Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seviyorum bu adamların nida ettiği şarkıları; ironi ve humor duygusunun ağır bastığı melodiler… Bazıları onları Gezi sürecinde tanıyıp, sevdiyse de aslında onların notalara düşen serüveni çok eskiye dayanıyor!İlk albümlerinden önce de hastalarıydım, bu son albümleriyle de hastalığım devam etmekte! “TomWaits’in kirli romantik ses tonu” diyenler var solistine… Öyle ya da böyle konuşur ve anlatır gibi söylüyorlar dertlerini, gamlarını… Fona en temizinden şarkılarından yerleştirirken sizler (Don Kafa, Gamsız Öküz, Modern Zaman, Karnım Aç, Kare Kafa) gelin öncesinde ‘bilenler bilmeyenlere anlatsın’ kapsamlı girişimizi çakalım, sonrası rahatta okumaya geçeriz nasılsa! Mevzumuzun öznesi: Peyk…(Es notu:Farsça’da ‘uydu’ anlamındaki sözcük, "bir başkasına bağımlı olan" anlamında da kullanılıyor.)

        Temeli 90’larda atılan ve 2000’lerin ilk yarısından itibaren aktif olarak müzik yapan Peyk, ilk albümü 2007’de “Sulu Şaka”nın ardından 2011’de “İçimdeki İz” isimli stüdyo çalışmasını yayınladı. Dört yıllık aradan sonra yeni albümleri “Teslim Olma” ile yeniden karşımızdalar. İrfan Alış (vokal) ve Serdal Ersoy’un (gitar) İstanbul Üniversitesi kampüsünde tanışmasıyla grubun temelleri atılmış; sözler ve besteler bir kenarda toplanırken 1995’te Ertan Çalışkan (davul), Özgür Ulusoy (keman, klavye), 2006’da ise Barış Tokgöz’ün (bas gitar) katılımıyla grup bugün de aynı isimlerin yer aldığı kadrosunu oluşturdu. Peyk ile ilgili söylenebileceklerin başında kesinlikle; samimiyet ve sahicilik geliyor. Kısaca adamlar kasmıyor efendim, sakindeler! Sosyal mecradaki paylaşımlarından da anlarsınız zaten: Fanlarından,"Şöyle bir iş var, aranızda anlayan var mı?", "Bizim bir klip çekilecek, oynayabilecek olan var mı?" türündedestek isteyebilen, benim de söyleşide şaşkınlıkla sorduğum, böylesi bir grubun nasıl üniversite konser(ler)i olmaz’a karşılık: "Yirmi yıllık müzik hayatında hiçbir üniversite festivalinde çalmamayı başarmış ilk ülkemiz grubu olma şerefine orta parmak eşliğinde gelsin..." iletisi eşliğinde "Don Kafa" adlı şarkılarını paylaşabilen bir tevazu söz konusu edalarında. Ben de bu minvalde iliştim bir öğleden sonra yamaçlarına… Ortaya derin çizgide akan, kelamı uzun, algı kapılarını aralayan, yer yer hissiyat kadrajlı şükela bir söyleşi çıktı!(Erken içimden geldi notu:Grubun solisti İrfan: “Ben her şeyi konuşabilirim de sen / medya olarak her şeyi yazabilir misin?” diyordu; umarım olmuştur üstadım! O vakit, şimdiden bir sürç-i lisan ettimse affola’yı sakıtayım da söyleşimize geçelim.)

        SUSMA SUSTUKÇA DERKEN YARIDA UYKUYA DALIYORSUN

        Albümle başlayalım istiyorum… Bu ‘teslim olma’ mevzusu nedir; teslim olunmuş da ‘olma’ mı diyorsunuz yoksa “teslim olmama durumuna devam” anlamında mı?

        Özgür Ulusoy: Tabii ki Gezi Direnişi ile ilgili... Zaten herkesin anladığı bir içeriği açmaya gerek yok! Fakat Gezi olmadan önce de alttan alta kaynayan bir tayfa vardı ya işte o bizdik! Tabii daha normal hayatlarımız vardı, tüm bu durumları yaşamamıştık daha! O zamanlar İrfan’la (Alış) da bu konular üzerine çok konuşuyorduk: ‘Yeni bir söz bulup, yaratıp şu söylenen sloganları biraz daha anlamlı bir hale getirip, insanları irrite etmeden söylenecek yeni bir şeyler nasıl olur?’ Ve bir yöntem bulamıyorduk…

        ‘Yöntem bulamıyorduk’ derken?!

        İrfan Alış: Yıllardır bizim sokaklarda duyduğumuz sloganlar, biliyorsun sen de, şöyle bir tonu vardı: “Suss-ma, sustukçaa” derken, yarıda uykuya dalıyorsun. Mesela bu olamazdı artık!

        Ö. Ulusoy: Ya da tam tersine gidelim diyorduk! Hani öyle bir şey dinletelim ki insanlara, o esnada yapmaları beklenen şeyi yapmasınlar! Böylesine romantik düşünürkenGezi olayları patladı. Ondan sonra da sadece tarif etmek kaldı geriye…

        İ. Alış: Gezi ile ilgili değil ki mevzumuz; biz onu aslında 2011’de çıkardığımız “İçimdeki İz” albümündeki “Don Kafa” şarkısında da yaptık: “Al bizi, sat bizi, olurumuz kaça, dini imanı para” diye... Yani biz, Gezi’den önce de böyle yaşıyor ve düşünüyorduk.

        Tam da bunu söylemeye çalıştım; sizin gibi (sanat anlamında) üretenlerin ‘yöntem bulamıyorduk’ söylemi bana biraz tuhaf geliyor, sizler böyleyseniz biz sade vatandaş kendi dert deryamızda yandık demektir!

        İ. Alış: Ama işte her şeyi de devletten beklememek lazım! Sonuçta bizler de kendi halinde yaşamaya çalışan tipleriz; mesela ben -buna karşı söylemek için demiyorum ama- alüminyum doğramacıyken müzik yaptım ki hâlâ da öleyim. Ve ben de sade vatandaş-halkım; normal standartlarda yaşayan bir insanım yani!

        BİZ SANATÇILIK KİSVESİ ALTINDA TAKILMIYORUZ

        Devlet;sade vatandaş dediğimiz bizlersek ve sizler de göz önünde üreten-sanatkâr blabla, her neyseniz; neticede bizler, bekleme odalarına geçiyoruz vesiz sahnedekilerden ışıkları biraz daha açın mı istiyoruz acaba?

        İ. Alış: İşte ben de Peyk’in bu yönünü seviyorum. Biz, sanatçılık kisvesi altında takılmıyoruz...

        ‘Sanatçılığı’ açalım ve açmışken de bu ‘sanatçılık kisvesi’ altında takılanlarneler yapıyor desem?

        İ. Alış: ‘Ben sanatçıyım, yazarım, ressamım vs. sadece topluma yön veririm’ gibi diyenler. Kısaca; bizim sözümüz belli, onu demek istiyorum. Ben topluma ne yön vereceğim; o toplum dedikleri benim zaten! Yön verecek durumda değilim, sadece gitar çalabiliyorum, şarkı yapabiliyorum ama Özgür müziğin eğitimini almış öğretmenlik yapıyor… Ki asıl Özgür gibi insanlar anlattıkları-öğrettikleriyle yön verebilir. Bu ülkede böylesi bir sorunumuz var bizim; görünen – bilinen herkesten bir şeyler bekleme evresi, yok böyle bir dünya!

        O zaman bazı dinleyici/izleyiciler, ‘edebiyat-müzik-sinema-tiyatro’ gibi dalları icra edenlerden çok şey mi bekliyorlar, tembellik mi var acaba!?

        Ö. Ulusoy: Aslında durduk yerde herhangi bir sanatla ilgisi olmayan birinden bir şeyler yaratması-üretmesi beklenemez tabii! Biraz önceki konuyla da bağlayacak olursak; biz, Gezi’de o birkaç kişi bir araya gelince ki sanatçı olsun olmasın, ‘yeni bir söz üretilebileceğini’ gördük! Zaten başlangıçtan bugüne gelinen aşamaya kadar da kuvvetli bir sözdü o! Biz de Peyk olarak onu aldık ve slogan yaptık: ‘Teslim Olma!’ diye. Neden olmasın, neden peşinden gidilmesin ki bu sloganın! Onu üreten adam kim: Sanatçı mı, değil mi? Orada önemli olan bu değildi. Gezi’de durum çok basit ama aynı zamanda çok da tuhaftı. Orada da olması gereken tek şey teslim olmamak…

        Gezi’ye istinaden bu kadar cümleler kuruyoruz madem; sonrasında bir araya gelememe, her şeyi geçtim, kazanımların olmaması -ki olmuş gibi görünse de, fotoğraf ortada- hâlâ bu hissiyatı bu kadar devasalaştırmak, absürdkaçmıyor mu?Şaka bir hal alan Gezi ruhu dedikleri mevzudan bahsetmiyorum ama!

        Ö. Ulusoy: Hasbelkader bu albümün içinde yer almış bir insan olarak söyleyeyim: Gezi’yle ilgili ruh çağırma gibi ayinimsi şeyler beni acayip rahatsız ediyor. Gezi geçti, geçmiş olsun, tamam! Ve artık o anki sözün doğruluğunu teslim edip, yeni bir şeye bakmamız lazım! Hâlâ ‘Gezi, Gezi’ demek; bu bana ruh çağırma gibi geliyor.

        İ. Alış: Daha komik bir şey söyleyeyim sana; benim gördüğüm de ‘ırkçılık’ var bu ülkede! Solcu cenahı kaplamış bir ırkçılık hem de… Sağda da var orası ayrı! Son kertede çıkan tablo: Toplumun geneli ırkçı ya da dinci! Bir yerde bir şeyler anlatılıyor hep… Ben askerliğimi Güney Doğu’da yaptım, 90’lı yıllardan bahsediyorum; olayların en saçma ve en acı yaşandığı yıllar. Bizim müziğimizde ya da sözümüzde bir kaypaklık yok; yani bir şey yaşamadan, görmeden, bilmeden anlatmıyoruz! Ben yaşadıklarımdan yola çıkarak anlatabilirim. Bundan 20 yıl önce, bu ülke pek çok vatandaşa işkence yapıldı. Ama işte o işkencelere maruz kalan ya da işkenceyi yaratanların çoğu da ne yazık ki bu işkenceyi temellendirenlerin kendisiydi. Yani o kararların altına imza basanlardı. Söylemek istediğim; milliyeti önemli değil, faşist ya da şiddet bağımlısı bir toplumuz. Bunu kabul etmekle başlayacak belki birçok sorunun çözümü de! Ve bu faşizmin ırkı olmuyor. Kendini eleştirmeyen bir toplumumuz… Ülkede herkes adaletten, davadan bahsediyor; ne davası, hangi dava!

        AĞLAK MUHABBET YAPMIYORUM HESAP SORUYORUM ARKADAŞ

        Tam da yeri gelmişken; “Ölümsüzler” şarkınızda Gezi'yi mi anlatıyorsunuz?

        İ.Alış:“Ölümsüzler”, 19 yaşındayken, Güneydoğu’da askerken, savaş şartlarında yazdığım bir şarkı. Ama bir türlü müziğini yapamamıştım. O zamanlar o kadar kızgındım ki hayatım kaymıştı! Bildiğin Vietnam sendromu… Ağlak muhabbet yapmıyorum, hesap soruyorum arkadaş! Kutsallaştırılmış rezil bir savaşta, dağlarda birbirine kırdırtılmış gençlerin ki ben onlara bu toplumun günah keçileri diyorum, ölümlerine yapılmış bir ağıttır... Aileleri onların nasıl öldüğünü bilmiyor, ben biliyorum! Kutsallaştırıp avundular ve bunu normalleştirdiler.HâlâGata'da yatan bir arkadaşım var, hafızasını yitirdi; 1991’de kafasına mermi yedi o adam… Devletten alacağı malul maaşını bekliyordu geçen yıl...Aslında biz hakikaten hayalciyiz! Hayal kırıklığımız da bu topluma bu yüzden! Bizim hayallerimizi paylaşmaz bu toplum…

        Neden sizce?

        İ. Alış: Çünkü bu toplum hayal görmek istemiyor. Gezi’de olma sebebim de birçok şeye isyan ettiğimdendi ama Gezi’ye başlama sebebim bu isyandan dolayı olmadı. Çok fiziksel bir olaydı; çoluk çocuk lokantada oturuyorken gaz attılar… Ben inanmıyordum o güne kadar böyle şeyler olabileceğini!

        Gerçekten mi? Bu topraklar ve yaşayanları neler gördü-yaşadı; ben de bu halinizi çok naif buldum…

        İ. Alış: Evet inanmıyordum. Bu kadar çoluğun çocuğun içine gaz atmazlar diyordum ama attılar. Bizim hikayemiz böyle başladı. Biz insan öldürmeyeceğiz abi diyorum, müzik yapıyoruz…

        Şimdi anlattıklarınızdan da gözlemlediğim; grubun bütününe yayılan bir enerji var; yaşanmışlıkları hazmetme ve birbirinden beslenme hali!?

        İ. Alış: Grubun içindeherkesin bir hikayesi var, bizi birbirimize bağlayan da bu hikayelerimiz. Peyk bir proje grubu değil ki! Bu arada başka arkadaşlar ya da gruplar, bizim yaptığımız kavganın yüzde birini yapsalar dağılır giderler.

        Sanırım bu yüzden de dinleyenlerinize çok gerçek, samimi geliyorsunuz. Tekrar albüme dönersek; son kez sorsam “Teslim olduk mu, olmadık mı?”

        Ö. Ulusoy: Olmadık… Dünya halklarının sorunlarına entegre olduk bir anlamda fakat bu biber gazı denen şey hemen yasaklanmalı! Kamuoyu yaratılmalı ve büyütülmeli! Ben sadece gösterici değilim ki; Kadıköy’ün göbeğinde oturuyorum ve çocuğum var. Bu gaz kimyasal silah ve ben inanıyorum ki; 30 yıl sonra insanlar böyle görecekler, büyük bir vahşet olarak anılacak. Şimdi kimyasal savaşları öyle görmüyor muyuz?

        İ. Alış: Teslim olmadım tabii ki…Biraz önce bahsettiğim, Gata’da yatan ve onun gibi daha pek çok insana bu devletin borcu var. Dava dediler, gönderdiler ve o insanları bir savaşa inandırdılar ve ben de onların adına bir şarkı yaptım: “Ölümsüzler”. Şarkının piyasa yönü yok sadece tarihe kayıt düşmek istedim! Merak ediyorum; mesela o adam ve diğerleri,emekli maaşı hak kazanmış mıdır, vaktinde kahramanlık marşlarıyla uğurlananlardan bahsediyorum. Hoş emekliliği hak kazansa da yaşadıklarının darbesi geçer mi ki!

        GENELDEN BİR BEKLENTİMİZ YOK ANLAYANA MÜZİK YAPIYORUZ

        Şarkı sözleriniz sert, aslında genele yaydığınızda da öyle dinleyip de temiz oldum kafasına getirmiyor; derdi olan bir müzik yapıyorsunuz, bunun riskleri nedir?

        İ. Alış: Sözleri yazınca, arkadaşlarımıza beğendirmek ve onlarla tartışarak oturtmak gibi bir süreç yaşıyoruz genelde. Bazen süreç çok uzun sürebiliyor ama sonuçta herkes bu sözlerin altına adını koyduğuna göre, böylesi olması en doğrusu... Ama dinleyiciyi düşünerek yazamam, hatta bunu istemem. Söz yazarken gündelik hayatta kullandığımız, klişelerden uzak durmayı severim ya da onlardan metaforlar üretmeyi denerim. Benim yazarken beğenmesini umduğum insanlar dediğim gibi yıllardır müzik yaptığım arkadaşlarımdır. Kısaca genelden bir beklentimiz yok; anlayana müzik yapıyoruz.

        Grup üyeleri müzikle yaşamını idame ettirmiyor, başka meslekleri olan kişilersiniz, bu durum size rahatlık ve özgürlük alanı sağlıyor olmalı?

        Ö. Ulusoy: Bunun da ötesinde, Peyk’in müziğinin çıkış noktası bu özgürlük zaten.

        İ. Alış: Tam olarak özgür olamasak da, bir şekilde amaç hep özgür olmaktır…

        “Bir biz eksiktik şimdi tam olduk” demişsiniz… Mekanlar ve icra edilen müzikler adına piyasaya bir gönderme mi var?

        Ö. Ulusoy: İronik bir anlamda katılıyorum ve Peyk’iniçinde bu sözü söylemiş olmaktan da mutluyum. Üzerine çok da fazla bir şey söylemek gereksiz ama bir örnek vermek istiyorum. Gerçekliğini teyit etmedim ama gerçek olmasa bile bize çok şey anlatıyor bu örnek: Fransa’da hepimizin bildiği BuddhaBar’ın sahibi artık yaşlılıktan ya da yorgunluktan mekanı kapatmak istemiş. Fransız hükümeti ve yetkilileri kabul etmemiş bu isteği ve ‘kapatmıyorsun bize devrediyorsun’ demişler. Bu hikaye bize gerekeni söylüyor aslında; bir değer yaratıyorsun öyle ya da böyle! Sadece insanlar oraya gitsin de deli gibi içsin, eğlensin, kadınlar erkeklerlebirarada olsun; bu değil! Bir şekilde yaşamayı seçmiş insanların toplanacağı bir değer – yer yaratıyorsun aslında ki dışarıdan turist bile getiriyorsun, coğrafyanı, müziğin, lezzetini tanıtıyorsun bir bakıma.

        Peki, müzisyenlerle ilgili mevzuda neler dönüyor?

        Ö. Ulusoy: Müzisyen dediğimiz adamın kalibresiyle ilgili bir eleştiri yapılması gerekiyor: Bir ressamdan, heykeltıraştan veya başka bir sanatkârdan beklentin vardır; hayat hakkında bir şeyler söyleyebilen ya da entelektüel birikimi olmalı gibisinden.Her meslek grubu, kendi içindekilerden bekler bunu da. İşte ne yazık ki müzik camiasında bu hiç beklenmediği gibi hatta neredeyse alay edilecek bir durum olarak algılanır. ‘Abi ben parama bakarım, akşam çalarım, söylerim ve evime giderim’ zihniyetinde. Onun üzerine söz söylediğin zaman komik bile oluyorsun. Oluyordun, belki günümüzde biraz biraz değişiyordur, bilmiyorum.

        Sansür gördüğünüz şarkınız oldu mu?

        İ. Alış: Hiçbir TV programında “Piç”i çalamıyoruz. Sanki ülkede ‘piç’ kelimesi kullanılmıyor! Ama aynı kanalda çok daha sert sözlere sahip bir rap şarkısı çalabiliyor. ‘Ömer Seyfettin’in hikayesi, Hakan Günday’ın romanı var, abi yapmayın’ diyoruz. Adamlar direkt RTÜK ile sorun yaşamak istemiyoruz diyorlar. Evet konserlerde çalıyoruz ki zaten albümü yaptık; devlet niye basmamıza izin versin ki o zaman?! Bandrollü albüm bu… Ama kızgınlığımız yok; çünkü adam ne yapsın, onunda başka hesabı var. Ya bu memlekette neler gördük, hepimiz şahit olduk, o yüzden şaşırmıyoruz ve kızmıyoruz.

        ANLAMAK İŞE YARAMAZ TESLİM OLURSAK

        Peyk’in oluşumundan bugüne gelinceye değin neler değişti; kişisel tarihinizde özellikle?

        Ö. Ulusoy: Normal stabil bir toplumda nasıl olmasını beklersin: Toplum kendi rayında-düzenindedir, gençler de bir adım önde gitmeye çalışıyordur değil mi?!Hayatı daha hızlı yaşıyordur... Belli bir yaşa gelince de yavaş yavaş sakinleşir diyelim. Ve yaşadığı stabil topluma ayak uydurur, devam eder düzenine. Ben de kendi yaşantımda böyle olacağını düşünüyordum, olması gerektiğini bekliyordum. Ama işte burada stabil toplum diye bir şey yok neticesinde gidebileceğin ve tutunabileceğin bir şey kalmıyor. Kendini bir boşluğa atmışsın gibi!Hayatımızda bundan sonrasının belirsizliklerle dolu geçeceği son derece belirgin artık! Evet, hepimiz 2000’lerin başından beri önümüzde zorlu bir süreç var diye konuşup duruyorduk ama şimdi sürecin ne olacağını da görüyoruz. Umudumuz da kalmadı. Dolayısıyla tüm bu düşünceler ruh haline de yansıyor. Ancak bu henüz bir düşkünlük yaratmadı. İleride belki yaratır belki de yaratmaz onu da bilmiyorum ama Nietzsche’nin tarif ettiği haliyle bir dekadens (çöküş) durumuna girmedik!

        Ya da üstadın (Nietzsche) dillendirdiğinin tersineumut henüz süründürmüyor diyorsunuz?!

        Ö. Ulusoy: Değil de aslında biraz da gaz verdi bu yaşadıklarımız. Daha çok korktuğumuz için daha cesur hareketler yapabiliriz artık.

        Yine sizin söyleminizden yaklaşsam muhabbete; “Anlamak işe yaramaz teslim olursak” diyorsunuz!? Anlıyoruz öyle mi?

        İ. Alış: Toplum olarak her şeyinüstünden geçme halindeyiz. Mesela biz bu şarkıları yazıyoruz, birçok arkadaş var, onlara da sorarsan görüşlerimizde hemfikiriz, aynı şeyleri düşünüyoruz falan filan... Ama iş üretimegelince, onlar onu yazamıyor. Sistemin içinde olan insanlar; ‘haklısınız, katılıyorum…’ diyorlar ama iş mevzuyu gerçekleştirmeye geldiğinde örgütlenemiyorlar. Ayrıca bunlar sadece müzisyenlerin sorunları değil ki doktorların, öğretmenlerin, işçilerin kısaca toplumu oluşturan tüm bireylerin - hepimizin sorunu! Tamam anladın, anladığını biliyorum, anladığın belli ama pratiğe indiğimizde ortada bir şey yok. Bana göre bunlar da kuru gürültü oluyor.

        İlk iki albümde yer alan bazı şarkıların, bu albümde alaturka halini dinliyoruz; nostalji tadı mı olsun istediniz yoksa böylesi daha iyi olacak düşüncesi mi?

        Ö. Ulusoy: Birinci albümü kaydederken ki koşullarla bugünkü koşulların bir olmamasından kaynaklı bir durum bu. Sadece teknik sebepler değil, o zamanlar nasıl olması gerektiğini hissediyorduk evet ama bizim kafamız da doğru düzgün basmıyordu. Birinci albümü sahnede çalabileceğimiz şekilde kayıt edelimin derdindeydik. Fırsat çıkınca Kalan Müzik’ten ve Hasan Saltuk da dokuz şarkı basmak istemedi, ‘12 şarkı yapın’ dedi. Biz de karar verdik. Şunu da belirtmek isterim: İrfan iyi şarkı yazan bir adamve iyi şarkılar da hep aynı şekilde çalınmak zorunda değiller. Dünyadaki örneklerine bakacak olursak Sting’ihep örnek vermişimdir: Çok şarkısı var ama toplasan herkesin bildiği 30 tane ve bu şarkıların 30’ar tane versiyonu var. Kısaca şarkı yeterince kıymetliyse ona versiyon yapmanın da sakıncası yok!

        Seçim neden alaturka yönündeydi?

        İ. Alış: Bu albümde alaturka oldu, başka albümde başka bir tarz; seviyoruz böylesi değişiklikleri… Bir başka sefer de neden r&b olmasın!?

        Biraz Peyk’i‘su akar yolunu bulur’ edasında görüyorum ama gittikçe popüler oluyorsunuz, buna ne diyeceksiniz?

        İ. Alış: Bunun bizle hiçbir alakası yok!

        Biliyorum ama oraya doğru gidiyorsunuz, ne olacak sonunda?

        Ö. Ulusoy: Kaçarız...

        İ. Alış: Biz bu paraları kazanırsak şimdi yine yaptığımız, inandığımız gibi “saçma sapan” üretimlere harcarız. Çünkü parayla işi olmayan bir grubuz ve bizler gönül insanıyız. Popüler olduğumuz zaman daha iyi ve daha büyük salonlarda çalacağız ve daha çok insana ulaşmış olacağız. Kısacapopülerlik bize daha çok müzik olarak geri dönecektir. Popüler olmak değil de dünya çapında müzik yapmak benim beklentim. Açıkçası birkaç şarkıda da bunu yakaladığımızı düşünüyorum. Mesela “Suluşaka” albümündeki “Hareminde Han” şarkısını, büyük bir orkestrayla çalmak neden olmasın! Paran olduğunda o konseri daha bir görsel şova dönüştürebilirsin, neden Türkiye’den de bir grup gidip New York’ta konser vermesin! Amerikalılar’a tabii, yoksa oradaki bir düğün salonunda Türkler’ekonser yapıp,‘yurt dışında şu kadar bin kişiye konser verdim’cilerden bahsetmiyorum.

        BİZ DE O RAFTA NEŞET BABA’NIN YANINDA YER ALMAK İSTEDİK

        Başarı da bir süre sonra sizi amacınızdan, yolunuzdan uzaklaştırmaz mı?

        İ. Alış: Başarı bizi de amacından uzaklaştırmak isteyecektir, biliyorum. Ama ben kendime ve grubuma çok güveniyorum. Grup arkadaşlarım ve bu çerçevede tanıştığımız tüm insanlar da bunun ne kadar anlamsız olduğunu bilecek kadar olgun, çünkü hakikaten de anlamsız... Zeki Müren ya da o minvaldeki isimlerden biliyoruz; ‘siz ne kadar iyisiniz, beni sizler yarattınız, sizlere layık değiliz, varolun…’ Böyle bir şey var bu toplumu onore etmek anlamında! Oysa bu toplum beni iğdiş etti… 13 yaşında çocuk işçilik, 20 yaşında doğuda askerlik gibi buna benzer o kadar çok hikaye var ki hepimizde... Dolayısıyla bu toplum denilen durumla pek bir samimiyetim yok. Toplumu seviyorum orası ayrı burada söylemek istediğim başka. Ben de milli maçlarda çok bağırdım, bu ülkenin parçası olmaktan gurur duyduğum şeyler var. Ama bu toplumun kendi özeleştirisini yapma zamanı geldi bence... Örneğin; savaş şöyle yanlış, böyle feci gibi söylemlerin yanında,bir bakıyorsun o kişiler savaşı fitilleyenler… En acısı da kutsal kitaplar üzerinden öldürmeler yapılıyorsa ve üstüne bunların nemalananları oluyorsa… Yalan o zaman tüm politikalar… Ve ben bu profesyonel anlatımlardan bir şey anlamıyorum: Neşet (Ertaş) Baba söylüyor işte! Anlattığı şey o kadar fazla ki, işte o zaman doğru yolu seçiyorsun.

        Neden bu albümde Kalan Müzik’i seçtiniz?

        İ. Alış: Kalan Müzik, Neşet Ertaş’ı başmış, biz de o rafta Neşet Baba’nın yanında yer almak istedik. Bir de şöyle absürd bir durum oluyor: O çok konuşulan büyük prodüksiyonlardan albüm yapıyorsun ve sonra bir bakmışsın bebek bezi reklamlarında duyuyorsun şarkını. Sözleşmeler o kadar enteresan ki, senin engelleme gücün yok, o derece!

        Sosyal mecrada şarkılarını sıkça duyduğumuz genç müzisyenler hakkında ne düşünüyorsunuz?

        B. Tokgöz: Ortak paydada buluşulan bakış açısı var. Değişik gruplar ve başarılı olanları var… Daha gerçek anlatımlar hakim artık! Daha net bir anlatım var ve bu durum da insanları saçma sapan şeylerden uzaklaştırmaya başladı.

        İ. Alış: Çok isim ve grup var, onlara sempati duyuyorum; Garipçiler akımına yakın! Büyük Ev Ablukada ile başlayan bir süreç bu, sonrası geldi… Açıkçası; sanal mecraları iyi kullanmayı bizlere de öğretiyorlar.

        İçimden geldi notu: Bazı nedenlerden dolayı söyleşinin sonuna yetişen Barış Tokgöz’den pek cevap koyamadım ama sonraki albüm röportajımızda bu durumu kapatacağız, bilginize!Albümün yapım sürecinde CanayCengen'in imzası var. Albümdeki 12 şarkının sözleri İrfan Alış'a, müzikleri ise Peyk'e ait.İrfan Alış ve Özgür Ulusoy’un söyleşinin başından itibaren altını çizdikleri mevzu da, albümde emeği geçenlere binlerce kez teşekkür etmeleri; sadece tasarım-görünen değil, düşünsel boyutta da kısaca sahnenin arkasındaki herkesin, onlar için çok kıymetli olduğu… Sözü İrfan’a bırakıyorum: “Sadece tasarım değil, düşünsel bazda da emekleri yadsınamaz. Aslında şunu belirtmek isterim: Peyk grubu olarak bakmamak lazım, nasıl ki zamanında BeatKuşağı vardı, içerisinde her kafadan insanın yer aldığı, işte biz böyleyiz! Peyk’e destek veren tüm bu isimler, bizim gibi kadar emek verdiler bu çalışmalara… Bu anlamda da Peyk’inçekirdek olarak ana isimleri var ama sahnenin arkasında da onu canı gönülden destekleyenler var, parayla ilişkisi olmayan arkadaş kitlesinden söz ediyorum. Bizler böyleyiz, parayla pulla işimiz yok; para bizim için sadece üretmek ve daha iyi kayıt yapmak için gerekli…”

        Diğer Yazılar