmaya karar verdim.

        Bavul ticaretini filmin arka planında bırakıp hikâyeyi küçük bir çocuk üzerinden anlatmayı seçmişsiniz...

        Ben küçükken dayım, Türkiye’nin farklı kentlerinde mecburi hizmet yapardı. Her gidişinde bavuluna saklanıp onunla kaçmayı hayal ederdim. Tam bir çikolata delisiydim. Bütün bu çağrışımlarla film, küçük bir çocuğun hikâyesine döndü.

        Ermenistan ile bağınız var mı?

        Hayır, ama benim ailemde de göç hikâyesi var. Almanya’da doğdum. Ailem üç kuşak önce Almanya’ya taşınmış. Ben küçükken Türkiye’ye döndük. Ankara’da büyüdüm. Steril bir hayat yaşadım. Üniversiteyi bitirip İstanbul’a gelince hayatımda ilk kez Ermeni ve Yahudi arkadaşlar edindim. Kendi mikrokozmosumuzda da tuhaf sınırlar içinde yaşadığımızı fark etmem beni bu filmi yapmaya itti.

        Göç, mülteciler ve insan hakları meseleleriyle ilgilenmeye nasıl başladınız?

        Tiyatro eğitimimi bitirip Şahika Tekand’ın tiyatrosunda çalışmaya başlamıştım. Gündüzleri zamanım vardı. Uluslararası bir sivil toplum kuruluşu mültecilerle çalışmak üzere eğitmenler arıyordu, başvurdum. Dünyanın dört bir yanından gelen mültecilerle çalıştım.

        Çalışmalarınız devam ediyor mu?

        Evet. Hayata Destek Derneği’nin yönetim kurulundayım. Hatay’da bir toplum merkezi var. Mültecilere sosyal anlamda rehabilite olmaları için yardım ediyoruz. Ayrıca Hollandalı bir STK ve Van Barosu’nun işbirliğiyle Avrupa Birliği destekli bir proje geliştirdik. Amsterdam ve Türkiye’deki 13 şehirdeki 14-18 yaş arası sosyal imkânlardan yoksun gençlere sinema eğitimi vereceğiz. Proje sonunda gençler kendi kısa filmlerini çekecek.

        Filmde sınırsız bir dünyaya özlem var. Oysa Orta Doğu’da yaşanan gelişmelerden dolayı sınırların kaldırılmasına şüpheyle bakılan bir dönemden geçiyoruz. Birçok ülke görmezden gelirken biz milyonlarca mülteciyi ağırlıyoruz. Sınırları açmakla iyi mi ettik sizce?

        Aksini düşünemiyorum... Sıcak evimizde yemeğimizi yerken televizyondan, Youtube’dan IŞİD vahşeti altında insanlara nasıl işkence edilip öldürüldüğünü görürken sınır çekmeye kalkarsak ülke olarak bunun vicdani yüküyle yaşayamayız. “Sınırımızı kapattık, oh ne iyi, sokakta dilenci görmeyeceğiz” dersek yüz binlerce insanın ölümünden sorumlu hissederiz.

        Sizin Suriye’den ya da IŞİD ile çatışan bölgelerden gelen mültecilere yönelik özel bir çalışmanız var mı?

        Mültecilerin akınlar halinde geldiği durumlarda yardım faaliyetleri devlet tarafından koordine ediliyor. STK’lar öne çıkamıyor. Yine de bazı çalışmalar yürütmeyi planlıyoruz.

        YENİ FİLM BEKÂRET MESELESİ

        Mültecilerle çalışmanın oyunculuğunuzu besleyen bir tarafı oldu mu?

        Kesinlikle oldu. Sinema yapabilme ve hikâye anlatabilmenin temelinde de empati yatar.

        Geçtiğimiz günlerde ikinci kısa filminizi de çekmişsiniz. Konusu ne?

        Anne kız hikâyesi. Nazan Kesal ve Nazlı Bulum oynuyor. Arka planda bekâret meselesi var...

        İlk kısa filmde masalsı ve neşeli bir dil kullanmışsınız. Sinema diliniz böyle mi devam edecek?

        Hayır, hikâye ne gerektiriyorsa o dille devam edecek. İkinci film tam tersine çok daha gergin...

        DANS ETMEYE ÇOK DÜŞKÜN

        ✱ Derya Durmaz Almanya’da doğmuş. Babası makine profesörü, annesi emekli tercüman.

        ✱ “Oyuncu olursan aç kalırsın” demişler. Önce ekonomi sonra tiyatro okumuş.

        ✱ Genelde dramatik roller teklif edilse de komedi oynamaya yatkınmış.

        ✱ Bugüne kadar içinde yer almaktan en mutlu olduğu proje “Ihlamurlar Altında” adlı dizi.

        ✱ Filminde yer almak istediği yönetmenler Mike Leigh ve Wes Anderson.

        ✱ Filmlerinde oynatmak istediği oyuncu ise Cate Blanchett.

        ✱ Seyahati çok seviyor. 41 ülke, 170 şehir görmüş.

        ✱ Dans etmeye çok düşkün. Özellikle rock müzik duyduğunda kendini durduramıyor. “Pat Metheny’nin tüm bas gitar albümlerini dinleyin” diyor.

        ✱ Erich Maria Remarque’ın “Ölesiye Yaşamak” adlı romanını ve Tom Robins’in bütün kitaplarını tavsiye ediyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ