Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur." Aziz Nesin söylemiş vakti zamanında bu sözü… O vakitler ki nasıl zamanlardan geçiyorsa faniler alemi, üstat da bu sözü iliştirivermiş hayata! Nereden giriş yaptın derseniz de dün gece, günü devirirken (yahut devirdiğimi sanarken), bir duvar yazısında gördüm bu sözü… Bitemeyen söylenceler arasında kendini bilemeyen susmaların düştüğü günlerdeyiz… Çok uzun zaman oldu biz böyleyiz... Biz deyince çok uzaklara düşürmeyiniz başınızı -reca edicem-; sen, ben, o, hatta ‘ler-lar’ çoğul takısıyla da ‘tamam’ oluruz gibi! Uzun zamandır Dario Fo'nun "başımız dimdik yürüyoruz çünkü boğazımıza kadar boka battık" kelamının gölgesindeyim. Düzel(e)meyen coğrafyanın beşeri hemhallikleri izin vermese de oksijeni kafaya çekmeye, şimdilik bulunduğumuz boyuttan nidalanmaya devam! Giderayak Andrei Tarkovski’nin “Nostalghia” filminden replikle sizleri bugünkü mevzumuza bırakmak isterim. Ne diyordu üstat: “Deli bir adam size… Kendinizden utanmanızı söylüyorsa… Ne biçim bir dünyadır burası! Şimdi müzik… Müzik!”

        CAHİDE DEVEKUŞU’NUN AÇIK EVLİLİĞİ

        Geçenlerde, iki sinemacı gençten bir mail aldım… Mail’de dikkatimi şahaneleştiren ise bu iki gencin özgeçmişleri ve bu projede çalıştıkları usta isimler oldu. Sonrasında telefonla mevzunun ayarına düşünce, cemallerini görüp de dertlerinin ne olduğunu öğrenmek istedim. 1984 doğumlu Seda Özkaraca yapımcı, 1986 doğumlu Ali Kemal Güven yönetmen… Bu iki genç, işinin ustası kişileri almışlar yanlarına, temiz bir projeye imza atmışlar. Mevzuları kısa film. Adı da “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği”… Alt başlığı da “hayat 60’ından sonra başlar!” Gelin bu iki genci ve dert edindikleri projeyi biraz yakından tanıyalım. (Erken içimden geldi notu: Gündem nasılsa aynı, ortalık nasılsa griler deryası; belki(m) az da olsa canınıza can gelir, olmadı kafa notanız nefeslenir diye!)

        *Genç yaşınıza rağmen uluslararası mevzulara dalmışsınız, insanın kendini anlatması zordur ama bir şekilde giriş yapalım istiyorum; kendinizden bahsedin biraz, kimsiniz, neredensiniz?

        Seda Özkaraca: İlk kısa filmini gerçekleştirmek üzere olan genç bir film üreticisiyim. 2004’te Akademi İstanbul’un Radyo, TV, Sinema bölümünden mezun oldum. 11 yıldır da dizi, reklam, sinema sektöründe yardımcı yönetmenlik yapıyorum. 2007’de New York’s Digital Film Academy’nin ‘Film and Video Production’ eğitimine katıldım burslu, 2008’de de Cinematography eğitimi için New York’a gittim. 2010’da da Zeynep Özbatur Atakan’ın ‘yapımcılık’ workshop’ına katılarak ‘uluslararası yapımcılık anlayışı üzerine’ eğitim aldım. Aslında okuldayken fark ettim ki ben daha çok yapıma yönelmek istiyorum. Sonrasında kariyerime bu şekilde yön verdim. Tam bu dönemlerde de Ali Kemal ile yolumuz kesişti, yani bundan tam yedi yıl önce film okulunda tanıştık. “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği” kısa filmimize ek olarak da Ali Kemal’in arkadaşım olmasının ötesinde, yönetmenlik anlayışını doğru buluyorum. Bu birlikte yol aldığımız proje de bizim için gelecekteki uzun metraj filmlere göz kırpan bir iş…

        Ali Kemal Güven: Bugüne kadar altı kısa film yazıp yönettim. İçlerinden biri Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’nde, biri de 2015 New Filmmakers New York’da “Resmi Seçki” olarak gösterildi. 17 yaşında, ilk romanım olan “Hep Böyle Kal”’ı yazdım. Sen-Der’in 18 haftalık Temel Tasarım Atölyesi’ne, Digital Film Academy’nin One Year Filmmaking programına, Zeynep Özbatur Atakan’ın Yapımlab workshop’ına ve Robert McKee’nin Story seminerine katıldım. 2013’te, senaryosu bana ait olan “Sersem Âşıklara İçki Tarifleri” London Film Awards’dan “En İyi Kısa Film Senaryosu” ödülünü aldı. Aynı senaryo, 2014’te, Shore Scripts Senaryo Yarışması’nda ikinci gelerek “En İyi Senaryo” ödülünü kazandı. 2014’te Long Island University, Medya Sanatları bölümünden mezun oldum. Oscar ve Emmy adayı “How to Survive A Plague” belgeselinin yönetmeni David France’in ve Sundance Film Festivali’nde büyük ilgi gören “When I Walk” isimli belgeselin yönetmeni Jason DaSilva’nın yanında çalıştım. American Movie Awards, Page International Screenwriting Awards, Honolulu Film Awards gibi çeşitli senaryo yarışmalarından önemli dereceler aldım. Ve son olarak da sizlerin de bildiği Starz Denver Film Festival’inde finale kalan ve 2014’te, Houston Comedy Film Festival’inde “Resmi Seçki” olan “Elaine’s Open Marriage” isimli senaryosunu “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği” olarak Türkçe’ye uyarladım. Bu zamana kadar hep öğrenci filmleri yaptım ama şimdi ilk defa kendi imzamın bulunduğu bir proje içindeyim.

        ŞUBAT AYINDAN BU YANA 20 DAKİKALIK BİR FİLM İÇİN UĞRAŞIYORUZ

        *İlk projenizde neden bu hikaye ile yola çıktınız?

        A. K. Güven: İki yıldır üzerinde çalıştığım, Charlie Chaplin, Woody Allen ve Buster Keaton komedilerinden beslenen “Elaine’s Open Marriage” isimli kısa senaryomu Türkçe’ye çevirip, Türkiye’de çekmeye karar vermemden sonra gelişti her şey… Houston Comedy, Starz Denver ve üstüne de YapımLab@!F’de finalist olup proje danışmanlığı desteği kazanınca, hikayenin anlatılmaya değer olduğuna tüm kalbimle inandım.

        *Bu projede sizin itici gücünüz neydi?

        A. K. Güven: Tabii tüm bunların ötesinde, ben Amerika’dayken Seda ile sürekli görüşüyor konuşuyorduk, nasıl filmler yaparız diye. Sonra “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği”nden bahsettim. O da; ‘gel, sen bunu Türkçe’ye çevir ve ben de Kültür Bakanlığı’na yollayayım, şansımızı deneyelim’ dedi. Türkçe’ye adapte ettim hikayeyi… Tam bunun üzerine İf Film Festivali’nde, Zeynep Özbatur da Yapımlab’da kadın odaklı projeler arıyordu. Biz de Seda ile hem Kültür Bakanlığı’na hem de festivale gönderdik projeyi. Kısaca Seda, tüm bunları öngörerek bu projenin startını vermiş oldu ve Şubat ayından bu yana da 20 dakikalık bir film yapabilmek için uğraşıyoruz.

        *Hikaye, Türkçe’ye çevrilirken nasıl bir evrilme geçirdi?

        A. K. Güven: Sinema evrensel bir dil… Biz de evrensel bir sinema yapmak istiyoruz. Çevirmedim, adapte ettim. İçindeki pek çok espri değişti tabii… Öyle ki Amerika’da yaşayan bir kadın ve adamken, artık Türkiye’de yaşayan bir kadın ve adama dönüştü. Dolayısıyla ister istemez de bütün konuşmalar ve esprilerde köklü değişiklik oldu. Ama şöyle bir vuruş yaptık; bunu da Cahide Devekuşu’nu canlandıran Meral (Çetinkaya) Abla’nın önerisiyle yaptık. Senaryo üzerinde okuma provaları yaparken bana dedi ki; ‘Hikayede bu insanlar, bir süre senin gibi Amerika’da yaşamış olsunlar’. Sonrasında biz bunu genişlettik ve 15, 20 yıl kadar Amerika’da yaşamış oldular, o şekil bir değişimin içine girince de hikaye çok daha lezzetli bir hal aldı. Bu da işte iyi oyuncularla çalışmanın bir katkısı...

        * Bu süreçte bir yapımcı olarak siz yaşadıklarınızı nasıl tarif edersiniz?

        S. Özkaraca: Etrafımdaki film yapan ya da yapmaya çalışan pek çok arkadaşım var. Onlardan da deneyimlediğim, film yapmak zaten çok zor, artık uzun metraj yapsanız bile vizyona sokamayabiliyorsunuz ya da gerekli finansal desteği bulamayabiliyorsunuz. Her şey tamam olsa bile kast ya da ekip anlamında bazen doğru koşullar bir araya gelmeyebiliyor. İşte bütün bunların yanında biz bir de kısa film yapıyoruz. Evet, senaryo ve yapım aşamasında, pek çok yerden destek gördük ama Ali Kemal ile inadımız sayesinde oluştu bu proje. Bu kısa film bizim için doğru bir projeydi ve biz de bunun için tüm şartları oldurmaya çalıştık. Çünkü herkesin bize ulaşamazsınız, bulamazsınız, yapamazsınız ya da ikna edemezsin dediği insanların üzerine gitmeyi çok seviyoruz, en fazla ‘hayır’ diyebilirler. Bu anlamda çok şanslıyız ki; hem kast hem ekip, hatta mekan anlamında da, her şey istediğimiz gibi gitti. Projede yer alan herkes, bizden bir kuruş talep etmedi, bu projeye onlar da inanıyor ki bu inanma hali bizim için çok kıymetli.

        KENDİMİZİN DE GİTMEK İSTEDİĞİ FİLMLER YAPMAK İSTİYORUZ

        *Gelelim, bu kısa filmin oyuncularına, ekipte kimler var? ‘Cahide’ rolü için Meral Çetinkaya’yı özellikle seçme sebebiniz neydi?

        A. K. Güven: Meral Çetinkaya ve Sezai Aydın gibi iki ustanın yanı sıra oyunculuk anlamında enerjileriyle izleyenleri etkileyen Esra Dermancıoğlu, Tevfik Erman Kutlu, Serkan Şenalp, Selen Soyder ve Kerem Sedef var filmimizde. Bu değerli isimlerin projemizde yer almaları bizim için çok önemli. Cahide rolü içinse buradan da bir kez daha söylemek isterim; ben bir Meral Çetinkaya hayranıyım. TRT’nin Bizimkiler dizisindeki rolü Ayla Hanım’dan bu yana… Meral Abla, çok iyi bir komedi ve drama oyuncusu… Böylesine usta ve iyi bir oyuncuyla aynı projede yer almaktan çok mutluyum, dolayısıyla onunla çalıştığım ve enerjimizin tuttuğu için de içim içime sığmıyor.

        *Sinemaya bakışınızı ve algınızı sorsam? Malum usta isimlerin sinemaya bakışından pek çok mevzu dallanıp budaklandı ama bu arada da gençleri dinlemeyi es geçtik galiba, neler söylemek istersiniz?

        A. K. Güven: Ben ve Seda, sinemanın seyirci için yapıldığına inanıyoruz ama bu da demek değildir ki kötü ya da akıl seviyesi düşük filmler... Söylemeye çalıştığım, seyircinin gelip de vakit geçirmekten ve izlemekten hoşnut olacağı işler yapmak istiyoruz. Bir şeyler hissettirmek istiyoruz ama aynı zamanda dünyada, sinemasal anlamda da görsel dili yüksek yapımlara imza atmak istiyoruz. Kısaca kendimizin de gitmek istediği filmler yapmak istiyoruz.

        *“Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği” kısa filmi ne anlatmak istiyor, odaklandığı nedir?

        A. K. Güven: Benim bu zamana kadar izlediğim bütün 60 yaş üzeri çiftleri anlatan filmler ya da orta yaşı aşmış hikayelerin sonunda hep birisi ölüyor. Film çok iyi de olsa kötü de olsa illa sonunda bir gözyaşı sel olsun durumu var. Ben ise hayatın her gününün bir macera olduğuna inanıyorum. Her anının değerli olduğunu düşünüyorum, dolayısıyla da 60 yaş üzeri evli bir çifti anlatmak isterken amacım şuydu; hayatlarının ikinci baharlarında, sayfalarındalar ama hayat bitmiyor aslında yeniden başlıyor, yeniden yeşeriyor ve bu yeni oluşumda onlar da değişiyor, öğreniyor… Hem çocuklaşıyorlar hem de hata yapıyorlar ama sonunda yeni bir sayfa açıp değişiyorlar. Çünkü genelde yaş almayı ölümle özdeşleştiriyorlar ki bu da bana biraz palavra geliyor. Çünkü ben ya da siz de buradan eve dönerken bir trafik kazasında ölebiliriz, kısaca herhangi bir sebeple ve hiçbir nedeni olmadan da ölümle yüzleşebiliriz. Bu filmin bunu anlatmak istediğini düşünüyorum, ondan öte ben kendi adıma kadın filmleri yapmak istiyorum. Kadın odaklı filmler yapmak istiyorum. “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği” de güçlü bir kadın filmi. Şahsına münhasır bir kadın, normalde görmeye alışkın olduğumuz kadınlardan farklı... Bu anlamda bu da benim için bir başlangıç projesi. Samimiyetimle söyleyebilirim ki; bu uzun metraj kalitesinde, bir kısa film.

        ERKEK DÜNYASINDA KADIN OLMAKTAN KORMAYAN BİR KADIN

        *Yönetmeni erkek, yapımcısı da kadın olan bir kısa filmden bahsediyoruz, aslında izledikten sonra sormak daha doğru olacaktır ama merak ediyorum güçlü kadın dedikleri zaman ya erkeksileşmiş ya da cinselliği ön planda bir karakter sunuluyor bize, bu hikayede nasıl bir kadın karşımızdaki?

        A. K. Güven: Afişteki fotoğraflarda da gördüğünüz aslında kadın olan bir kadın karşımızdaki. Hatta çok tiyatral, renkli… Birazcık da Aysel Gürel gibi kadınlardan esinlendim diyebilirim. Erkek dünyasında kadın olmaktan korkmayan bir kadın. Benim çocukluğum kadınların arasında geçti, ananem ve onun Kos Adası’ndan gelen dört kızkardeşi, annem… O yüzden de o dünya dinamiğini iyi bildiğimi düşünüyorum.

        *Bir yönetmen olarak güzel anlatıyor ama bir yapımcı olarak arada bir Ali Kemal’in ayaklarından aşağıya çekerek gerçek dünyayı hatırlatmak durumunda hissettiniz mi?

        S. Özkaraca: Hiç hissetmedim çünkü; bu proje benim yapımcı, Ali Kemal’in de yönetmen olarak bütün kalıpları ve sınırları aşmasını gerektiren bir proje. Bunu burada gerçekleştirebilirsek ve sonunda da hedefine ulaştırabilirsek daha sonraki aşamalarda bu tarz projelere finansör olmak isteyen insanları da cezbedebiliriz diye düşünüyorum. Ama önce insanlara doğru bir örneğini vermemiz lazım.

        *Festivale gidecek dediniz, “Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği” ile ilgili planlarınız neler? Bunun yanında bir de sektörün ‘kısa film’e bakış açısı var, bu sizi nasıl etkiliyor?

        S. Özkaraca: Türkiye şartlarında gidebileceği noktaya gitmesini istiyoruz. Öncelikle Türkiye’de majör bir iki tane sinema üretimini sağlayan distribütör var. Bunlar vasıtasıyla küçük de olsa bir salonda gösterim yapmak düşüncesindeyiz. Bunun dışında TV satışını kesinlikle yapacağız. Yurt dışında buna başladık ama ülke içinde de bunu gerçekleştirmek istiyoruz. Kısa film yayını sağlayan özel kanallar var oralarda mesela... Ama bizim hedeflediğimiz daha çok Amerika odaklı. Çünkü filmimizin Amerika’ya hitap ettiğini düşünüyoruz. 2016 için Türkiye’de Adana ve Antalya’da festivale yollayacağız. Bir yandan da kapalı gösterimler düzenlemek niyetindeyiz. Kültür merkezlerinde olabilir mesela… Evet, kısa film yapan insanlara genelde öğrenci işi ya da amatör mantığıyla yaklaşıyorlar. Belki doğru belki yanlış bilemiyorum ama biz bu algının yıkılmasını istiyoruz.

        SİZDEN BELLİ KALIPLARDA İŞ ÜRETMENİZİ İSTEYEN BİR GRUP VAR

        *Genç yaşlarınıza rağmen, uzun zamandır sektörün içinde kişiler olarak; sektörü ve oluşumlarını nasıl görüyorsunuz?

        S. Özkaraca: İstanbul’da film sektörü o kadar acayip ki bunun hem avantajları hem de dezavantajları var. Daha bir şey üretmiş olmayabilirsiniz ama sektöre çok rahat girebiliyorsunuz mesela. En başta, çalışmak istediğiniz insanlara ulaşabilmeniz çok rahat; bu rahatlığı tabii ki teknoloji de sağlıyor orası ayrı. Dezavantajı da şu; sizden belli kalıplarda iş üretmenizi isteyen bir kitle-grup var. Bir ana akım projeleri ve bir de bağımsız filmleri destekleyen bir kitle-grup var. Fark etmiyor aslında iki şekilde de onların istediğini gerçekleştireceksiniz, yoksa size ayrı bir saha-arena açmıyorlar ne yazık ki! Ve biz elimizde fırsat varken, bu buz dağını kırmak istiyoruz. Kıracağımıza da inanıyorum. Sonraki aşamada bizi kabul etmek zorunda kalacaklar zaten.

        *Bu kadar kendinizden emin olmanız müthiş… Nereden geliyor bu umut ve arzu?

        S. Özkaraca: Film yapma sevgisi diyelim. Mesela biz Ali Kemal ile sadece ana akıma hizmet eden bir film izleyemiyoruz ama bunun yanında, sadece festival ayağının desteklendiği filmleri de izleyemiyoruz. Biz her iki akımında yapıldığı yapımları seviyoruz. Tabii ki burada sevmediğimiz kısımlar muhakkak vardır ama… Bu ülkede öyle festivaller var ki; yapım, en iyi film müziği ödülü alıyor, fakat o filmde müzik yok, sanat yönetmenliği yok. Bu da şöyle oluyor; işte siz belli tarzda ya da belli düzeyde bir film yaratırsanız, o zaman finansal destek veriyorlar. Biz ikisine de hizmet etmeden kendi yolumuzda gitmeye çalışıyoruz.

        *Her mesleğin olduğu gibi ne yazık ki sizin mesleğinizin de sadece masa başında oturup, üretmeden söylenenleri ve eleştirenleri var, peki gidişat hakkında ne düşünüyorsunuz?

        S. Özkaraca: Biz masalarda oturup da konuşan insanlardan değiliz. Ve evet, o masalarda oturduğunuzda da sizi çok fazla aşağıya çekiyorlar. Bizden daha fazla tecrübesi ve geçmişi olan kısaca bizden çok daha güçlü insanlar bunlar ama öyle kalıplara girmişler ki, vaktinde onları da engellemişler ve onlar da ya alışmış ya da kabul etmişler, bilmiyorum. O yüzden, biz her şeyimizi Ali Kemal ile birlikte yapıyoruz. Ne benim, ne de Ali Kemal’in geniş bir yardımcı ekibi yok, sadece ikimiz varız. Evet, ülke gündemi kötü, sektörümüzün de çok iyi olduğu söylenemez ama biz film yapmak istiyoruz, üretmekten başka çaremiz yok ki zaten paraya bağlı olmadan da iyi şeyler üretebiliyorsanız, iyi bir yapımcı olabiliyorsunuz.

        *Sizin gibi sektörün genç isimlerine ne söylemek istersiniz?

        S. Özkaraca: Herkes kendi dilini oluştursun, ülkedeki politik olaylar değişebilir, özellikle film üretimi için gözünüzü karartmaktan başka çareniz yok.

        A. K. Güven: Kendine inanmak ve inat etmek gerekiyor. Aslında elinde ne imkan varsa dededen kalma kamera, ananeden kalma fotoğraf makinası ya da film çekimi için halanın evi, komşunun evi gibi… Bu şekilde yapmaktan korkmasınlar. Bazen yoklukta acayip iyi işler ortaya çıkıyor. Özellikle yönetmenlik yapıla yapıla öğrenilen bir şey. Öğrencilik yıllarımda o kadar çok kötü projeler yaptım ki ama iyi ki de yapmışım, yapmasaydım şu an ne yapıp yapmayacağımın farkında olamazdım. Sanatın her türlü dalı oksijen olmalı. Türkiye’de şartlar, hayat ve sistem belli, bu yüzden de var olanın içinde, elimizden geldiğinin en iyisiyle bir şeyler yapmalıyız. O yüzden hâlâ Yeşilçam filmleri izliyoruz. ‘Ben seni anlıyorum’ diyor o filmlerde. Hâlâ izliyoruz ki umut istiyoruz geleceğe, hayata ve kendimize dair...

        S. Özkaraca: 20 yaşlarındaki insanlar bence avantajı olanlar; fevri olma haklarını kullansınlar. Çünkü 20’li yaşlarından sonra öyle bir hakları olmayacak. Ve kimseyi ne dünyada ne de Türkiye’de çok fazla ilahlaştırmasınlar. Özellikle bu ilahlaştırma durumu Türkiye’de çok daha fazla... İçlerinden ne geliyorsa bu doğru da olabilir yanlış da, yapsınlar, yaparak doğru ya da yanlışı görsünler. Çünkü bu genç yaşlarda ne kadar çok deneyim yaşarlarsa o kadar kâr…

        **

        Bu da var notu: 12-15 Ekim’de, Heybeliada’da çekimleri gerçekleşecek olan Cahide Devekuşu’nun Açık Evliliği künyesinde kimler var derseniz de; Yönetmen & Senaryo: Ali Kemal Güven, Yapımcı: Seda Özkaraca, Uygulayıcı Yapımcı: Tilbe Cana İnan, Görüntü Yönetmeni: Alp Korfalı, Konuk Oyuncu: Nuri Harun Ateş, Kostüm Tasarımı: Candan Seda Balaban, Kostümler: Modacı kardeşler Ezra&Tuba. Takip için: www.facebook.com/cahidedevekusununacikevliligi

        Diğer Yazılar