Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyaca ünlü arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu, 2011'den beri yürütmekte olduğu sahne projesi "Cafe Tango"yu arşivlik bir albümle ölümsüzleştirdi. Albümde kimi zaman oldukça şaşırtıcı, kimi zaman dinleyende alkışlama arzusu uyandıran, kimi zaman ise dinleyeni nostaljik bir yolculuğa çıkaran tangolar yer alıyor. Çoğunluğu Bora Uymaz'a ait yeni besteler ve sözlerle Pancaroğlu'na ait bestelerin yanında, Astor Piazzolla'dan eserler ve Arjantin tangosunun klasiklerinden örnekler albümdeki repertuvarı oluşturuyor. Kendine özgü tango üslubuyla Bora Uymaz, Arjantinli efsane gitarist Ricardo Moyano, deneyimli bandoneoncu Carlos Gustavo Battistessa ve usta kontrbasçı Volkan Topakoğlu'nun müzikal üsluplarının harmanına Pancaroğlu'nun arpı da eklenince; ortaya tadında bir müzik ziyafeti çıkıyor. Biz de "Cafe Tango"nun kadrajında; Arp Sanatı Derneği Kurucu Başkanı Şirin Pancaroğlu ile müzik seyrinde bir söyleşiye oturduk.

        KÜLTÜR POLİTİKALARININ REVİZE EDİLMESİ

        Uluslararası platformda çok iyi işler yapmanıza rağmen, Türkiye'de neden geri planda duruyorsunuz, bu bir tercih mi ya da arp popüler sistemde kaynıyor mu?

        Aslında adımın nerede çok farkında değilim. Açık konuşmak gerekirse adımın nerede olduğuyla pek ilgilenmiyorum; biraz kendi içimde yaşamayı seviyorum! Uzun bir yolun yolcusuyuz, müzik de dev bir nehir ve ben de içinde bir köpüğüm... Nehir olmaya çalışmadım hiç, bu mümkün de değil! Ama o nehirle hareket etmek, sönmeden durmak, yani yaşamda karşılığını düşünürsek de; üreterek var olmak bilinçli tercihim tabii ki. "İşimi yapabiliyor muyum ya da hizmet edebiliyor muyum?" buna bakıyorum. Evet, popüler bir sistem var. Üzücü olansa; popüler işlerin ve sanat yaratımlarının zaman geçtikçe karışması! Gelinen noktada ise içinden çıkılması zor bir hal almış olması; en azından uygulanan kültür politikalarında gözden kaçmaması gereken bazı püf noktaları var ki, onlar sanatın toplumu ilerletmesi için olmazsa olmazlar. Yani gelen giden hükümetlerden, kültür politikalarının revize edilmesi ve iyileştirilmesi gibi daha çok destek bekliyoruz. Yoksa sanatla uğraşmak dünyanın her yerinde zor bir süreç... Ayrıca sanat, iş gibi algılanamaz, maddiyata dönüştürülemez, yürümesi çok meşakkatli bir yoldur.

        2013'te sanat hayatınızın 35. yılını kutladınız. Bu serüvende hedeflediklerinizin kaçta kaçını yapabilme olanağı buldunuz?

        Yola çıkarken hedeflerimi bilmiyordum. Çünkü adım attıkça yol daha da net görünmeye başlıyor. Yaşadıkça anlıyorsunuz, yolunuzun ne olması gerektiğini! Yanlış adımlar da önemlidir bu süreçte; yol saptarken hedeflerimin arada değiştiğini, hatta arada şaştığını biliyorum. Ne kadarı oldu, olmadı, ondan da çok emin değilim ama içimde huzursuz değilim diyebilirim. Bu da iyi bir işaret olabilir. Çalmak istedim ve bu da arpı biraz daha görünür kıldı. Topluma hizmet edebileceğimiz şeyler yapayım istedim ve Arp Sanatı Derneği'ni kurdum. Yerelle bütünleşen müzik çalışmaları yapmak istedim; oldu ve olmaya da devam ediyor. Son beş, altı yıldan bu yana hem klasik Türk hem de klasik batı müziği çerçevesinde çalışmalar yapıyorum. Bunun dışında, avangart müzikler içerisinde olduğu gibi tango gibi popüler müziklere yönelik de projelerim var. Kısaca; bir müzisyen olarak çalışma alanımı genişletmek ihtiyacını hissettim ve bu çerçevede işler yaptım.

        İlk başladığınız zamandan bugüne baktığınızda ne gibi değişimler oldu?

        Bazı şeyler hiç değişmedi: Müziği hep çok sevdim, hâlâ da çok sevdiğim için uğraşıyorum. En önemli değişim şu; belki arp çalmaya başladığımda ve batıdaki müzik öğrenimim boyunca sadece bir icracıydım, tabii meslek hayatımın ilk 20 yılında da... Türkiye'ye döndükten sonra ve süreç içerisinde kendimi bir icracı kadar, bir müzik insanı olarak da geliştirmeye gayret ettim. Zaman içinde sadece eli saz tutan değil, kalem tutup kendinden bir şeyler besteleyen, üreten, müzik üzerine konuşabilen, projelerini yaratan birisi olmak istedim. Başta sanırım çerçevem biraz daha dardı, ama şimdi genişledi diyebilirim.

        'ARP TEDAVİSİ' DİYE BİR UYGULAMA VAR

        36 yıl önce arp çok bilinen bir enstrüman değildi. Arpla tanışıklığınız nasıl oldu?

        Tabii o zamanlar daha da az biliniyordu. Düşüp bayılacaktım bu fikirle. Zorluklar ilk başta çalgı temini konusunda oldu. Türkiye'de okulda çalışıyorduk... 13 yaşımdayken, görev icabı ailemden ayrı düştüm, onlar başka bir ülkeye, ben başka bir ülkeye gitmek durumunda kaldım. Arp çalmanın ya da müzisyen olmanın en büyük zorluğu; çocukluğumdan ödün vermek zorunda kalmam oldu. Çünkü aile ortamından mahrum kaldım, kendi başıma büyüdüm. Arp çalmanın zorlukları böyle bir yoksunluğun yanında, pek sönük kalıyor. 'Müzisyen olmam gerekiyor, aklım en çok buna yatkın, bunun da yolu bu' dedim kendi kendime. Evet, zor oldu, diyecek başka şey yok!

        Arp size ne ifade ediyor? Müzik enstrümanlarının bir süre sonra müzisyenler için artık bir 'organıymış' gibi hissettirdiklerini söylüyorlar, sizce?

        Arp benim için su sesidir, temizliğin sesidir. Tabii anca bir uzuv gibiyse iş görüyor. Bu anlamda bir organ diyebiliriz, bütünleşiyorsunuz. Arp çalarken aleti kucaklıyorsunuz, kucağınıza alıyor, ona sarılıyorsunuz. Tınılar bütün bedeninizle temas ediyor, içeri nüfuz ediyor. Buradan eminim çok şey yansıyordur çalanın ruhuna. Arp sesinin su sesi gibi olduğunu düşünürsek de; arpı her çaldığımızda, yıkanmış gibi oluyoruz her seferinde.

        Arpistlerin daha uzun ömürlü olduğu söyleniyor, siz ne düşünüyorsunuz? Bu aleti çalmanın zorlukları neler?

        Doğru, genelde uzun ömürlü oluyorlar. Uzun ömürlü oldukları için belki de arp çalıyorlardır. Ama şu var, mesela batı konser arpı olarak tarif ettiğimiz arp çok ciddi alt-üst beden koordinasyonu gerektirir, bu da yaşlanırken eksilen önemli bir motor beceri. Arpistler bu konuda arp çalmayanlara göre avantajlılar. Zorluklar ise genelde tellerin havada yüzüyor gibi olması; bir arka planının olmaması, görmenin zor olduğu bir çalgı, pedal veya mandal kullanımı olarak sayılabilir.

        Müzikle terapiyi biliyoruz, bir de Amerika'da arpla tedavi varmış. Eski zamanların su sesinin iyi ettiği mucizeleri vardı, arpın da su sesine benzetilmesiyle ilintili böyle bir şey olabilir mi?

        'Arp terapisi' diye bir uygulama var. Türkiye'de henüz uygulanıyor mu bilmiyorum ama ABD'de bu dalda eğitim veren kimseler var. Genelde hastanelerde yoğun bakım ünitelerinde kullanılıyor. Ağır durumdaki hastalarda müziğin iyi bir etkisi olduğu yönünde araştırmalar da var. Arp terapisi de biraz buna yönelik olarak yapılıyor, rehabilitasyonda kullanılıyor. Motor becerilerin tekrar kazanılmasında işe yarıyor. Bizim tekniğimiz parmakları açıp kapamaya dayanıyor. Teli çekiyorsunuz, açıp kapıyorsunuz. Bütün bunların dışında sesi de su sesi gibi. Dünyanın neresinde olursa olsun bir arp dinleyin, çalgıların ortak özelliği su sesi gibi temiz bir sese sahip olması. Antik çağlardan beri insanlar bu sesi kullanmış. Eski çağlarda Ege'de antik hamamlarda suyla tedavinin ve aynı ortamda arpların kullanıldığını biliyoruz.

        KLASİK MÜZİK KENDİNİ YENİLEMEKTE ZORLANIYOR

        İlk bestenizi geçen yıl yaptınız; neden bunca zaman beklediniz?

        Batı müziğinde besteci ve icracı 19. yüzyıldan sonra tamamen ayrı tutulmuştur. Kimileri çalar kimleri besteler. Bundan dolayı ki elime kaleme almadım bunca yıldır. Bora Uymaz'ın teşvikiyle giriştim ucundan kenarından. Şimdi yaptığım bestelerse bilhassa arp için değil; tango, şarkı, ilahi, saz denemelerim var.

        2007'de kurduğunuz Arp Sanatı Derneği'nden bahsedelim; yapılanları anlatır mısınız?

        Kurulmasının çok nedeni var tabii ki ama bir meslek örgütüne ihtiyaç vardı. Aynı zamanda topluma hizmet etmek için kurduk. Burs veriyoruz her yıl, uçak kazasında yitirdiğimiz "Ceren Necipoğlu Anma Etkinliği"miz var. Yurt içi ve yurt dışında aylık bültenlerle konser ve çalışmalarımızı duyuruyoruz. Önümüzdeki dönemde, bir gelenek haline getirmeyi hedeflediğimiz bir festival yapma düşüncemiz var.

        Arptan başka çaldığınız bir enstrüman var mı? Ve albümlerinizden bahsedelim?

        Başka çalgı çalmıyorum ama üç farklı arp çalıyorum. Birisi çeng, diğer pedallı arp, son olarak çalmaya başladığım ise mandallı arp. 10 albümüm yayınlandı. "Hasret Bağı", "Kuyruklu Yıldız Altında", "Barokarp", "Telveten", "İstanbul'un Telleri", "Eski Dünya Yeni Dünya", "Resonating Universes", "Elişi", "Çengnağme" ve son olarak "Cafe Tango".

        Dünyada ve Türkiye'de klasik müzik ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Türkiye'de ivme çok düşük tabii... Genel olarak kendini yenilemekte zorlanıyor klasik batı müziği. Bunun pek çok nedeni var: Ne yazık ki kültür politikaları, yaratıcılığı desteklemiyor. Müzisyenler hayal bile kuramıyor çoğunlukla. Hiçbir zaman çok iyi değildi ama son yıllarda ülkenin ekonomik büyümesine ters orantıda, sanat ortamının geriye gittiğini söyleyebiliriz sanırım. Nüfus artıyor ama her şeyin kalitesi daha düşük, eğitim ve gelecekle ilgili ciddi belirsizlikler var. Klasik müziğin dinleyici kitlesi bellidir; büyük sayılara ulaşmaz, böyle bir hedefi de pek yoktur! Cumhuriyet öncesi, Osmanlı'nın son dönemlerinde klasik batı müziği dinlenmeye ve icra edilmeye başlanmış bizde. Belli bir lezzet de oluşmuş zaman içinde. Ciddi bir yerel kültür de var. Ama Türkiye'de bu kültürü yukarı taşıyacak mekanizmaların eksik olduğunu düşünüyorum. Çok iyi işler ve besteciler var ancak Türkiye'de, bunları ortaya çıkaracak bir sürü yan sektör eksik. En basit örneği, büyük bir konserle ilgili gerçek bir değerlendirme yazısını gazetelerde göremezsiniz.

        ALIŞILMIŞ KONSERLERİN DEĞİŞMESİ GEREKİYOR

        'Alışılmış konser sunumlarının değişmesi gerektiğini söylüyorsunuz', alışılan nedir ve nasıl değişmeli?

        Kastettiğim; müzik kurumlarının ve konser organizatörlerinin olaya tek boyutlu yaklaşmaları ve buna bağlı olarak dinleyici profilinin geliştirilememesi. Bir dinleyici kitlesini geliştirmek için, kısaca gelecekte de dinleyicilerin olması arzu ediliyorsa, yapılması gerektiğini düşündüğüm bazı çalışmalar var. Bunlar sır değil; çocuklara yönelik konser ve eğitim programlarının çeşitlendirilmesi, müzik kurumlarının dinleyicilerini sadece konser salonlarında değil, dinleyicilerin bulunduğu mekanlara da giderek orada kucaklamaları, açıklamalı dinletiler yapmaları, hastane-huzur evi gibi konsere gidemeyen insanların ayağına gitmeleri, daha devingen ve de daha pratik, daha interaktif olmaları gibi. Bu şekilsel bir değişim! İçerik olarak da genelde daha interaktif ve disiplinlerarası çalışmaların çağımıza daha uygun olduğunu, büyük topluluklarla müzik yapmak yerine daha hafif ama etkin küçük gruplarla müzik sunmanın mesela önemli olduğunu düşünüyorum.

        Sizce arpın yaygın olmama nedeni nedir? Yaygın olduğu ülkelerde işler nasıl ilerliyor?

        Aslında çok yaygın sadece Türkiye'de değil henüz! Uzun yıllar çalgı temini sorundu. Mesela, mandallı, küçük arplar var ve 2005'te bunların ithalatının başlamasını sağladık. Bir firma ilgilendi, üreticiyle bağlantı kurduk. Onlar da Türkiye'ye getirdi. Ama yine de 3 bin 500 euro'luk bir maliyet vardı ki, Türkiye'de bu çalgıyı yaygınlaştırmak için çok yüksekti. Sonra İzmir'de mandallı arplar yapılmaya başlandı. Evet, işte o bizim çalışmamızla oldu. Bir şekilde İzmir'de yerli malı bir arp üretimi gerçekleşti. Bu da maliyeti düşürdü. İlk arpı bitireli çok kısa bir süre oldu. Yavaş yavaş siparişler gelmeye başlıyor. Dolayısıyla bu konuda çok mutlu ve heyecanlıyız. Arpın önünü açtığımızı sonunda hissetmeye başladık. Yaygın olduğu ülkelerde sıkı meslek örgütleri var. Arpları onlar üreticilerden toptan siparişlerle satın alıp, çok düşük fiyatlara kiraya veriyorlar. Böylece daha çok insan çalmaya, ders almaya başlıyor.

        Albümünüz "Cafe Tango"ya gelirsek; neden tango?

        Tangoya ilgim aile hikayesiyle başlıyor. Develili dedem Ermeni arkadaşlarıyla Buenos Aires'e gitmiş. Amerika'ya göç edildiği yıllarda... Belki göç niyetiyle bilmiyoruz ama beş, altı yıl kaldıktan sonra evlenmek için vatanına geri dönmek istemiş. Dedemi hiç bilmedim. Belki de bundandır merakım... Üniversite yıllarında ABD'de Latin Amerikalı arkadaşlarım oldu. Onlarla hem yerel müzik kültürlerini hem de kendi içinde oldukça melez bir müzik olan tangoyu daha yakından tanıma imkanım oldu. Sonuçta tango batı Afrika dillerinde dans anlamına gelen bir sözcük, esirlerle yeni dünyaya gitmiş bir sözcük. Tangonun olmazsa olmaz çalgısı bandoneon ise bir Avusturya kilise çalgısı. Eskiden polkaların vs. yapıldığı din dışı müziklerde de kullanılıyor. Avrupa'da göçmenlerin yine yeni dünyaya götürdükleri bir çalgı. Uzun yıllar tango çalan bir topluluğun içinde olmayı arzu ettim. Bunun için epey bir zaman da bekledim.

        BU ALBÜMLE BUNU TERS ÇEVİRMEYE ÇALIŞTIK

        Sanırım bu beklemeden sonra şekilleniyor tango aşkınız da; sizden dinleyebilir miyiz?

        Bir gün bahçede oğlumun uyuması için pusetini sallarken tam olarak gözümün önünde belirdi ne yapmak istediğim! İçinde Arjantin ve Türkiye'den tangoların, dansın, teatral bir boyutun olduğu bir sahne projesi düştü aklıma. Bir tür gösteri, mizansen... İçinde garson rolünde bir oyuncunun olduğu ve biz müzisyenlerin de çok hafifçe oynadığı bir gösteri. Projenin müzikal boyutunu hayal ederken Arjantinli gitarcı Ricardo Moyano'nun varlığından cesaret aldım. Bu arada Bora Uymaz ile tanıştım. Türk müziği alanında, büyük bir okuyucu olarak biliyordum kendisini ve bu alanda bir konserimiz oldu 2013 yazında. Ne olduysa da ondan sonra oldu.

        İlginç bir buluşma olan Bora Uymaz'la serüveninizi anlatır mısınız?

        Çeşme'de denizi seyrederken Bora'nın sesini, tangoların içinde duydum ve telefona sarıldım. "Cafe Tango"ya katılmasını teklif ettim. Başta tereddüt etti, çünkü aşina değildi. Ama ben emindim. Bir erkek sesi hayalimde hep vardı, çünkü tango erkek perspektifiyle şekillenir... Tango besteleyeceğini bilmiyordum ama sesinin tangoya çok özel olduğundan adım gibi emindim. Sonra yaz bitti, vedalaştık; ben İstanbul'a, Bora da İzmir'e döndü. Feribottayım, baktım bir mail, ekinde bir nota, sekiz ölçü. Üstünde de bir not: "Devam dersen devam edeceğim, hayat yoksa at gitsin!" İstanbul'da feribottan indiğimizde tangonun tamamı bestelenmişti. Ondan sonra Bora bestelemeye devam etti; hatta beni de tutuşturdu ve hayatımda ilk kez beste yapmak üzere elime kalem aldım. Albüm yapmak istiyorduk ama eski Türk tangolarının telif sorunlarından dolayı olmuyordu. Çok ciddi telifler istiyordu varisler. Bora dedi ki: "Hadi bestelemeye devam, kendi tangolarımızı kaydedelim." Böylece albümün önü açılmış oldu. Tango ilginç, çünkü Cumhuriyet tarihiyle bütünleşmiş bir yerel türümüz var. Bu geleneğin, yeni besteler yapılmadığı ve de teliflerden dolayı seslendirilmediği için unutulmaya yüz tuttuğunu hissettik. Bu albümle bunu ters çevirmeye çalıştık. Ayrıca yeni bestelerimizle iddialıyız.

        Önümüzdeki dönem proje ve albümlerde neler olacak?

        "Cafe Tango", "Elişi", "Resonating Universes" projelerimin konserlerine devam edeceğim. Şimdi "Ensemble" olarak albüm kaydı yaptık, bu kış onu tamamlayacağız.

        Diğer Yazılar