Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ah şu gençler!...diyerek söze başlayasım geldi. Bir zamanlar ben de 20’li yaşlarımı sürdüğüm dönemlerde “Ben şimdi ne olacağım, nerede, nasıl yaşayacağım?” soruları ile boğuşmuş, zaman zaman çıkmaza girmiştim. Küçükken bize çizilen bir yol, içinden çıkamayacağını sandığımız bir ortam, değiştiremeyeceğimizi düşündüğümüz bir gelecek var olduğunu zanneder ve bu hayata prangalar ile bağlı olduğumuzu varsayardık.

        Yaşam enerjimizin çekildiğini ve mahkum olduğumuz bu hayata katlanmaktan başka çaremiz olmadığı duygusu ile boğuşur dururduk.

        Oysa çözümü imkansız görünen sorunlara farklı bir açıdan bakarak yeni manevralar yapma şansımız olduğunu zaman içinde anladık. Örneğin bazen okuduğunuz bir kitap, bir film ya da yakın bir arkadaş bu farkındalığı yakalamamıza sebebiyet verdi.

        Ya da güvenli gördüğünüz yoldan uzaklaşıp bilinmeze atıldığımızda orada yeni bir yol bulma imkanı doğdu. Üstelik belki de bunun ödül çok da büyük olmuştur.

        Sabah yatağınızdan mutlu kalkmak, sevdiğiniz ve yaratıcı olduğunuz bir işte çalışmak ,açık ve samimi ilişkiler kurmak, yaşadığınız anları dolu dolu ve keyifle yaşamak gibi... Haftanın ilk günü “Ah şu gençler” şeklindeki yakınma nedenime gelince... Yakın geleceğimiz 90’lı yıllarda doğan gençlerimizin elinde. Birçoğu yüksek öğrenimlerini yeni bitirdiler ve yavaş yavaş iş hayatına atılma çabasındalar. Fakat bu gençler öylesine bozuk bir eğitim sisteminden geçtiler ki, kobay fare misali...

        BEYİN GÖÇÜ YAŞANIYOR

        Bugün burada bütün dünyanın bildiği eğitim sistemimizin bozukluğunu değil de yeni mezun gençlerimizin geleceklerini konuşmak tartışmak istiyorum. Çünkü bu gençlerden biri de benim oğlum. Yurt dışında üniversiteyi bitirdikten sonra üstüne bir de orada yüksek lisans yaptı. Şimdi ise kara kara “Türkiye’ye dönüp dönmemek konusunda” düşünmekte? Kendini prangalar ile birşeylere bağlı hissetmekteymiş, ne yapacağına karar veremiyormuş?

        Oğlumun ülkesini, ailesini, dostlarını ve çevresini ne kadar çok özlediğini nasıl iyi biliyorsam, kendisine “Dön artık Türkiye’ye!” dememi de çok istediğini biliyorum. Benden bunu duymak istiyor.

        Oğluma “Çözüm imkansız değil, çaresiz değilsin, bozma moralini. Su yolunu bulur” desem de, yardımda yetersiz kaldığımın farkındayım.

        Peki yaşamlarımızın kontrolü kimde?

        Sizler biliyorsanız lütfen söyler misiniz bana işsizliğin had safhada olduğu ülkemizde bu eğitimli gençlerimizin geleceklerinin kontrolü kimde?

        Şu an ülkemizde inanılmaz bir beyin göçü yaşanırken, ben oğluma nasıl “dön” diyeyim? Ya döndükten sonra uzun süre iş bulamaz ve burada ki işsiz üniversite mezunları arasında hayatı erir giderse? Ya da “dönme kal orada” dediğimde ülke hasreti nedeniyle girdiği duygusal çıkmazın içinden çıkamazsa? Orada çalışıp mutsuz bir yaşam süreceğini bile bile “kal gelme buraya” diyebilir miyim? Anlayacağınız şu ara ailece tam bir kaos yaşamaktayız ve ben kafayı yemek üzereyim. Bizleri ele güne muhtaç edenlere ne demeli bilmem ki...

        Diğer Yazılar