Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Güzin Özen Yılmaz, tanıdığım en hanımefendi diplomasi muhabiridir. Bu yüzyılda artık pek rastlanmayan ince, zarif bir üsluba sahiptir. Nitekim, 16. 18. yüzyılda Osmanlı’daki yabancı elçileri anlattığı “Elçiye Zeval Olmaz” kitabında, dönemin nüktedan, incelikli, kimi zaman sivri dilli üslubu bire bir örtüşüyor Güzin tabiatıyla. Sadece daha önce bilmediğimiz birbirinden ilginç hikâyelerle değil, zamanın ruhuna uygun usta bir dille o günlere sürüklüyor.

        Yabancı seyyah ve diplomatların Osmanlı dönemi hakkında yazdığı onlarca kitabı devirmiş Güzin. Kitap Osmanlı’nın saat merakıyla başlıyor, İngiltere ve Fransa elçilikleri arasında kızışan rekabetin kartopu savaşına kadar varmasıyla devam ediyor. Öyle bir savaş ki, elçiler de bizzat katılıyor, neyse ki hava kararınca bitiyor muharebe. Batılı hükümdarlar Osmanlı’ya yaranmak için birbirinden oyuncaklı, hünerli saatler gönderme yarışına girmiş. Elçiler saatçi dükkânı gibi düşüyormuş gemilerle İstanbul yollarına. Kutsal Roma-Germen İmparatoru’ndan lll. Murat’a giden 6 ayrı saat birbirinden âlem. Biri çalınca, içinde Türk kıyafetli cambazlar sağa sola koşmaya başlıyor. Birinde Türkler dışarı fırlayıp atlarına binerek dövüşüyor. Birinde yine bir Türk kaçan kurdu avlıyor. Ama Osmanlı’da diplomasiye geç atılan İngiltere, yapımı aylarca süren, iyiden iyiye oyuncaklı org ile saatin birleşmesinden oluşan 3 metrelik muazzam bir aletle yarışta öne geçiyor. Saatte gümüş borazanlar ötüyor, çayırlarda kuşlar havalanıyor. Öyle müthiş bir gösteri ki, Sultan lll. Mehmet bayılıyor da, “Bunları tekrar yapacak mı?” diye soruveriyor kapıcıbaşına.

        Yabancı elçilerin türlü cambazlıkları arasında Osmanlı diplomasisiyle ilgili ipuçları da çıkıyor hikâyelerden. Bir kere elçiler alçak sedirlerde “süründürülüyor”. Sallapati gibi görünen tutumların aslında diplomatik kurnazlıklar olduğu hissediliyor. Meselâ İngiliz elçisi Sir John Finch 1675’te, kapitülasyonları uzattırmak maksadıyla Edirne’ye lV. Mehmet’in huzuruna gidiyor. Ama o huzura çıkmak ne mümkün. Önce şehzadelerin günler süren çengili, hokkabazlı, ciritli, güreşli sünnet düğünleri, ardından padişahın kızının yine günler süren düğünü.

        Ardından veba salgını ve acılı ölümler derken mevsimler geçiyor. Elçi Finch “İş bir tek imzaya kaldı” sözleriyle bir güzel oyalanıyor. Sonunda Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın istediği kıvama gelerek ne verilirse onu kabul ediyor. Osmanlı’da hayvan sevgisinin ipuçları da var hikâyelerde. Habsburgların elçisi Busbecq, maiyetiyle Çemberlitaş’taki Elçi Han’da kalıyor. İlişkiler gergin olduğundan yarı hapis. Ve handa yılanlar, akrepler var. Elçi can sıkıntısından onları eğlence ediniyor. Yetmiyor, kurt, ayı, geyik, vaşak, samur, maymun derken hanı hayvanat bahçesine çeviriyor. İşte o elçi İstanbul sokaklarındaki hayvan kültürünü de anlatıyor. Evcilleştirilmiş uysal panter, leopar ve aslanlar bakıcılarıyla sokaklarda. Halk saka ve çaylaklara da çok düşkün. Ve Venedikli bir sarrafın kuşun tekine eziyet ettiğini görünce çevredekiler adamı kadı efendinin karşısına çıkarıveriyor. Sarraf falakaya yatırılmasına ramak kala Venedik elçisi tarafından kurtarılıyor.

        KAÇIK FRANSIZ ELÇİ

        Kitaptaki en eğlenceli hikâyelerin kahramanı Fransa Elçisi Charles Augustin de Ferriol. Adam, Topkapı Sarayı’ndaki huzura kabulde, aynı Avusturya elçisi gibi samur kürklü kaftan verilsin diye haftalarca pazarlık yapıyor, “Elçiler böyle talepte bulunamaz, teşrifat kurallarını altüst edemeyiz” diye de tersleniyor ama Kral XlV. Louis’nin hışmından da korktuğu için direttikçe diretiyor. Sonunda bir çözüm formülü bulunuyor. Fakat padişahın huzuruna kılıcıyla çıkmaya kalkınca, samur kürklü kaftan giymek bir yana, o huzura bile çıkamıyor. “Canımı alabilirsiniz ama kılıcımı asla” diye inat ettiği için saraydan sepetleniyor. Elçi Ferriol, padişahınki gibi bir saltanat kayığıyla Boğaz’da gezinmeye başlayınca da azarı işitiyor. “Batırırız o kayığı” uyarısı üzerine o sevdadan vazgeçiyor. Ferriol, kralın torununun doğumunu Pera’daki Fransa Sarayı’nda ağaçlarda kandiller, gökyüzünde havai fişeklerle kutlayınca da kriz çıkıyor. Topkapı’dan görünen o cüretkar eğlenceye “Artık bitirin” diye uyarı gidiyor. “Limandaki gemilerin top atışları daha gürültülü” şeklindeki terbiyesiz cevapla kriz tırmanıyor. Sonunda iki top ve 100 adam kapıya dayanıyor. Toplar ateşlenecek, içeri girilip kandiller söndürülecek. Neyse ki personel, kandillere yağları bitti sönüyor süsü vererek, elçiyi uyutmak suretiyle krizi savuşturuyor. İstanbul’da 11 yıl görev yapan Ferriol sonunda aklını oynatıyor ve Fransa’ya geri çekiliyor. Zaten Sadrazam Çorlulu Ali Paşa’nın da Ferriol’ü ilk görüşünde “Bu gavur ya delidur ya da az zaman sonra deli olur” diye teşhisi koyduğu rivayet ediliyor.

        Osmanlı diplomasisi üzerine okumuşluğum yoktu. Güzin Özen Yılmaz’ın Osmanlı’daki yabancı elçileri anlattığı “Elçiye Zeval Olmaz” kitabını okudum, hayatım renklendi. O elçilerin kapitülasyonlar uğruna ne cambazlıklar yaptığını, elçiler arasındaki matrak rekabeti öyle eğlenceli bir dille anlatmış ki, renklenmemek mümkün değil.

        Diğer Yazılar