Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugünün konukları Tiyatro Hal ekibinden… Hani her kelama düştüğümüzde objektif olamadığımı deklare ettiğim şükela insanların bir araya gelip, tadında işlere imza attığı ekip… Hani her yazıda algısına hasta olduğum gençler güruhu diye bahsederken tebessüme düşüp, Nietzsche’vari umutsuzluğumu umuda tebessüm ettiren ekip… Sizlere de tebessüm olur niyetine ekibin güzel insanlarıyla bir araya geldim… Kısaca; Hal’in oyunlarından “Kırık Merdiven’in yönetmeni Zeynep Yazıcıoğlu, “işte bu’dur” kotasında dimağları parlatan oyunculuklarıyla Onur Şenol ve Kayhan Açıkgöz’le en hislisinden bir muhabbete düştük… Malumunuz mevzular her daim derin ve içli! Ortaya karışık minvalinde; köşeye uzun ve bir o kadar da algı şahlatan bir söyleşi çıktı. Artık dinlene dinlene mi okursunuz yoksa mevzular arası trenkking’e mi dalarsınız bilmem/orası size kalmış; ben en uslusundan döşedim, alıp da retinadan beyne yerleştirmesi sizden diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum…

        HER ŞEYE RAĞMEN TİYATRO YAPMA SEVGİSİ BİTMİYOR

        Kırık Merdiven oyununa gelmeden önce sizleri tanıyalım?

        Zeynep Yazıcıoğlu:2011’de,Haliç Üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun oldum.Benim mezun olduğum yıl, önceki adıyla Sahne Hal, şimdiki adıyla Tiyatro Hal’i kurduk.

        Onur Şenol:Uzunca yıllar üniversite tiyatrosunda ve amatör gruplarda oyunculuk yaptım. Daha sonra üniversite eğitimi için Eskişehir’e gittim; Odunpazarı Belediye Konservatuvarı’nda iki yıl eğitim aldım, sezon bitiminde de Belediye Tiyatrosu kuruldu. İlk oyuncuları da bizlerdik. Bir TV projesi için İstanbul’a geldim. Sonunda da 2009 yılında tamamen İstanbul’a yerleştim…

        Kayhan Açıkgöz: Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ndeEndüstri Mühendisliği okuyordum, şans eseri okulun tiyatro kulübü ile tanıştım…Üniversite çatısı altında amatör tiyatro yapmaya başladım. Bir süre sonra mesele ciddileşmeye başlayınca; okula ayırdığım zamandan daha fazlasını tiyatroya ayırdığımı fark ettim! Baktım ki okulum ilerlemiyor; tiyatrodada bir sürü oyun yapıyor ve yönetiyorum, işte o zaman ciddi ciddi bu işle uğraşmaya karar verdim. Ama bazı çekincelerim de yok değildi…

        Çekinceler derken, sanırım idealleri peşinden gitmeye yeltenen birçok genç gibi?!

        K. Açıkgöz:Ailemden hariç, bir de tiyatronun bilmediğim bir alan/meslek olması gibi çekinceler! Evet,tiyatro amatör olarak çok eğlenceliydi ama profesyonel yaşamda bu işi yapmak nasıldır bilmiyordum. Bildiğim profesyonellerin çalıştığı, konservatuvarda hocalık yapan adamların oynadığı Tiyatro Anadolu vardı... Bu işi daha profesyonel yapanların kulisine gidip gördüğümde ve oradaki hocalarla ders yapma imkanı bulduğumda; işte orada dünyam değişti. Bizler de aynı heves ve heyecanla çalışıyorduk ama profesyonel olarakbu işi yapmaya başladığımda işler zorlaştı.

        Mesela?!

        Mesela; biz amatörken hep sevdiğimiz oyunları oynuyorduk ama profesyonel olunca sevmediğiniz oyunların da oynanıyor olma gerçeğiyle yüzleştim. Bu benim için enteresan bir aymaydı. Fakat profesyonel ortamlar benim direncimi kıramadı; ‘herşeye rağmen tiyatro yapma sevgisi gitmiyor’dedim ve ailemle yüzleşmeye karar verdim. Tabii ki yumuşak karşılanmadım. Klasik bir Türkiye ailesinde yaşanan her şeyi yaşadım. Emeğin ispatı bölüm bitirmekse, bitiririm dedim ve iki yıllık eğitimimi bitirip profesyonel tiyatro yapmaya başladım: Sabah prova,oradan okuldakiderse, dersten oyuna, sonra sabahlara kadar tez yazmalar; saçımın beyaz telleri varsa, işte o süreçten kalma!

        Bu kadar azimden de anlaşılacağı gibi bedelleri ödemeye hazırdın yani; buna ne deniyor tiyatro aşkı mı?!

        K. Açıkgöz: O bölümü bitirmek benim için ‘sadece aileme karşı değil, hayata karşı da bedel ödemeye hazırım’ın bir meydan okumasıydı. Bu defa da ‘mesleğimin iyi bir icracısı olabilecek miyim?’ şüphesini duymaya başladım… Kısaca;modern çağın insanı olarak ben de düştüm hayatla ilgili birçok ikileme! İşte o evrede bir mesaj istedim evrenden, o sıralar Hristo Boytchev’in yazdığı “Albay Kuş”usahnelemeye başladık... Hem yönettim hem de oymadım, sonrasında yaşadıklarım benim için dönüm noktasıydı aslında… Gökhan Soylu (Anadolu Üniv. Konservatuvarı hocalarından, Tiyatro Anadolu’nun oyuncularından, Gezgin Oyuncular’ın kurucularından)oyunu izledi ve bana bir iş teklif etti:‘Gel beraber çalışalım’ dedi. Bana inanması,işte o zaman dedim ki buradan yürüyebilirim.

        BİRAZ OKULLU ÇOKÇA ALAYLI BİR OYUNCUYUM BEN

        Bugüne kadar kelama düştüğüm diğer oyunculardan da anladığım; sanırım İstanbul çoğu oyuncuiçin bir eşik?!

        O. Şenol:Evet, sonunda bir şekilde herkesin geldiği yer ya İstanbul… Benim kafamda biz de buraya gelsek ve burada mı olsak acaba gibi düşünceler vardı!İstanbul ve Eskişehir arası bir müddet gittim geldim, sonunda da Belediye Tiyatrosu’ndan ayrıldım ve İstanbul’a yerleştim. Çocukluk arkadaşımın yanına yerleştim ki hala da onunla kalıyorum. (Menajerdir kendisi Emrah Günkaya…) Benim için büyük bir şanstı, Emrah olmasa İstanbul’daki şartlara dayanabilir miydim bilmiyorum. Çünkü buradaki şartlarda yaşamak çok zor! Evet, burada herkesin bir şeyler yapma potansiyeli var ama maalesef dışsal etmenlerden dolayı zorlaşıyor.

        Açalım mı biraz bu hissiyat ve dışsal etmenlerin oluşturduğu mevzuları? Anadolu’da tiyatro yapan oyuncular İstanbul’a gelince ve gelemeyince ne oluyor?

        O. Şenol: Aslında şöyle bir hayalle gelmedim; evden kaçıp da şarkıcı olmak isteyen kızın hikayesi değil dillendirmeye çalıştığım! Ama İstanbul, Türkiye’nin başkenti, her anlamda… Ayrıca örnekleri de İstanbul’da yapıyorlar bu işi/işleri... Bu da şey demek değil ama ‘tiyatro İstanbul’da yapılır’; hayır, başka kentlerde / kasabalarda da yapılıyor hem de çok daha iyisi oluyor ama kimsenin haberi bile olmuyor. Benim gelme isteğim; yaptığım işin kıymeti bilinsin, daha çok insanaulaşsın... Bir de bu işlerin kalbi burada atıyor ve o kalbe yakın olma hissi...

        Birkaç yıldır İstanbul’da mesai harcayan bir oyuncu olarak şu annasıl bir hissiyattasın?

        O. Şenol: Belediye Konservatuvarı çıkışlıyım ben; biraz okullu, çokça alaylı bir oyuncuyum ve bu benim hoşuma gidiyor... Herkesin içinde bir potansiyel var; oyuncularda, ressamlarda, müzisyenlerde vs., fakat dışsal etmenler o kadar zor ki maddi anlamda! Bunun yanında egoların çarpışması da var… O yüzden İstanbul bir insanın başarısızlığı kendisi değilmiş gibi geliyor, ona dayanabilme gücü...

        Bu okullu ve alaylı mevzusunda neler oluyor?

        O. Şenol: İlk başta bu kadar zor koşullarda alaylı olarak kendini ifade etmen ya da birilerine tanıştırman çok zor! Birçok yerde okullu olmanın bir sürü avantajı var, örneğin; Devlet Tiyatrosu’nun seçmelerine gidersen konservatuvarlı istiyor ama işte sen beni tanımıyorsun ki, ben belki de iyi bir oyuncuyum!Aslolan iyi bir oyuncu olmak değil mi! Yoksa konservatuvarı bitirip, muhasebecilik yapan arkadaşlarımız var… Yanlış anlaşılmasın konservatuvarlıları dışlıyor değilim. Kısaca şöyle bir durum var; tiyatro yapmak çok zorken bir de okulsuz olarak yapmaya çalışmak çok daha zor!

        YÖNETMEN OLARAK BEN BİR OYUNCUYU İKNA EDEBİLMİŞİM Kİ…

        Tiyatro Hal ve “Kırık Merdiven”le buluşmanız nasıl oldu?

        O. Şenol: Devlet Tiyatrosu’ndan bir arkadaşım Hal’in oyunu olduğunu ve oyuncu aradıklarını söyledi ve Zeynep’le iletişime geçtim. İstanbul’da ilk tiyatro yaşantım “Kırık Merdiven” ile başladı. Kesinlikle dönüm noktam “Kırık Merdiven” ve Tiyatro Hal…

        K. Açıkgöz: Geçtiğimiz yıl Onur “gel, oyunu izle” dedi…İlk oyunlarda başka bir arkadaşımız vardı benim karakterimi canlandıran, sağlık problemleri nedeniyle ayrıldı. Açıkçası oyunu izlerken heveslendim ama çok masum bir hevesti bu; yazar ne güzel yazmış, oyuncular da çok iyi dedim… Ve bir gün okuldayken Hal’den görüşmeye ‘gelsene’ dediler… Şimdi buradayım işte!

        İlk yönetmenlik deneyimin; yönetmek ve oynamak arasındaki farklılıklar neler?

        Z. Yazıcıoğlu: Sahne üzerinde olduğunuz zaman, bütün dert; diyalog kurduğunuz oyuncu ve siz oluyorsunuz. Ama yönetmenlik evresinde, bütün farkındalığımı kullanmam gerekti; ne yaptığıma dair elimi, kolumu, ayağımı, mimiğimi kısaca ne yaptığıma dair tüm algılar açık oluyor. Ve tüm bunlar bir süre sonra refleks olmaya başlıyor. Refleks olduğu için farketmeden yapabiliyorsun da ama yönetmenlik de sahne üzerinde kaç tane insan/oyuncu varsa onun da farkında olmam gerekiyor; bununla birlikte ışığın, sesin, dekorun, kostümün,kendimin, benim düşündüğüm şeyler yüzünden oyuncularındüşünebileceği şeylerin de farkında olmak ve tüm bunların hepsinin kontrolünü tutmak gerekiyor… O yüzden bir süre sonra ‘ben ne yapıyorum?’ diye sorgulayabiliyor insan.

        YÖNETMENİN YAPMASI GEREKEN BU ALIŞVERİŞİ YÖNLENDİREBİLMEK

        Bu süreçte yaşadığın en güzel/keyifli hal neydi?

        Z. Yazıcıoğlu: Prömiyerini izlerken biranda kafama dank etti, çünkü bir aksilik olacak diye sürekli saklana saklana izliyordum oyunu… Baktım oyuncular sahnedeler... Şunu gördüm ki; ben oyuncuyu ikna edebilmişimki bu oyunu yöneten insan olarak benim söylediklerimi yaptılar. ‘Aa inanmıyorum oldu’ gibi bir şey yaşıyor insan. Bu nedir ya da ego dediğimiz şeyi mi tatmin ediyor onu da bilmiyorum…

        Yönetmek mevzusu nedir; oynamak/yönetmek arasında hissiyat mı değişiyor?

        Z. Yazıcıoğlu: Hissiyattan öte şöyle; oyunu sahneye çıkmadan önce milyonlarca defa kafanda izliyorsun.İzlediğin içinde sürekli o kafandaki şeye yaklaşmaya çalışıyorsun. Yönetmen pozisyonu itibariyle ikna etmesi gereken bir durumda oluyor… İkna kısmı da oyuncularla ilgili… Öyle bir farklılığı oldu ben de... Oyuncu olarak sahneye çıktığında tamamen çıplaksın, hamursun; yönetmen, seni o hale getirecek o duruma sokacak ki ondan sonra sen yönetmenden aldığın donelerle bir şeyler yaratmaya başlıyorsun. Bu tabii ki bir süre sonra alışverişe dönüyor; o alıveriş de bence yönetmenin yapması gereken en önemli şeylerden bir tanesi bu alışverişi yönlendirebilmek.

        “Kırık Merdiven”i sahneleme sürecinden bahsedelim?

        Z. Yazıcıoğlu: Bizim tamamen merdivenlerde geçen‘merdiven hikayeleri’ diye bir projemiz vardı, fakat bu projeyi çok fazla ilerletemedik.Kısa oyunlar istedik yazarlardan ve seçtiklerimizden elimizde sadece “Kırık Merdiven” kaldı. Yazarı da benim kalemine çok güvendiğim Sabahattin Yakut…Güney Zeki Göker’de bana; “Merdiven Hikayeleri’nden bir tane seç ve yönet!” deyince olaylar gelişti…

        MADEM BİR YARATICI VAR BEN ONU GÖRMEK İSTİYORUM!

        ”Kırık Merdiven” ne anlatıyor ve sizler için ne ifade ediyor desem?

        Z. Yazıcıoğlu: Oyun, iki adamın “madem bir yaratıcı var, ben onu görmek istiyorum arkadaşım” demesi üzerine, bir merdiven yolcuğuna çıkmalarını anlatıyor.Yunus Emre’den Karl Marx ve Mevlana’ya değin pek çok ismin söylediği sözleri motto’laştıran insanların aksine, işçi sınıfından iki kişinin bu sözleri, kendi dilince anlatması; bence oyunun en güzel tarafı! Bazı yerlerde slogan gibi söyleniyor ya tüm bu sözler ama bu iki kişi, tecrübelerinden yola çıkarak kuruyor bu cümleleri… O yüzden bu metin bu kadar samimi ve sade… Bu oyun; benim için ekmek gibi bir oyun! Yönetmeye başladığım andan itibaren benim için vazgeçilmez bir süreç oldu…

        O. Şenol: Kafası karışık bir hikaye ve bu kafası karışık durum benim çok işime geldi; çünkü benim de kafam çok karışık! “Düşmüşüz dünyaya, birisi böyle bizi bırakmış, kimse o da bilmiyoruz. Biz varız ama niye varız, burada ne işimiz var soruları kafamızda…” İşte hikayedeki bu karakter bana çok yakındı… Oyun;asfaltta değil de merdivenlerde giden iki adamın, sorularla dolu, inişli çıkışlı bir yol hikayesini anlatıyor.

        K. Açıkgöz: Bence çok iyi bir oyun… Oyunun derdi ise: Yaşıyoruz bir şekilde ama milyonlarca rahatsız olduğumuz konu/vaziyet var. Kimse de memnun değil ve bunu entelektüel hayatımızdaki bir takım yazarlardan referans alarak ‘işte böyle, hep kapitalist sistem sebebiyle’ deyip, kocaman laflarla konuşuyoruz ama bu konuştuklarımız yaşamın tam ortasında ne kadar yer alıyor? Mümkün değil tabii ve hayata da hiçbir faydası yok; akademik bir çalışma yapıp bununla ilgili bir proje üretemediysen; bu masa konuşmalarının kimseye bir faydası yok! Bütün o cebimize biriktirdiğimiz entelektüel birikimler işe yaramayacaksa çöp olsun gitsin…

        ”Kırık Merdiven”de en sevdiğiniz cümle hangisi?

        K. Açıkgöz: “Ben, bu dünyanın halini hiç beğenmiyor arkadaş, çok üzülüyorum bu haline…” Bu adamlar da kendi hayat dinamikleri üzerinden paylaşıyor teorilerini ama bize de ‘kardeş sonuç?’ dediğinde işte sonuca dair bir cümlemiz yok! Bence dünyada kimsenin bu sonuca dair bir cümlesi yok; ki bu sonuçsuzluğa verdiğimiz reaksiyon önemli olan.

        O. Şenol: “Abi ya, bunu neden ve niye yapıyoruz? Gittik diyelim, bizi içeri alacaklar mı, aldılar diyelim ne diyeceğiz?” Diğer adam da diyor ki: “Tamam da oğlum, bütün bunlar niye? Ben bunu merak ediyorum; benim derdim var, sorularım varve sorularıma cevap istiyorum, biri beni aydınlatsın bu konuda, yoksa ben kafayı yiyeceğim!” Evet, belki oraya hiç ulaşamayacağız ve belki sorularımıza cevap bulamayacağız ama mevzu da biraz o yola çıkmak değil mi?!Kimbilir belki de zaten sonunda, o sorularımıza cevap bulduğumuzda her şey çok anlamsız gelecek! Ya da bulduk diyelim “ee, bu muydu” da diyebiliriz.

        Sonuçsuzluğa verdiğimiz reaksiyon önemli diyorsun ya; nerede düşüyorsun umutsuzluğa ya da bir vakitler düştün?!

        K. Açıkgöz:Hala unutamadıklarım arasında; bir kere çocuk oyununda oynuyorum. Rolümün kötü/iyi olduğundan değil birazdan anlatacaklarım… Bir tane kurbağa kostümü içindeyim, iki büklüm kalmış bir halde… Gerçekten hani bazen bir an gelir ya insanın kafası başka bir şekil alır, bir ses geldi kulağıma;‘kaç yıldır okuyorsun, mühendis olacaktın, şimdi masa başında bir şirkette idareci olabilirdin fakat şu anda bir kurbağasın ve dekorun içinde iki büklüm nefes nefese çıkacaksın, çocuklara oyun oynayacaksın.’O an böylesi bir sessizlik oldu hayatımda... İşte o an cevap veremedim; iyi mi yaptım-kötü mü diye… Ama o soru hep kafamda ve sanırım devam edecek de… 60 yaşında da o dekorun içinden çıkacak olan kurbağanın iki büklüm hali belki de benim hayatımın özeti; belki de bu iki büklüm kurbağa olmak için bekliyorum yani…

        ÇOCUK PARKINDA OYUN OYNUYOR GİBİ HİSSEDİYORUM

        Oyuna dönersek neden ‘merdiven’?

        Z. Yazıcıoğlu:Çünküinsanlar sürekli yukarı doğru bakarak dua ediyor… Yukarı doğru istenilerek yapılıyor; üst, hep bir üstte düşünme hali. Bazıinsanlar için din böyle bir varış/algı... O yüzden de “Kırık Merdiven”in adamları sürekli yukarıya doğru gitme hevesindeler.

        Algısı miss insanlarsınız; derdiniz nedir diye sorsam!?

        Z. Yazıcıoğlu: Benim derdim aslında çağımızın derdi neyse o! Geçmişe takılmak ya da sürekli geleceği düşünüp bir şeyler yapmak değil…Bu bağlamda oyuna dönersek de; “Kırık Merdiven” evrensel bir metin, sadece ülkemiz için değil, dünya normlarında düşünüldüğünde de içeriği, tüm bu dertleri kapsayan bir alan oluşturuyor. Metinde de yer alan ve dünya insanının temel sorusudur ya “bütün bunlar neden?!” Nedenlere rağmen umutluyum ama! Mesleğimizle de alakalı, çok şanslıyız, çünkü insanlar tek bir hayat yaşıyorlarken, bizler sahneye koyduğumuz hayatlar(ı) kadar yaşıyoruz… Müşfik Hoca’nın (Kenter) bir sözü vardı: “Tiyatro çok ciddi bir iştir… İyi bir oyuncu olmak istiyorsan iyi biri insan olman gerekir… Önce insan olun” diye…Ben inanıyorum ki biz bu çatı altında çok iyi insanlar olarak toplandık ve ileride,bugün yaptığımız işlerden çok daha iyilerini yapacağız...

        O. Şenol: Evet hepimiz iyi insan olmanın derdindeyiz aslında… İyi insan olabilir miyiz dersek de; elimizden geldiğince olmaya çalışacağız. Çağımızda insanlar birbirlerini dinlemiyorlar; ama tiyatroda sen konuşuyorsun onlar da dinliyor… Bu durum da çekici geliyor ihtimal… Ve evet ben umutluyum. Bu yaptığımız işin şöyle bir güzelliği var: Tiyatroya en çok bağdaşan meselelerden biri bence; çocukken parka giderdik, şimdide tiyatro… Öyle aslında sanki bu sahne bir oyun bahçesiymiş ve bizler de çocuklar gibi oynuyoruz. Bu hazza başka hiçbir meslekte erişebileceğimi sanmıyorum. Çocuk parkında oyun oynuyor gibi hissediyorum her sahneye çıktığımda…

        K. Açıkgöz: Beni hayata tutan şeylerden biri de tiyatro… Tıpkı Sait Fait demiş ya yazmasaydım delirirdim diye yazarlık mottosu her neyse benim de oyunculuktaki mottom o! Bu derdimi bu meslekte anlatamasaydım kafayı yerdim. Ben de bu dünyanın halini hiç beğenmiyorum ve bu beğenmediğim hali içinde eyleme geçme isteğim de okumak, oynamak, yönetmek ya da anlatmak üzerinden oluyor. Kısaca hayatta eyleme geçme isteği ben de tiyatro! Şartlara rağmen oyun oynama derdinde ve hevesindeyiz biz…

        İçimden geldi notu: Bu “Tiyatro Hal ekibi kimdir, neler yaparlar?” derseniz de; bir akşam sefalığında rotanızı sarkıtınız Mecidiyeköy’de konuşlanan mekanlarına (en demlisinden recamdır efenim!)… Hal’in merdivenlerden sahneye doğru inerken; yüzleri tebessüme bulaşmış ama ellerinde dekor ya da tiyatronun bir eksiğini giderme koşturmasındaki gençleri göreceksiniz; çekinmeyiniz yaklaşınız, ‘nasıl gidiyor hayat’ çemberinde temiz bir kelama düşerseniz de sol yamacınıza şekil veren cevheriniz paklanır; benden söylemesi… Şimdilik eyvallah! Tiyatro Hal programı için: www.tiyatrohal.com

        Diğer Yazılar