Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kürtçe tiyatro icra eden isimler/gruplar” dendiğinde akla ilk gelenlerden birisi Destar Tiyatro… İstanbul’da bir elin parmaklarını geçmeyen, Kürtçe tiyatro yapan gruplardan olan ve Beyoğlu’nda Şermola Performans adını verdikleri mekanlarında tiyatroseverleri ağırlayan Destar’ın kurucuları Mîrza Metin ve Berfîn Zenderlioğlu… Bu köşeden de daha öncesinde pek çok oyunlarıyla ve özellikle -bence- son 15 yılın, tek kişilik performans kadrajında en’ler(im) arasına giren “Disko 5 No’lu” ile kelama düştüğümüz Zenderlioğlu ve Metin’le; “Destar’da ve tiyatroda neler oluyor?”dan son projeleri olan “Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim”e kadar alemi derin, algısı serin bir muhabbete düştük. Söyleşiye dalmadan önce, gelin ekibin 10 Nisan’da, The Mekan’da gerçekleştireceği dayanışma konserine kulak verelim! “Tiyatrocular Şermola Performans İçin Söylüyor” başlıklı gecede; Deniz Türkali’den Ayça Damgacı’ya, Çiçek Dilligil’den Engin Alkan’a, Emre Kınay’dan Orhan Alkaya ve Sevinç Erbulak’a değin, daha birçok isim Şermola Performans için şarkı söyleyecek. Dayanışma ruhuyla gerçekleşecek olan konserin geliri Şermola’yı ekonomik darboğazdan kurtarmak için kullanılacak. Az da olsa çorbada bizim de tuzumuz olsun derseniz rotanız belli! O vakit inceden başlıyoruz, nazarımda her daim şükela kalacak olan ikili Berfin ve Mirza söyleşiden bana kalanları dökmeye…

        SIRA ÖZEL TİYATROLARA GELECEKTİ, GEZİ BUNUN BAHANESİ OLDU

        *Destar Tiyatro’da neler oluyor?

        Mirza Metin: Çok fazla borcumuz var. Bu aralar kafa yorduğumuz mevzu: ‘Borçları nasıl ödeyebiliriz?’ üzerine oluyor. Gezi Direnişi’nden sonra Kültür Bakanlığı’nın, ödeneği belli gruplardan çekmesiyle beraber pek çok tiyatro grubu ve sahne sıkıntıya düştü. İşte onlardan biri de Destar Tiyatro ve sahnemiz olan Şermola Performans.

        *Sanıyorum bu sıkıntılar ve ödenek mevzuları Gezi’den önce de vardı?

        M. Metin: Evet, aslında süreç çoktan başlamıştı. Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğinin değiştirilmesi, Devlet Tiyatroları’nın kapanmasının gündeme getirilmesi ve çalışanlarının emekli edilmesi gibi meselelerle zaten kurum tiyatrolarına yönelik bir girişim başlamıştı, sıra özel tiyatrolara gelecekti, bekliyorduk. Gezi de bunun bahanesi oldu.

        *Ödeneklerle ilgili çıkan haberlere baktığımızda asıl problem ve yapılmak istenen nedir sizce?

        M. Metin: Ödenek listelerine baktığımızda; aşağı yukarı belli... Bu fotoğrafı gördüğümüzde de aslında sanata topyekün bir el atma hali var diyebiliriz. Bence tiyatrolara da bir sopa gösterip, başka bir dalga yaratmaya çalışıyorlar.

        Berfin Zenderlioğlu: Başından bu yana adil olmayan bir dalga var; hem amatör ve hem de profesyonel dalda, bu ayrı bir şey ama verilen ödeneklere baktığımızda, bir sürü alakasız grup var, adı sanı olmayanları geçtim, şirketlerin ismi çok komik, bilmem ne mefruşat şirketi gibi! Mesela; geçen yıl ödenek alan bir grup, farklı şirketler adına, beş tane oyunla başvuru yapmış. Bu da açığa çıktı ama artık bunun açığa çıkması da bir şey değiştirmiyor. Asıl problem olan da bu! Artık Türkiye’de her şey çok meşru, alenen yapılıyor, kötü olan ve bizi umutsuzluğa sürükleyen noktalardan biri de yapabileceğin hiçbir şeyin olmaması! Buna karşı durup da savunabileceğin hiçbir mekanizman yok. Her şeyi geçtim, neticede bu ülkede özel tiyatro yapabilmek için bir desteğe ihtiyaç var, çünkü Türkiye’de var olan koşullar, rahatlıkla tiyatro icra etmeye uygun değil.

        BİR ŞEKİLDE UMUDU YARATMAK LAZIM

        *O vakit sizin ‘devam etme’ inancınız nereden geliyor?

        B. Zenderlioğlu: Bizimki biraz inat! Hem bu dilde ısrar ediyor olmamız hem de derdimizin bu noktadan çıkması... Ama açıkça söyleyebilirim ki; hiçbir zaman bu yılki yaşadığımız sıkıntıları yaşamamıştık. Evet, önceki yıllarda da maddi sıkıntılar yaşıyorduk ama bu aylara geldiğimizde rahatlamış oluyorduk. Bu durum sadece Destar ya da Şermola’nın değil, diğer sahnelerin, tiyatroların da sıkıntısı…

        *Umudunuz var mı? Mesela; Oyuncular Sendikası gibi oluşumların gerçekleştirdiği pek çok kazanım var, ama yine de sendikalaşmayla çözülebilir mi yoksa herkes kendi içinde bir kurtuluş mu yaratacak?

        B. Zenderlioğlu: Bir şekilde umudu yaratmak lazım! Bu kadar sıkıntıya rağmen hâlâ ayakta durabiliyorsak inandığımız bir şeyler var demektir; bu da belki tiyatronun gücüdür. Ne yapabiliriz, nasıl bir çözüm bulabiliriz diye çok kafa yoruyoruz. Eskiden kendimizce savunabildiğimiz ve güçlü gördüğümüz pek çok nokta vardı ama artık her olayın sonunda işine gelirse mantığıyla hareket ediliyor ki hiçbir anayasal güvencemiz de olmadığı için yapmak istediğimiz ya da yapacağımız her şey boşa çıkıyor.

        *Türkiye’de tiyatronun meslek olarak görülmesi ve görülmemesi mevzusunda ne düşünüyorsunuz?

        B. Zenderlioğlu: Ne yazık ki bu ülkede, tiyatro hâlâ bir meslek olarak görülmüyor. İlk etapta belki de bu durumun bir güvenceye kavuşturulması gerekiyor. Türkiye’de sanatın sıkıntıları ve yaratımları çok lüks gibi gelebilir ama birçok Avrupa ülkesinde böyle değil, işleyiş sanatın devamından yana. Avrupa’daki gibi devlet bizi tamamen desteklesin de ayakta kalalım demiyoruz, en basitinden vergilerde yapılacak özel işleyişler ve indirimlerle rahatlatma sağlanabilir. Şirketler gibi vergi ödüyoruz ki bu noktada çok zorlanıyoruz.

        * Alternatif sahnelerle bir araya gelip bir ‘b planı’ geliştirdiniz mi? Bundan birkaç yıl önce alternatif sahneler zaman içinde yok olacak ya da sayısı üç, beşi geçmeyecek, onlar da sahne sıkıntısı çekecek deniliyordu, o sona doğru mu geliniyor? Sahneler arasında da bir ego ya da yarış mı var?

        M. Metin: Ego ya da yarışla ilgili değil. En başından bu yana böyle giderse alternatif sahneler zaman içinde tükenecek diye hepimiz söylüyorduk zaten. Çünkü beş ve altı yıldır çok kendi içimizdeydik. Kendi serüvenlerimize dalmıştık ve bunun neticesinde de seyirci ile ilişki biçimimizi çok sistemli bir şekilde tasarlayamadık. Medyanın, eleştirmenlerin çok iyi bir şekilde desteklediği alternatif sahneler ve bu sahnelerde oynayan gruplar, ilk başlarda yeni biri soluk ve alev gidiydiler ama sonuçta bu alev bir şekilde sönecekti! Evet, bunu görüyorduk ama bir şey yapamıyorduk çünkü üretim halindeydik! Ayrıca o üretim süreci halen de devam ediyor.

        SIRA BİZE GELDİĞİNDE PANKART AÇIP SES ÇIKARIYORUZ

        *Başından beri gördüğünüzü söylediğiniz bu sönüşe, aleve iki de bir parlatma yapılabilirdi, neden yapılamadı?

        M. Metin: Zaten buna neden olan da hepimizin kendi serüvenini yaşıyor olmasıydı. Sistemli bir şekilde: “Biz / ben, bundan 10 ya da 20 yıl sonra, nasıl tiyatro yapmaya devam ederim?” sorusunun cevabını vermedik. Çünkü o, aynı zamanda şu manaya gelecekti; bir taraftan üretimleri sürdürürken, bir taraftan da argümanlarımızı belirleyip, Kültür Bakanlığı’nın ya da belediyelerin kapısına dayanıp, haklarımızı elde etmek için mücadele etmemiz demekti. Kısaca; kapıları zorlamalıydık, hâlâ da zorlayabiliriz ama bunların hiçbirini, hiçbirimiz yapmadık! Sadece bir yerlerde, festivaller olursa, başvurup gitmeye devam ettik. Mesela; Şehir Tiyatroları yönetmeliği değiştirildiğinde ya da bir oyun sansürlendiğinde ya da bir gazete, o oyunu hedef gösterdiğinde, kısaca sıra bize geldiğinde elimize pankart aldık / alıyoruz ya da o zaman ses çıkardık / çıkarıyoruz.

        *Coğrafya genelinde böyle bir durum var; olay baş gösterdiğinde anlık tepkiler veriyoruz, plan / program yapabilme meziyetini henüz bulamadık diyebilir miyiz?

        M. Metin: Zaten bu ülkenin temel sorunu da bu… Çok sistemli bir şekilde tiyatroyu yok etmeye çalışan bir yapı karşısında, çok sistemsiz bir şekilde var olmaya çalışıyoruz. Bu da bitişi beraberinde getirecekti, alevin bitmesi kaçınılmazdı. Mesele sadece tiyatro değil evet, iktidar Beyoğlu’nu dönüşüm altında bitirdi; sahneleri, sinemaları kapattı, kültürel dokuyu ve tarihi neredeyse yok etti, Taksim Meydanı’nın ve (Atatürk Kültür Merkezi) AKM’nin hali ortada. En basitinden İstiklal Caddesi’ne gelen insan prototipi değişti. Beyoğlu’nun müdavimleri artık Kadıköy’e gidiyorlar ya da kaçmanın yollarını arıyorlar. Ama işte kaçarak da olmuyor bu işler! Derler ya; kalede kalıp, kanının son damlasına kadar savaşmak lazım, diye belki de böyle. Savaşmaya güç de kalmıyor orası ayrı…

        * Bu kadar sıkıntıya rağmen güzel bir projeye imza attınız; içerikten bahsedebilir misiniz?

        M. Metin: Galisyalı yazar Sechu Sende’nin “Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim” adlı kitabından ortaya çıkan dört ayaklı bir proje bu… Galisya, İspanya’da özerk bir bölge, onlar da Kürtler gibi anadil problemi yaşamış bir halk. Sechu Sende, anadili dert edinen hikayeler yazmış. Proje kapsamında bu hikayelerden yola çıkılarak anadil temalı oyunlar sahneye taşıyacağız.

        KÜRTÇE’NİN BAŞKA TİYATROCULARLA DA BAĞ KURMASINI İSTEDİK

        *Proje nasıl ortaya çıktı ve kimler var?

        M. Metin: İki yıl önce bu öykülerden bir oyun uyarlaması yapmak istedim. Bir türlü vakit bulamıyordum. Sonra ekiple bir araya geldim. Projenin amacı; hem anadili ön plana çıkarmak hem de Destar Tiyatro’nun yaratımlarını, Türkçe yazan, oynayan, yöneten usta dediğimiz ve aynı zamanda yeni kuşak tiyatrodan insanlarla paylaşabilmek, çoğaltabilmek… Onların da bize katacağı fikirleri, üretimleri deneyimlemek istedik. Her oyun için farklı bir ekiple çalışıyoruz, yazar ve yönetmen kadrosunda; Ahmet Sami Özbudak, Aslı Öngören, Pelin Temur, Ayşenil Şamlıoğlu, Fatma Onat ve Mehmet Atak yer alıyor. Ayrıca projenin sürpriz oyuncuları da olacak Tülin Özen gibi…

        B. Zenderlioğlu: Projeyle ilgili bir taraftan da amacımız şuydu aslında: Biz yıllarca kendi içimize kapalı üretimlerde bulunduk; ya ben yazdım, Mirza yönetti ya da Mirza yazdı, ben yönettim. Daha başka neler yapabiliriz kısmında ise böylesine bir proje oluşunca da dilimizin ve üretimlerimizin paylaşılmasını, Kürtçe tiyatronun başka tiyatrocularla bağ kurmasını istedik. Kısaca bugüne kadar yaptığımızdan başka bir şey deneyelim istedik.

        *Proje niye sezonun ikinci yarısına sarktı?

        M. Metin: Aslında sezon başında sahnelemeyi düşünmüştük ama malum ekonomik sıkıntılar sebebiyle ikinci yarıya sarktı. Zaten şu dönemde, ülkenin geneline sirayet eden ama dillendirilmeyen bir ekonomik ve siyasi kriz var. Sanatsal düzlemde değil, genel anlamda ülkede bir moral bozukluğu var.

        *Yaşadığımız coğrafyada dil meselesinin, sadece o dilin insanlarına ait bir sorunmuş gibi algılanmasına ne diyorsunuz?

        M. Metin: Niye sadece bizim derdimiz bu?! Zorlamak lazım belki de… Bazı kapıları zorlarsın ve onların da meselesi haline getirirsin ya da bununla ilgili bir duyarlılığı vardır ama harekete geçirecek düzlemi yoktur, işte bu ona bir rota olabilir. Bizlerin doğduğu andan itibaren anadilde hep bir problemi oldu. Fakat bu tek bizim - Kürt dilinin problemi değil, en basitinden İstanbul’da Lazlar, Çerkezler, Gürcüler gibi daha birçok dilde insan yaşıyor. Niye bir tek bizim problemimiz olsun ki anadilde tiyatro yapmak ya da anadille ilgili hassasiyetleri geliştirmek?! Bu ülkede yaşayan bütün tiyatrocu, müzisyen ve sanatçıların böylesine dertinin olması gerekiyor.

        B. Zenderlioğlu: Ayrıca birlikte yaşamanın getirdiği bir duyarlılık da olabilmeli bu.

        M. Metin: Bunu dert edinenler değiştirebilir ancak. Benim Kürt hareketinden öğrendiğim bir şey var, tiyatro için de bana her zaman motivasyon kaynağı oluyor: Kürtler, görüneni 30 yıldır bu ülkede çok cefa çekiyorlar. Ama 100 yıldır, yani 1925’te, Türkçe’nin dışında başka dillerin konuşulamayacağına dair yasayla beraber bir süreç başlıyor. Ve 30 yıl kadar da süreklilik arz eden bir mücadele oluyor. Bu mücadele olmasaydı şimdi ben İstiklal Caddesi’nin göbeğinde, rahatça Kürtçe tiyatro yapamazdım. Bu mücadeledeki inat da beni tiyatroda bir yere taşıyor. Tabii sadece bir inatla da olmaz bu, yeni söylemler yaratıp, üretimler ortaya koymak lazım.

        KEŞKE SANATÇILARIN SİYASETİ BİLDİĞİ KADAR SİYASETÇİLER DE SANATI BİLEBİLSEYDİ

        *İster istemez her şekilde jargonumuz siyasete kayıyor, bakkalından memuruna ve öğrencisine kadar… Üretim alışverişi yapılacakken hep bir memleketin siyasi dili üzerinden bir yaratım yapıyoruz, sanırım bu jargondan en çok sanat nasibini alıyor?

        B. Zenderlioğlu: Keşke sanatçıların siyaseti bilebildiği kadar siyasetçiler de sanatı bilebilseydi. Her şeye rağmen bizler üretmeye devam ediyoruz. Son yıllarda Destar adına, benim gördüğüm güzel gelişmeler de var: İnsanlar, Şermola’ya oyun izlemeye geldiğinde, Kürtçe oyun diye gelmiyor, Destar hangi oyunu sahneye taşımış, diyerek geliyor, ki bu bizim için çok kıymetli. Tüm bu algıları yıkabilmek adına Türkçe üst yazıyla birlikte İngilizce üst yazı da kullanıyoruz artık. Keşke bunu ödenekli tiyatrolar da düşünebilse ve yapabilse.

        M. Metin: Hayır, neden üst yazı kullanıyorlar, direkt Kürtçe tiyatro yapsınlar. Dört milyon Kürt’ün yaşadığı bir kentte, normal şartlarda, devlet ve şehir tiyatroları Kürtçe oyun yapmak zorunda, ki bu sadece Kürtçe ile sınırlı da olmamalı! Altını çizmek istediğim bir konu da; para ve siyasetten öte sanatsal ve tiyatral dertlerimiz var bizim. Destar’ı kurduğumuzdan bu yana farkında olduğumuz şey: Ne kadar iyi tiyatro yapabilirsek o kadar hassasiyetlerimizin ve duyarlılıklarımızın bu tiyatronun içinde yaşayabileceği… Bizim önceliğimiz siyaset veya kültürel ihtiyaçlar değil; bizim önceliğimiz “iyi tiyatro yapmak”! Zaten toplumsal dert edinimlerinin içindeyiz, farkındayız. Ama bizler fiziksel bir şey çalışıyoruz; ‘konuşmadan, seninle nasıl ilişki kurarım’ın yolunu arıyoruz sahnede. Bu çok tiyatral bir şey.

        *Son yıllarda Kürtçe tiyatro adına Türkçe tiyatroda yapılan örnekler takdire şayan, keşke daha fazla olabilse çalışmalar ama az da olsa hedefe doğru gidiyor diyebiliriz…

        B. Zenderlioğlu: Beğenmedikleri ya da beğenmediğimiz Osmanlı’da bile özerklik mevzusu vardı, insanlar kendi dillerinde sanatlarını icra ediyorlardı. Bu bakımdan da Türkçe tiyatro yapan grup ve tiyatrocuların, Kürtçe tiyatro yapmak istemeleri çok kıymetli ve önemli… Öteki türlü söylenen kardeşlik cümleleri benim için havada kalıyor ve bir karşılığını bulamıyor. Ben, sanatın ve böyle üretimlerin bir şeyleri dönüştürebileceğine inanıyorum.

        M. Metin: İşte örneği; 1894’te, Chicago Kültür Fuarı’nda Osmanlı’dan oyun istiyorlar. Osmanlı da birkaç tane oyun gönderiyor ve bunlardan bir tanesi de Kürtçe. “Kurdish Drama” diye oynanıyor. Kürt Tarihi Dergisi’nin yaptığı haberlerden bir tanesidir bu. Ve fuara giden broşürün en başında “Kurdish Drama” yazıyor.

        *Söylemeden geçemeyeceğim; dünya ve Türkiye siyaset jargonu ve bakışı hiç değişmeyecek biliyorsunuz demi?

        M. Metin: Evet, ama siyasetin belirleyici konumundan bahsediyorum ben. Muhalefet ve iktidarların cümleleri arasında yeşertiyoruz umudu ya da umutsuzluğumuzu, kısaca kendimizi, siyasete teslim etmişiz. Oysa hayat öyle akmıyor, dışarıda bambaşka bir hayat var. Mesela bugün katıldığımız ‘kamusal ve özel alanda tiyatronun yarattığı değişimler” alt başlıklı sempozyumda anlatılan mevzu çok ilginçti: Romanya’da genç bir tiyatrocu, konsolosluğun önünde, sadece bir diş fırçasıyla saatlerce bir performans gerçekleştiriyor. Bir kaç gün içinde de seçimler yapılacak ve o performans, seçimleri etkiliyor ve iktidar devriliyor. Normalde oy kullanamıyorlarmış Romanlar, o da bunu protesto etmek için yapıyor ve eylem çok ses getiriyor.

        B. Zenderlioğlu: Bir şeylerin bazı durumları dönüştürdüğünü görüyorsun. Benim umutsuzluk dediğim mevzu da bu. Ne yazık ki yaşadığımız ülkede, ne yapılırsa yapılsın değişmiyor. Kötü olan her şeye o kadar çabuk alışıyoruz ve alıştırılıyoruz ki! Tiyatro cephesinden düşününce destekleyen seyirci de göremiyoruz. Bu sebepten de sadece tiyatrocularla kotarılacak bir durum değil bu! Açıkçası bu ülkede böyle bir kültür de yok ve bizler zorla yaratmaya çalışıyoruz. Kendiliğinden ya da doğal olan bir süreç değil, zoraki bir süreçten bahsediyorum.

        KÜLTÜR SANAT POLİTİKALARININ GELİŞTİRİLMESİ LAZIM

        *Yazarlık, oyunculuk, dekor, makyaj ve ışık tasarımı gibi tüm bu yaratım süreçlerinin yanında bir de ekonomik kaygılar… Bu parçalanma hali güç mü yoksa yorgunluk mu veriyor?

        B. Zenderlioğlu: İşin ekonomik boyutu yorgunluk veriyor. Maalesef bir taraftan da özel tiyatrolar böyle işliyor. Aslında bu alanın profesyonelleştirilmesi gerekiyor ama işte bunun için de ekonomik bir alt yapı şart. Kendi içimizde de bunları hep tartışıyoruz. Aynı anda birçok şeyle uğraşıyoruz. Biz elimizden geldiğince üretmeye çalışıyoruz fakat neden kafamız ekonomik şartlarla meşgul olsun ki?! Keşke var olan erk bu sorunları düşünebilse! Ayrım gözetmeksizin kültür sanat alanındaki politikaların geliştirilmesi lazım…

        M. Metin: Ama işte başta da dile getirdiğimiz mevzu hiç bir zaman olmayacak ki bu kültür politikaları.

        *Sadece tiyatro değil aslında, dediğimiz gibi kültür sanat alanında neye el atsanız orada bir boşluk ve salmışlık var gibi?!

        M. Metin: En örgütlenmeye ihtiyaç duyulan alan tiyatro ama en örgütlenemeyecek alan da aynı zamanda. Alternatif sahneler için bence şöyle bir durum var; işletme, organizasyon ve yaratım üçlüsünde, hükümet(ler)in kültür sanat politikasızlığı arasında sıkışmışız. Böyle bir sıkışmışlık içinde de başka bir alan nasıl yaratırız ya da şu haklarımızı nasıl elde ederiz gibi bir mesai harcayamıyoruz. Bütün mesaimiz işletme ile ilgili. Devletin kültür sanat politikasızlığına ilişkin bir mesai harcayamıyoruz. Sadece söyleniyoruz.

        B. Zenderlioğlu: Örneğin; tiyatrocu büyüklerimizle, ustalarımızla bir araya geldik ‘ne yapabiliriz?’ diye! Maalesef bazılarını tenzih ederek söylüyorum, zaten tartışma ortamı bile olmuyor, herkes kendi yaşından yola çıkarak hareket ediyor. Bir süre sonra sizler dünkü çocuksunuz ya da daha yenisiniz muhabbetine geliyor. Bir de sanki tek derdimiz iktidarın yaptıklarıymış gibi bir söylem üzerinden gidiliyor. Hani bunu çözmeye yönelik bir önerisi de yok! Kimse eleştiriyi kabul etmiyor ne var olan erk ne de sanatçılar… Bizler belki kurban olacağız ama bizden sonraki nesil daha iyi yaşayacaktır diye düşünüyorum.

        M. Metin: Ben de diyorum ki hükümet ya da hükümetler karşıtlığı üzerinden değil, faşizm üzerinden, ona karşı durmak anlamında bir yere varabiliriz. Ayrıca, ‘yenisiniz’ diyorlar ama ben, bu ülkede 21 yıldır tiyatro yapıyorum, hem de çoğu ustanın bilmediği noktalarda, hem de bu dilde… Gelmiş, geçmiş tüm iktidarlar, kültür sanat alanına dair politikasızlıklarıyla meşhurdur. Sanatı yasaklamak, sansürlemek gibi… Bürokrasi ve sanatçılar arasında doğru bir iletişim, köprü kurulamadığı zaman buna benzer problemler çıkıyor. Ben hiç bir hareketi bundan sorumlu tutmuyorum, bu bizim suçumuz aslında. Siyaset böyle işliyor; sanatçılar ve üretenler olarak bizler, iyi öngörüler yaratamıyoruz. Bizler siyasetin öngörülerinden daha ileri düzeyde planlamalar / yaratımlar sunamıyoruz, mesele bu bence.

        *Neden sunulamıyor ya da yaratılamıyor?

        M. Metin: Kendi adımıza söylersem: Biz yorulduk aslında biraz. Çünkü biz eskiden çok fazla turne yapıyorduk. Turne yapmak zordu ama zorluyorduk. Fakat şimdi böyle yapamıyoruz, enerjimiz kalmadı. Böyle bir enerjimiz yokken de herhangi bir belediye bizden oyun istemeyecek. Biz bunu zorlamak zorundayız. İki tane seçeneğimiz var: Ya sivil toplum örgütleriyle iletişim kurup, çok ciddi seyirci politikaları yaratıp, TİP’in 1950 ve 1960’larda yaptığını yapıp, sendikalarla görüşüp seyirci geliştirme politikaları kuracağız ve mesaimizin bir kısmını buna harcayacağız ya da başta da dediğim gibi hükümetin, belediyenin ya da partilerin kapısına dayanacağız; projelerimizi sunacağız, anlatacağız.

        *Sosyal medyanın sanata etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

        B. Zenderlioğlu: Sosyal medyayı politik anlamda güçlü buluyorum. Sanatsal anlamda da duyurmaya yönelik iyi diyebiliriz. Fakat bir taraftan da sosyal medya dediğimiz olgunun, insanları tamamen işlevsiz bir hale getirdiğine inanıyorum. Gün geçtikçe sadece sosyal medyada sesini çıkaran insanlar haline geliyoruz. Örneğin, saçma sapan bir fotoğraf paylaşılıyor ve öyle yorumlar yapılıyor ki şaşırıyorum ve bunun yanında bir duyuru ya da etkinlik paylaşıyorsun, karşılığında o kadar az insan destek veriyor ki! Ya da tam tersi, bir etkinliğin paylaşımı o kadar çok oluyor ki sonra etkinliğe bir gidiyorsun gelen 10 ya da 20 kişi… Sosyal medya bir araç ama bizler için geri dönüşüm noktasında çok işlevli halde değil, o yüzden de baştaki işlevini yitirdi diyorum.

        BAZI OYUNCULAR RESMEN İSMİYLE OYNUYOR

        *Son dönemin merak edilen sorularından biri de tiyatroda dikize yattığımız popüler isimler seyirci getiriyor mu?

        B. Zenderlioğlu: Seyirciyi etkiliyor tabii… Genelleme yapamayız ama sadece ünlü birini izlemek için gidenler var. Oyunun dert ettiği hikayeyi anlamak yerine, ünlüyü görmek onlar için daha cazip! Ama bazen de fısıltı biçiminde oyunun iyi olduğunu duyup gelen seyirci de var.

        M. Metin: Başka bir seyirci kitlesi de getiriyor aslında. Bizde çok olmuyor da zira Kürtçe tiyatro yapıp da böylesi popüler olan bir isim yok ya da popüler olup da Kürtçe tiyatro yapan (gülüyor).

        *Bir de son yıllarda herhangi bir oyun adı duymuyorum, hep oyuncu ismi... Oyuncu, yönetmen ve yazar üç ayrı cepheden mi gitmeli yoksa hepsinin harmanlanması daha mı sağlıklı olur?

        M. Metin: Çok fazla üretim var. Aslında bu durumu biraz da tiyatroların kendileri tercih ediyor. Sonrasında basın ve seyirciye de yansıması bu yönde oluyor. Mesele biz tiyatroculardan başlıyor yani; neyi, nasıl, hangi araçla öne çıkardığınla alakalı. Sosyal medya zaten isimler üzerinden gidiyor. Son kertede isimler üzerinden bir sanatseverlik gerçekleşiyor. Bu da bir yere götürmüyor orası ayrı… Popüler isimler her zaman bir seyirci potansiyeli yaratırlar ve başka bir seyirciyi de çağırırlar. Bence bu da bir oyuncu açısından araştırma konusu… Şöyle ki; ismi çok duyulmuşsa rolünü canlandırırken, ‘ben oyunu oynarken ismimden önce rolümü nasıl ortaya çıkarırım’ araştırmasına girmek zorunda. Bazı ünlü oyuncuları görüyoruz, resmen ismiyle oynuyor. Zor olansa popülerliğini gizleyebilmek ki işte onu yaptığında çok daha iyi bir oyunculuk ortaya çıkarmış oluyorsun.

        B. Zenderlioğlu: Oyuncu adıyla oynadığı zaman kimse hikayenin derdini paylaşmıyor ya da farkındalığına varmıyor ne yazık ki! Ya da meseleye dair tek bir şey kalmıyor ortada.

        *Oyunculuk ve anlatılan oyun nerede kesişiyor o halde?

        B. Zenderlioğlu: Oynadığın role sen inanmıyorsan seyirci de inanmıyor ki zaten. Bir derdin varsa ya da bir meseleyi dert ediniyorsan, onu görünür kılmak için anlatmak istiyorsun. Ben de bir seyirci olarak bu derdin anlatılış halini görmek istiyorum. Oyunculuk hazzını ve konunun içeriğini yakaladığımda bana bir şeyler yansıyor. Bunun adına oyunculuk dersiniz ya da estetik kaygılar ama ben bir oyuna gidiyorsam bir şey arıyorum bana dokunabilecek bir şey!

        M. Metin: Yanlış anlaşılma olmasın, burada oyunculuğu tarif etmekle ilgili bir şey söylemeye çalışmıyoruz. Hepimizin kabul ettiği bir şeyden söz ediyoruz. Bizden çıkan o oyun tanıtımı var ya bizden nasıl çıkıyorsa öyle kabul görüyor, bu eleştiriyi yaparken kendimizi de içine katarak söylüyorum. Mesela; Altıdan Sonra Yapım’ın “6 Üstü Oyun” projesinin bir oyunu olan “Aç Köpekler”i yazmayı kabul ettiğimde, bana; projeyi, duayen oyuncularla gerçekleşiyoruz, dendi ve hikayenin kahramanın da Sermet Yeşil olduğu söylendi. Ben bunu kabul ediyorum, yani bir yazar olarak baştan kabul ediyorsunuz. Bizler bunu kabul ederek o işin sonunda, nasıl sistemli bir biçimde tiyatro yapısı kurarız, seyirciyle nasıl daha samimi bir ilişki içinde oluruz gibi bir noktadan hareketle; aslında kendi varoluşumuzu bir yerlere taşımak için de bunu yapıyoruz.

        *Neden, biraz açalım mı?

        M. Metin: Çünkü eskiden biz şunu yapıyorduk: Kürtçe tiyatronun içinde büyüdüm ben, sendikalar, partiler, dernekler gibi her yere sahneler kurup, oyunlarımızı oynuyorduk ve bundan da zevk alıyorduk. Şimdi ise bu sahnelere tıkıldık kaldık, bekliyoruz ki seyirci gelsin! Seyircilerin bu sahnelere gelebilmesi için de belli bir popülarite yaratmak zorundasın. İşte bu durumu, yani oyuncu, yönetmen, yazar, her neyse kullanıyorsun aslında. Bu popülariteyi yaratırsan seyirci gelip, gişeden bilet alıyor. Örneğin; İstanbul’daki Kürt tiyatrosu serüveni açısından böyle gişeden bilet almak çok sorundu. Çünkü eskiden beri elden bilet satardık. 2010 yılına, yani Şermola’yı açana kadar bu böyleydi. Kültürel bir şey aynı zamanda, Kürt izleyicinin; ‘hadi, ben bu akşam gideyim de bir Kürtçe oyun izleyeyim’, durumu yoktu zaten. İstanbul’da hepi topu iki, üç tane Kürtçe tiyatro yapan grup var. Bunlardan da bazıları çok düzenli, bazıları da aralıklarla yürütüyor oyunlarını. Kısaca çok sıkıntılı yürüdüğü için de zaten böyle bir kültür oluşmamış. Bizi takip eden izleyici de Şermola Performans’ı kurduktan sonra alıştı.

        İçimden geldi notu: Bizde muhabbet uzundu, hepsini buraya düşmek bünyenin kafa patlangaçlarını sürgün edeceğinden, şimdilik bu kadarı kafidir diyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum. Bittabi, kendinize bir güzellik yapın da rotanızı bir akşam sefalığında, Şermola Performans’a çevirin diye de salık vermeyi es geçmiyorum. Haydin selametle…

        Program ve oyunlar için: www.sermolaperformans.com ya da 0212 243 74 36

        Diğer Yazılar