Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye'nin en kalabalık, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan en önemli şehri. Şehir, iktisadi büyüklük açısından dünyada 34., nüfus açısından belediye sınırları göz önüne alınarak yapılan sıralamaya göre Avrupa'da birinci, dünyada ise Lagos'tan sonra altıncı sırada yer almaktadır.” Böyle diyor ‘İstanbul’ diye yazdığınızda kayıtlar… Ayak sürüdüğümüz her bir sokağın taşında tarih yatıyor diyoruz ama bu yaşadığımız kentin ne kadar farkında ve ayrımındayız, işte bu bir dilemma! İstanbul, hak ettiği değeri göremiyor belki ama yaşayanlarını mest etmesini iyi biliyor. Bitmek tükenmek bilmeyen şenlikli gecelerinden nüfusuyla kaosa dönen gündüzlerine ve dünyaca ünlü isimleri ağırlamasına değin, ‘Yeditepeli kent İstanbul’un geceler aleminde neler oluyor?’ dedim ve ‘müzik, eğlence, mekanlar’ kadrajlı bir muhabbete giriştim. Muhabbetin üçlüsü ise: memleketim coğrafyasına İstanbul menşeili “Oldies But Goldie” partilerini salık veren müzik yazarı, eleştirmeni Murat Beşer; elektronik müzik dünyasının mevcutları arasında ‘sıra dışı’ bir adam olarak tanımlanan prodüktör, yapımcı, aynı zamanda Indigo’nun müzik direktörü DJ Murat Uncuoğlu ve caz, etnik ve blues tutkunlarının mekanı 60m2’nin işletmecisi Volkan Burç… Ustaları bulmuşken muhabbetin seyri hayli kalabalıklaştı ve en ayarlısından mevzular arası trekking’e dönüştü. Hazırsanız başlıyoruz! (Erken içimden geldi notu: Söyleşinin orijinalini, kısaca genişletilmiş halini İstanbul Art News Gazetesi’nin yayını olan ‘Chronicle’ dergisinde okuyabilirsiniz. Ayrıca yazının şükela fotoğraflarının sahibi ise Engin Irız’dır, buradan bir kez daha eyvallah!)

        GECE HAYATI BİTME NOKTASINA GELDİ

        *‘Bitmek tükenmek bilmeyen İstanbul eğlence hayatında neler oluyor?’ desem ve soruyu, eğlence deryasında bir evrilme mi, yoksa aşağıya doğru bir geçiş mi var diyerek perçinlesem?

        Murat Beşer: Bugün geldiğimiz yere bir çöküş ve bitmeye çok yakın bir nokta diyebiliriz. Biz bugünlere, 2006’da başlayan bir sürecin sonucu olarak geldik. Bu da tamamen dışsal faktörlerin yaptığı bir muamelenin sonucudur. İstanbul’un kalbi dediğimiz Beyoğlu’nda (o tarihlerde), sezonun ortasında taşların kaldırılıp değiştirilmesi ya da kanalizasyon çukurlarının açılması gibi çeşitli mimari ve sokakla ilgili çalışmaların yapılması, ‘gece, müzik, sosyal hayat veya eğlence’ adına her ne diyorsanız, kısaca bu sektörü baltalayan şeylerin en belirgin olarak başlangıcıydı. 2006’dan bugüne kadar ki geçen süre zarfında da özellikle TAPDK yasalarıyla alkol ve sigaranın, eğlence dünyasında yer alış şeklinin ya da sponsorluklarının değiştirilmesiyle de gece hayatı bitme noktasına geldi. Durumumuzun özeti budur.

        Murat Uncuoğlu: Sektörün yükselmemesi bir çöküş aslında! Rutinde kaldı, aşağıya da gitmedi ama bir çıkışı da yakalayamadığı için çöktü; halbuki son 10 senede, çok başka bir yerde olması lazımdı İstanbul’un.

        *Değişim noktasında umuttan bahsedilebilir mi yani gelinen sürecin, olgunlaşabilme olasılığı nedir?

        M. Uncuoğlu: İstanbul’un kalbi dediğimiz Taksim’de yer alan mekanları ve dolayısıyla var olan kitlesini etkileyen Gezi ile başlayan olaylardır. Dönüşüm adı altında, süreçten önce de düşündükleri projelere zemin olsun gibisinden, bilhassa bilinçli bir şekilde karıştırarak bu çöküşün içine sürüklemek istendi Beyoğlu! Ama ters tepti ve insanlar Beyoğlu’na daha çok destek çıktı.

        BEYOĞLU’NDA NE OLUYORSA TÜRKİYE’DE O OLUYOR

        *Dünya standartlarında olduğu söylenen TAPDK yasaları hakkında ne düşünüyorsunuz, gerçekten de iyileştirme için mi düşünülmüş?

        M. Uncuoğlu: Bazı uygulanan yasalara çok karşı değilim, çünkü hakikaten dünya standartlarında. Mesela; Avrupa ülkelerinde gece yarısından sonra hiçbir açık mekanda, müzik sesi duyamazsınız, insanlar sokaklarda, ellerinde içkilerle buradaki gibi bir kaos yaratamaz. Buradaki gibi mekanın önünde, nereden geldiği belli olmayan shutlar’ın satışı yapılamaz. Tabii ki tüm bunların çözülmesi gerekir ama TAPDK yasalarıyla da bir anda bu kaosu değiştiremezsiniz. Her şeyin bir prosedürü var, yavaş yavaş yapabilirsiniz. Ben biraz da bu yasaların, birilerine iyi görünmek için çıkarıldığına inanıyorum. Halbuki gerektiği gibi yapılsa ve uygulansa çok daha kaliteli bir eğlence ortamı olabilir.

        M. Beşer: Ama ben yine de durumumuzu stabil görmüyorum. Neden Taksim ve Beyoğlu’nu konuşuyoruz ya da niye muhabbetin başında direkt buraya daldık, derseniz de; bence eğlence hayatının, müzik sektörünün kalbi ve özetidir burası. Beyoğlu’nda ne oluyorsa, aslında Türkiye’de de o oluyor anlamına gelebilir bu. O yüzden Beyoğlu’nu ilk örneğe koyuyoruz.

        *Eskiden ve günümüzde Beyoğlu’nda eğlence sektörü nasıldı?

        M. Beşer: Eskiden burada kitap, bira, şarap, rakı, yemek satılırdı, kapıda bilet kesilir, içeride konser olurdu, içerideki kalabalık, sahnedekiler için gelirdi. Şimdi saydıklarımızdan hangisi oluyor; hiç birisi! Bakınız Beyoğlu’nda döner ekmek, kaşarlı simit satılıyor, fal baktırılıyor ve nargile içiliyor. Bugün bilet kesebiliyor musunuz, içerideki kalabalık sahnedeki sanatçı için mi gelmiş: Hayır, tüm bunların hiçbiri artık olmuyor.

        *Memleketin haletiruhiyesi gibi karışık bir fotoğraf çıkıyor ortaya... Dinlemeye, izlemeye, görmeye değil de sadece sosyalleşme adı altında bir kalabalığa mı tanık oluyoruz?

        M. Beşer: Hayır, her şey çok net, İstanbul’un ve Beyoğlu’nun profili değişti. Aslında bilinçli olarak profili değiştirildi. Tabii ki bunun altında da çok ciddi bir rant var, bu nedenle değiştirildi.

        *Bu profildeki değişimin sebepleri nelerdir?

        Volkan Burç: Normalde İstanbul’da üretilen her türlü müziğin, bir şekilde alıcısı, dinleyicisi var. Örneğin; eskiden insanlar evde kalmayı anlamsız bulurlar, eğer bir yerde bir etkinlik varsa gitmek isterlerdi ve evde kalmak için bahane ararlardı. Şimdi ise TV ve internetin insanları esir almasıyla beraber işler tersine döndü ve dışarı çıkmak için bahane arar oldular. Normalde bizim dinleyicimiz olan caz, blues ve etnik müzik kitlesinde öyle büyük bir değişim yok! İstanbul’da her geçen gün artan popülasyonla birlikte profil de değişti fakat tüm bunlara rağmen, bu bizim kitlemizin evinde oturduğu anlamına geliyor. Sektörde mekancıları ve müzikten para kazananları sarsan pek çok yasak geldi, bunun yanında, kentin kendi içindeki yaşam koşulları da artık insanların evde oturmayı tercih etmelerine sebep oldu. Bir bakıma bahaneleri oldu diyebiliriz.

        SOSYALLEŞME ORTAMLARI YOK EDİLİYOR

        *‘Bahane oldu’ meramına siz işletmeciler ne gibi çözümler üretebiliyorsunuz?

        V. Burç: Üstümüzde çok büyük sorumluluklar var, bir kere mücadeleci olmalıyız, asla vazgeçmemeliyiz diye düşünüyorum. Tarzımızdan ve kitlemizden ödün vermemeliyiz. ‘Burada bu iş tutar abi, biz de onlara ayak uyduralım ve böyle yapalım’ dediğimiz anda, bizler de teslim olmuşuz demektir. Varsa bir kitlemiz onları evlerinden çıkarıp, buralara gelmeye ikna etmemiz lazım. Gelişen teknoloji sayesinde, ikna yöntemlerinin de bir sürü doneleri var. Bunu sadece ticari kaygı güderek söylemiyorum. Aslında genel anlamda sosyalleşme ortamları yok ediliyor. İnsanların bir araya geldiği yerler, illa canlı müzik mekanları olmak zorunda değil, kitap okuyabileceğiniz iyi bir kafe ya da arkadaşlarınızla yemek yiyip, sohbet edebileceğiniz, fonda da müzikleriyle size keyif veren kaliteli bir bar da olabilir bu; kısaca hayatı ve günü paylaşabileceğiniz, yani fikirleri tartışabileceğiniz alanların yok olduğundan bahsediyorum. Acı olan bu! Bir bakın Beyoğlu’na o anlamda da ne sahaf, ne kitabevi ya da geçmişten günümüze kalabilen sinema, tiyatro salonu var mı? Hepsi kapandı ya da kapanıyor. Dönüşüm, değişim diyerek siz bir anlamda bir hayat şeklini değiştiriyorsunuz!

        *Umutlu musunuz kısmından devam edersek; müziğin dünyayı kurtaracağını düşündüğümüz günler geride mi kaldı?

        M. Beşer: Müziğin dünyayı kurtaramayacağı bir dünyada yaşıyoruz! Müzik dünyayı 60’larda değiştiriyormuş ve hatta kurtarmayı da vaadetmiş, ama 2015 yılında, içinde bulunduğumuz durumdan kurtulmak için mücadelenin müzikal sınırlarda kalmaması gerekiyor; ancak başka bir platformdaki müdahale şekilleri ile bundan kurtulmak mümkün olabilir. Çünkü bu belayı, sektörün başına saran müziğin kendisi değil, dışarıdan gelmiş siyasi ve toplumsal katmanlardır. Dolayısıyla da belki o boyutlardaki bir karşı çıkışla bir şeyler yapılabilir ve sonuç alınabilir.

        *Neticede icracıların da yapabilecekleri sınırlı, bu bağlamda ne yapabilir, somut olarak?

        M. Beşer: Toplumsal ve siyasi itirazlardan bahsediyorum. Müzikle ilgilenenlerin de kendi içinde yapabileceği şey; siyasi düşünmek zorunda! Tavrını ortaya ‘net koymak’tan bahsediyorum. Sahneye çıkıp da: ‘Bu besteyi yeni yaptım, Gezi’de kaybettiğimiz insanlara adıyorum’ demekle olmaz.

        M. Uncuoğlu: En büyük dengesizlik ve sıkıntı şundan kaynaklanıyor: Örneğin, Beyoğlu’na bakarsanız, genelinde işletmeciler zaten bu işi hasbelkader sahiplenmişler. Yani bir şekilde birinden yer-mekan kalmış, adam da bakmış, bu güzergahta neler var diye, sonra mesela Babylon’u görmüş, mekan dolu, vay adamlar iyi para kazanıyor demiş ve hoop kendi de girişmiş bu işe.

        M. Beşer: Bir kısmı da pavyonculuktan gelme...

        M. Uncuoğlu: Bu çöküşün sonunda ayakta kalanlar da bu işe gönül verenler ve ne iş yaptığının farkındakiler olacak. Mesela benim alanım elektronik müzik, alıp bu müziği Merzifon’a da koysanız yine elektronik müzik yapacağım. Ama işte bazı mekanlarda öyle bir algı yok! Adam bir yerden, bir şey görmüş onu yapmaya çalışıyor; zaten karaktersizliğin de olma sebebi bu! O yüzden böyle zihniyetlerle bir araya gelip de bir şeyleri ortak yapabileceğime inanmıyorum. İnandığım şey; böyle adamların, zaman içinde ‘biz bu işi yapamıyoruz’ deyip, çekilebilme ihtimalleri. Fakat orada da sıkıntı, bu adamlarda da para bitmiyor. Kaybetmelerine, batmalarına rağmen, neyin savaşını veriyorlar anlamak güç! Evet, bir rant var ama işte orada da paralarını batırıyorlar. Bu sene böyle çok fazla mekan açılıp kapandı.

        KAFANA GÖRE OLMADI DEYİP MEKAN KAPATAMAZSIN

        *Bir yandan da ruhsat işleri zorluk çıkarıyor sanırım?

        M. Uncuoğlu: Zorluk çıkarmaz olur mu! Herkes bir hevesle giriyor, sonra kapatıyor, bu da müşterilerin aklını karıştırıyor. Çünkü zaten bizim müşteri çok kırılgan, yüz gece gelsin memnun olsun, bir gece memnun olmasın, o geceyi hatırlıyor. Günümüz müşterisi, kitlesi çıtasını çok yükseltti. Yani hiçbir şeyden memnun olmuyor; kollarını bağlayıp, hadi bakalım ne çalacaksınız, nasıl eğlendireceksiniz edasında.

        M. Uncuoğlu: Hatta iyi gitse daha da sıkıntı oluyor.

        V. Burç: Bu kapanmalara karşı alınabilecek önlemlerden bir tanesi kooperatif tarzı mekanlar yapmak yani 80 ya da 100 kişinin ortağı olduğu bir mekandan söz ediyorum; içinde yönetim, dayanışma kurulunun olduğu, müzik koordinatörünün bulunduğu... Anlaşamayan ya da anlaşmazlık çıkaran bir kaç kişi ortaklıktan ayrılabilir ya da hissesini devredebilir vesaire ama ortaya bir kimlik çıkar. Kapatması veya yer değiştirmesi için bir gerekçe de olmaz. Mesela bizim 60m2’nin her gün gelmese de ayda bir muhakkak uğrayan müdavimleri var, kısaca benim mekan sahibi olarak bir sorumluluğum var. Ve sen kafana göre olmadı deyip, mekanı yıkamazsın, bireysel hatalarının sonuçlarını kitleye yükleyemezsin

        *Müzik dinleyicilerinin tarzları da değişti diyebilir miyiz?

        M. Uncuoğlu: Evet değişti. Özellikle yaşı olan kitlede bir değişim oldu. Genç nesilde pek böyle bir şey yok! Ama onlarda da şu sıkıntı var; çok çabuk tüketiyorlar. ‘Aaa, çok süper’ falan derken, hoop ertesi gün yok! Ne oldu; unuttu, geçti, bitti.

        *Peki, o kolları bağlayıp da ‘hadi bizi eğlendir’ diyen kitle neyi kriter alıyor?

        M. Uncuoğlu: Yurt dışına gidiyor, oralarda gördüğüyle kıyaslamaya giriyor ve ‘burada neden böyle olmuyor?’ diyor. Ben de diyorum ki; senin yüzünden olmuyor! Birilerinin elinden geldiğince emek verdiğini görüyorsan, sen de artık buranın şartlarını baz alarak olumlayıcı bir eleştiri yap o zaman.

        *Kitlenin yurt dışında tahammül seviyesi genişliyorken, yurt içinde tersi bir durum mu baş gösteriyor?

        M. Uncuoğlu: Biraz öyle oluyor. Dediğim gibi İstanbul’da ve özellikle kentin kalbinin attığı Beyoğlu’nda bulunan mekanların ayakta kalması zaten çok zor şartlarda oldu. Bizim insanımız arabasını evinin camından içeri park etmeyi seven, gittiği mekanın önünde valeyi isteyen biri, ama işte böyle bir dünya yok! Amsterdam’a gittiğimde şok oluyorum; eksi bilmem kaç derece havada, iki kişi bisikletine binip, kulübe ya da bara geliyor. Sanırım bu yaşadığın coğrafyanın kültürü ve eğitimiyle değişen bir anlayış...

        ÜRETİM ÇOĞALDI AMA BİR YANDAN DA ÇÖPLÜK OLUŞTU

        *Eskiden nasıldı?

        M. Uncuoğlu: Eskiden daha olumlayıcıydı, çünkü belki de özeniyorduk, daha çok istiyorduk ve bunun için de çaba sarf ediyorduk. Şimdi kapıda biraz bilet kuyruğu bekleyen kişi isyan ediyor: ‘Bu ne rezalet kardeşim!’ diye. Ama aynı insanı Avrupa’da görsen, bilmem ne kuyruğunda, iki buçuk saat bekliyor. Ve ‘kardeşim adamlar ne doldurmuşlar mekanı, kuyruğa bak’ diyor, bize gelince de; ‘biletim var, beş dakika oldu, bekliyorum hala giremiyorum’ oluyor.

        M. Beşer: Katılıyorum gıkı çıkmaz o derece!

        *60m2, Beyoğlu Mis Sokak’tayken festivaller yapıyordunuz, yeni adresinizde de devam edecek misiniz?

        V. Burç: Amatör cazcılarla albümü olan profesyonel cazcıları belli bir takvimde bir araya getiriyorduk. Bu sene tekrar yapacağız, mayıs ayı gibi düşünüyoruz ve mümkün olursa da diğer mekanlarla işbirliği yaparak sürdürmek arzusundayız. Mekan olarak daha geniş çevreyle iletişim halinde olmamız gerekiyor. Mesela biz 60m2 adına, bir müzik ve kültür sanat dergisi çıkarmak istiyoruz. Kendi iletişim ağımızı oluşturmak bu bağlamda kıymetli.

        *Son dönemde teknolojinin de nimetleriyle enteresan melodiler dinliyoruz, bazıları kötü olmasına rağmen acayip bir kitle ediniyor, sizce neden?

        M. Uncuoğlu: Ben şu anda bir çöplük olduğuna inanıyorum. Eskiden böyle bir şey yoktu; sen gerçekten iyi bir altyapı ya da yetenekteysen müziğin güruhları seni belli bir yere taşıyordu. Tabii o dönemin de güruhları tartışılır, zira bu işin TSE garantisi yok ki; ama en azından harmanlanıp bir süzgeçten geçerdi yaptığın çalışma. Bugün ise çok iyi örnekler de yok değil ama genelinde herkes kafasına göre bir şeyler yapıyor, plakçıya götürüyor ve plakçı da bundan para kazanırım, basayım ya tutarsa diyor. Teknolojinin sağladığı handikaplardan biri de işi basite indirgeyebilmesi, üretim çoğaldı ama bunun bir iyi ve bir de kötü yanı oluştu. Kötü yanı; çöplük oluştu, herkes benim ne eksiğim var deyip atıyor internete! İyi yanı ise; istediğiniz tarzı, istediğiniz melodik yapıda sunabiliyorsunuz ve tabii artık birilerine ulaşmak çok daha kolay. Bu da dengeleri karıştırıyor işte; yeteneklisi de yeteneksizi de bir birine giriyor. Anlamadığım bir şey de inanılmaz amatörler var ve acayip de takipçileri oluyor, gerçekten bunu hiç anlamıyorum.

        M. Beşer: Bence yeteneksizlerin şansı şuradan doğuyor; sansasyonel işler yaptığında, zaten bunu başarmış oluyor. Kısaca; senin müziğinin ne kadar kaliteli olduğunun hiçbir önemi yok ve sen bir şekilde ilgiyi üzerine çektiğin zaman, yaptığın müzik itibar görmeye başlıyor, tamamen yaptığın müziğin kalitesinden azade. Çöp bile üretmiş olsan sansasyonel bir şeyi üzerine topladığın an başarmış oluyorsun.

        *Sadece müzik değil, sanatın ve toplumun geneline sirayet eden bir tablodan bahsediyorsunuz?!

        M. Beşer: Doğru, siyasetten günlük yaşama kadar aynı çöplük söz konusu. Sansasyon yarat, bağır, çağır ve ilgiyi üzerinde topla ama söylediklerinin hiç bir önemi olmasın! Ha, bir de politik kimliğin o an güçten yana olsun, çeşitli medyatik enstrümanları da elinde tut ve ötesinde yaptığın hiç bir şey olmasın! Müziğe gelecek olursak; bir kere Murat’ın da mensubu olduğu o kuşakların, yani iyi müziğin üretildiği –tüketildiği dönemlerden sonrasında yetişen bir kaç kuşak var. Yani kuşak, değil kuşaklar değişti, kuşaklar değiştikçe de maalesef hazmedemeden müziği tüketme faktörü etkili olmaya başladı. Böyle olunca da onlar müziği, katıldıkları gece hayatında yemeye başladılar. Bu da gece hayatının katkıları sayesinde pekişti. Şöyle ki; Biz, 70’ler, 80’ler ve hatta 90’lı yıllarda müziğin melodik hattına, armonisine, müzisyenler arasındaki uyuma, içerikteki fikrine kadar her şeye bakar, öyle dinlerdik ve işin aslı biz o mekana müzik dinlemeye giderdik.

        *Bugünlerde yapılan müziği tarif etmenizi istesem?

        M. Beşer: Şöyle tarif edebilirim, ama emin ol, bu bir abartı ya da karikatürasyon değil: Yapılan şarkıların altı bambam, üstü cuv cuv... Bugünkü müziğin tanımı bu! Açmamıza gerek yok, okuyanlar anlayacaktır. Altta teknolojik olarak en güçlü sesler döşenmiş, artık teknoloji ne kadar izin veriyorsa, üstte de dur, kalk, dur, kalk, yavaşlayıp hızlanan bir tür...

        TÜRKİYE’DE MÜZİK ELEŞTİRMENLİĞİ VAR DİYEMEM

        *Müzik dinleyicilerinin beklentileri ve siz işletmecilerin kaygıları nelerdir?

        V. Burç: İnsanlar artık daha özgün ve üstüne düşünülmüş eserleri değerli buluyor. Benim de işletmeci olarak kaygım müziğine yer bulamayan ama kendine özgü projeleri mümkün olduğunca sahnemizde yer verebilmek. İsteyen herkes 60m2’nin çatısı altında iyi müziğiyle yer bulabilir. Zaman içinde bir kitlesi oluşacaktır zaten, iş ki ona o fırsatı tanıyabilme sabrını gösterebilmek de. Sürekli hazırı tüketmemek gerekiyor.

        *Konuştuklarımızdan iki farklı dinleyici kitlesi ortaya çıkıyor; müzik ve eğlence kültürü olanlar ve bir de bu kültürden habersiz, önüne konanı tüketenler?

        V. Burç: Kabul etmek gerekiyor ki bu mevzuların ve müziğin üstüne düşünen ve kavrayan çok az bir kitledir.

        M. Beşer: Kuşaktan kuşağa değişen oranlarda var diyebiliriz; daha önceki kuşaklarda bu kültür ve araştırma ruhu daha fazlaydı ama günümüze yaklaştıkça bu durum azalıyor.

        *Yemenin içmenin, müzik üretmenin ve tüketmenin, aslında eğlenmenin de bir adab-ı muaşeret kuralı varsa neden yol gösterecek olan sizlerin sesi az çıkıyor?

        M. Beşer: Bunların hepsi doğal olarak çok anlaşılabilir nedenlerle tabii ki de kızmamak lazım, bezmiş vaziyette. O yüzden zaten evinden çıkmıyor, ayrıca kime, neyi, niçin anlatsın? Karşısında çoğu kez muhatap bile bulamıyor ki! En son, ne zaman çok sevdiğiniz bir müziği paylaşacağınız biriyle konsere gittiniz, hatırlıyor musunuz; ben hatırlamıyorum, çünkü çok eskide kaldı!

        *Türkiye’de müzik eleştirmenliği nasıl işliyor?

        M. Beşer: Türkiye’de kurumsal olarak müzik eleştirmenliği diye bir şey var diyemem. Mevcut gazetelerin ve dergilerin, doğru düzgün kültür sanat sayfaları bile yok! Var olan sayfalarının da neredeyse çoğu magazin, televole... Zaten ciddi müzik yazılarına ya da eleştirilerine talep ve ihtiyaç da yok. Ben şimdi müzik yazarı ve eleştirmeni değil de futbol yorumcusu olsaydım, bu işten kazandığım parayla ailemi geçindirmekle kalmaz lüks bir hayat sürüyor olurdum. Ama ben müzik yazılarından, tam 3 yıl oldu bir kuruş bile kazanmadım. Ailemin geçimini de aslında benim, özetle pavyonculuk olarak adlandırdığım bu işten kazanıyorum. Bakma bizler, cazcıyız, rock’çıyız, elektronik müzikçiyiz ya da iyi şeyler dinleyip yapmaya çalışıyoruz ama içinde bulunduğumuz yapı ve kuralları itibariyle bir pavyon dünyasında çalışıyoruz.

        V. Burç: Orda da çok büyük bir ikiyüzlülük var aslında. Diyorlar ya kitle bu şarkıyı, bu yazıyı, bu haberi, bu yazarı, her ne ise onu istiyor ve bizler de bunları veriyoruz, çünkü satan bu diye. Aslında o kitleyi, o hale getiren de bu medyanın ve sistemin kendisi. Farklı bir bakış açısı ve yayın politikasıyla kitleye ulaşsalar, bu araçlarla dönüşüm sağlanabilir. Öyle ya da böyle kitle dediğimiz çok da bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde ‘bunu istiyorum’ diyemiyor. Malzeme önüne gelir ve sen bir bakmışsın yıllar içinde onun bilinçli ya da bilinçsiz tüketicisi haline gelmişsin. ‘Bunu istiyor’ yalanına artık inanan var mıdır bilmiyorum ama işte tüm bunlardan müzik de edebiyat da sosyal hayatı anlamdıran her ne varsa nasibini aldı ve almaya da devam ediyor.

        *Bizlere ajandaya not düşülebilecek kitap, konser, albüm rotası verebilir misiniz?

        M. Beşer: Güncel, aktüel, popüler şeyler okuyamıyorum. Ama kitapta bu yılki hedefim yüz... Şu ana kadar yirmi ikiyi gördüm. O nedenle de ben bir şey tavsiye etmem. Hani arada bir dönüp tekrar okuduğunuz kitaplar vardır bu bağlamda da söyleyebileceğim: Dino Buzzati’nin “Tatar Çölü”... Ajandaya düştüğüm çok konser var ama beni heyecanlandıran yok gibi... Ayrıca bu yıl major konserler olabilecek mi emin değilim, ekonomik sebeplerden diyorum, bir de bu yaz festivaller Ramazan’la denk düşüyor. Konserlerden de Daft Punk’ın son albümünü yapan adam Neil Rodgers’in gelecek olması beni heyecanlandırıyor diyebilirim.

        M. Uncuoğlu: Son olarak mart ayında, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda konser veren Bobby McFerrin’in oğlu Taylor McFerrin’in albümünü dinledim mesela ve enteresan buldum, etkilendim. Çünkü hiç beklemiyordum, caz elementlerine elektronik melodileri harmanlamasını.

        V. Burç: Mekan işletmeciliği, gecesi ve gündüzü olmayan bir iş, dolayısıyla kitap, müzik ya da keşfedebileceğim şimdilik bir alanım yok; geç saatlere kadar buradayım. Ama son zamanlarda dinleyip de başarılı bulduğum bir ses; Başak Yavuz.

        PEK ÇOK KONU BU SEÇİMDEN SONRA NETLEŞECEK!

        *Tabii ki muhabbeti olmazsa olmazımızla kapatalım istiyorum, malum herkesin bir yorumu var bu deryalarda; siyasi ortamın İstanbul’daki müzik, gece hayatı ve sanata yansımalarını nasıl görüyorsunuz?

        M. Beşer: O kadar zor bir soru ki bu... Bilmiyorum, önümüzdeki seçimler çok kritik. Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimi belki de. Pek çok konu bu seçimden sonra netleşecek. Sanata yansımasını sorarsan da sanat nedir ki bu mevzuda devede kulak. Toptan hayatımız değişecek.

        M. Uncuoğlu: Ben biraz daha ümitli gibiyim, herkesin ve her şeyin devri geçiyor ve bitiyor. Bu da bir süreç... Ben sadece siyasi jargonlar ya da partiler üzerine demiyorum, Meclis TV’yi açıp da bir izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Şu anda sevindiğim Gezi’den sonra öyle ya da böyle daha öncesinde bazı konulardan bir haber olanlar, artık yasalar üzerine bile cümle kurup yorum yapabiliyor. Gezi’den önce bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığındaki adam, artık olayların içeriğini merak ediyor ve araştırıyor ama doğru ama yanlış, fakat bir şekilde kafa yoruyor.

        V. Burç: Siyasal anlamda ortada olanları anlamak için dünyaya bakmak lazım! Bu hükümet gitse de başkası gelse yine aynı motifler işlenecek. Milliyetçilik ve din işlemeli durumlar bunlar ve dünyanın da problemi. Dinler ve milliyetler arası çatışma dünyanın her yerinde artarak devam ediyor. Mücadele bence enternasyonal bir vurgu yapabilmekte…

        M. Beşer: Betül, bence bu muhabbette siyaseten en umutsuz olanımız sensin aramızda...

        Diğer Yazılar