Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mükemmele yakın aşkın tanımını yapan “Yeryüzündeki Son Aşk”, duygular olmayınca aşkın da öleceğini simgeliyor ve şunu ekliyor: aşk dokununca güzeldir! Evet, gerçekten de aşk dokununca güzeldir, ama bazen aşk gözler aracılığıyla da anlam kazanır. Savaşı kazanmak için robotlaşmamamız gerektiğini ima eden film, aşkın kutsallaştırılmış tarafını, derin bir mevzu üzerinden anlatıyor. Bu kez farklı bir salgınla karşı karşıyayız. İnsanlar salgından dolayı duygularını kaybediyorlar ve birbirlerine karşı hiçbir şey hissetmiyorlar. Öfke, neşe, sevinç, kızgınlık ve coşkunun olmadığını düşünsenize, ne hissederdiniz? Öyle donup kalırdık sanıyoruz ki…

        Dünyada salgın çıksa ve tüm duygularınızı kaybetseniz, ne kadar trajik olurdu öyle değil mi? Düşüncesi bile insana azap veriyor. Ama bunu temel alan çok orijinal bir film var, adı da “Yeryüzündeki Son Aşk”

        “Yeryüzündeki Son Aşk”, duygular vetensel dokunuşlar olmadığı zaman, insan olmanın özünün yitirildiğini vurgularken, karakterlerin duygularını kaybetmemek adına verdikleri mücadele de olumsuzluklara karşı durulan tavrı sergiliyor. Hani kıyamet günü gelir ve dünyada kimse kalmaz ya, işte onun timsalini izliyoruz. Salgın yüzünden hem hayatını, hem de duygularını kaybeden insanlar, birbirlerine dokunamadıkları için, ne hissedeceklerini bilemiyorlar, sudan çıkmış balık misali koşturuyorlar, ama onları duyan yok… Salgın kıyameti gelmişken onları kim duyar ki?

        AŞKIN BÜYÜLEYİCİ TARAFI

        Aşkın büyüleyici tarafıyla, ayakta durmaya çalışan Susan ve Michael, salgının himayesi altına girmemek için, aşkı hayatlarının merkezi haline getiriyorlar ki, o efsunlu dakikalar zarar görmesin! Her şey paramparça olurken, aşk için duyguları canlı tutmak da, başarı ister. Aşkı ataç misali,tutkuya tutturan film, seyircilerin başını döndürmeyi başarıyor, ama filmin ağdalı havası perde karşısındakiler için biraz ağır gelebilir, bunu baştan söyleyelim de sonra film ile ilgili sıkıntı çıkmasın. Kalabalığın/çoğunluğun içinde normal kalan Susan ve Michael’ın acıklı dünyasına giriş yaptığımız hikâye, diğer türdaş filmlerden farkını belli ediyor, bu fark açık ve net ortada… Salgın yüzünden aklını oynatan, sapıtan, garip eylemlerde bulunan, sapkınlaşan ve saldırganlaşan toplumun, bilimsel deneylerin yan etkilerinden etkileniyor oluşu, salgın filmlerinin çatısını oluşturan ana etmenlerin en önemlisi. “Yeryüzündeki Son Aşk” salgının toplumu neden o hale getirdiğini değil, toplumu o hale getirdiğinde neler olduğunu detaylıca aktarıyor.

        Azınlık ve çoğunluk arasında belli bir balans oluşturmaya çalışan film, salgına ve hastalığa bile meydan okumanın mümkün olduğunu dile getiriyor. Yenilmek yok, yola devam diyerek aşk kavramının insanları iyileştiren, en büyük manevi ilaç olduğunu kendi yöntemleriyle ortaya koyuyor. Aşkı didik didik eden yönetmen David Mackenzie, insan felsefesi üzerine fazla kafa yorduğu için, insanlardaki yoğun duygunun/duyguların ne olduğunu/olduklarını bulup çıkartıyor. Bir tarafta aşk, diğer tarafta salgın… Hangisi galip gelecek sizce?

        “THE GİVER” REFERANSI

        Teorilere balıklama dalış yapmadan yüzeysel olarak geçen Mackenzie, filmin belirli yerlerine “28 Gün Sonra” (28 DaysLater...) ve “28 Hafta Sonra” (28 WeeksLater)filmlerinin mantığını yerleştirerek ortaya özgün bir hikâye çıkarıyor. İnsanın sabrını sınayan Mackenzie, insanın; ayakta durabilmesi için belirli bir nokta belirlemesini ve belirlediğinde de o noktaya tutunmasını istiyor, yoksa başka türlü ayakta kalmak mümkün değil. Tabi bunu bir dala tutunmak olarak da tanımlayabiliriz. Ajitasyona başvurmadan insani duyguları havaya kaldıran Mackenzie, dünyada son kalan aşkı enteresan bir biçimde kurguluyor. Tabi şu da var: aşk bu kadar yüce, ama peki ya salgın…? Salgını zaten biz getirdik, bir de dert mi yanıyoruz!

        Filmdeki salgın gerçek bir salgın… Bu salgından dolayı insanlar doğaüstü yaratıklara dönüşmüyorlar, yapılan hataların bedelini ödüyorlar. Ama toplumda her zaman gerçeğe aykırı davrananlar olur. Bu belki biraz anarşistçe gelebilir, ama maneviyat bazen anahtar görevi görüyor. Salgının özelliğinden bahsedelim biraz da… Salgın yavaş yavaş insanın doğasını bozmaya başlıyor, önce fiziksel olarak etkiliyor, sonra da duygular tamamen yok olmaya başlıyor. Bakınız referans film: “The Giver”

        “The Giver” filminde de duygular yok olduğu zaman, insanlar insan olduklarının anlamını yitiriyorlardı. Hatta insanlar nasıl hareket ettiklerini bile unutuyorlardı. Bizi biz yapan zaten insani duygulardır, bunun başka bir anlamı olamaz!

        İLK VE SON AŞK

        Beş duyu organlarını bir bir yoklayan Mackenzie, koku ve tat duygusunun ortadan kalkmasıyla ortaya çıkan sonucu çok güzel örnekliyor, çünkü koku ve tat olmadığı zaman zevkler de kayboluyor. İmkânsızı yakalamaya çalışan Susan ve Michael da, bunu tersine çevirmek için çarkın dişlilerini, başka tarafa döndürmeye çalışıyorlar. Biz etkilenmeyiz, aşkımızı yaşarız diyerek, bir nara atıyorlar ve attıkları nara çok güçlü olduğu için, ta uzaktan yankılanıyor. İnsanı canavarlaştırmaya çalışan salgın; güçsüz insanları, ablukasına alıyor, abluka altına alınan insanların hazin sonunu seyrederken aklımıza Âdem ile Havva geliyor. Onlar aşkı yaşayan ilk insanlardı, Susan ve Michael da aşkı yaşayan son insanlar olarak damgalanıyorlar. Nereden nereye…

        Kaybedilenlerle kazanılanların beraber harmanlanması, filme derin bir bakış atmamıza sebebiyet veriyor, bunun en önemli sebebi de halen bir umut kırıntısının insanın içinde filizleniyor oluşu… Kutupların artı ve eksi yönlerine baskı yapan film, yitirilenlerin yerine olumlu özellikler ekleyerek, her şeyin o kadar da karanlık olmadığını anlatıyor aslında… Filmin en cezbedici yanı, aşk uğruna tüm dünyaya meydan okuyan karakterlerin kendilerini, akışa bırakmaları. Akışta kendilerini bulmaya gayret eden karakterlerin başlarından geçenler de unutulacak cinsten değil! Aksiyon ve macera ile yol almayı tercih etmeyen filmin, ayakta duruş mücadelesini konu etmesinin yanı sıra, üzerinde durduğu argümanlardan biri de gerçek aşkın nasıl yaşandığını temsil etmesi…

        BAZI HANDİKAPLAR

        Yalnız filmin bazı handikapları var, örneğin filme hâkim olan melodramatik ortamın katılaştıkça, katılaşması ve bunun haricinde yavaş akan/gelişenolayların aşırı monotonluğuhikâyenin, bazen hacı yatmaz misali sağa sola sallanmasına neden oluyor. Bir de sürekli aynı mekânlarda dolaşan kamera, körü körüne filmin hikâyesine yoğunlaşmamız gerektiği yönünde bir izlek çiziyor. Filmin gücü zaten kameranın yakaladığı karelerde yatıyor.

        Filmin kıvrımlı yerlerini doğru şekilde birleştirmeye ve estetize etmeye çalışan Mackenzie, aşkı anlatmak için Susan ve Michael arasındaki yoğunluğu arttırarak, filmin bütünü unutuyor, sanki her şey onların etrafında gelişiyor. Gelişiyor gelişmesine ama çerçeveye giren toplu karakterlere daha fazla odaklanılması filmi daha şık yapabilirdi. Gerçi film anlatacağı kadarını anlatıyor zaten, gerisi de çok önemli değil. Mackenzie her zaman değişikliğe açık bir yönetmen olduğu için, derinleşmeyi oldukça seviyor, farklı açılardan sıradan olayları resmederek ezber bozuyor. Dram, hüzün, melodram, trajedi, mutluluk ve mutsuzluk Mackenzie’yi tanımlayan sözcükler olduğu için, kendi kurallarını koyan/yazan Mackenzie’nin insanlığa bu kadar takık oluşu garip karşılanmaz herhalde…

        Son satırda; “Yeryüzündeki Son Aşk” zorlukları başarmanın mucizevi etkisi ile beyinde yer eden bazı etiketlerin kaldırılmasıyla,imkânsızın çözümüne ulaşacağımızın garantisini sağlayan dramatik bir yaşam kurgusu… Filmin can yakan bazı sırları içinizi burkmakla kalmıyor, adeta köşeden köşeye kaçacak yer arıyorsunuz, çünkü onlarla yüzleşmek cesaret ister! Film bize şunu soruyor: Eğer Susan ve Michael’ın yerinde olsaydınız, onlar gibi aşka tutunur muydunuz? Ne dersiniz tutunur muyduk? O girdaptan çıkabilirsek eminiz ki bu mümkün olurdu, burada aslolaninsanın içindeki gücün kaynağıdır.

        Filme ait bilgiler:

        Yönetmen: David Mackenzie

        Senaryo: Kim FupzAakeson

        Oyuncular: EwanMcGregor, Eva Green, ConnieNielsen, StephenDillane, EwenBremner, Caroline Paterson, MalcolmShields, AlastairMackenzie, LizStrange, Ada Hackett, Richard Mack, James Watson, Adam Smith, DenisLawson, ShabanaAkhtarBakhsh

        Yapımcı: MalteGrunert, BrianCoffey, GillianBerrie

        Süre: 92 dk.

        Diğer Yazılar