Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “İki seçenek mevcut şu an senin karşında: Ya cemiyet içinde ant verirsin, sevdandan vazgeçip baba sözünü baş tacı yapacağına yahut ölmeyi seçer, ser verirsin bu yolda bedel ağır, bu yüzden iyi düşün Hermia. Arzularını ve deli akan kanını tekrar sına. Gençliğinin kıymetini şöyle bir tart kafanda, farz edelim reddettin babanın seçimini; sırtına geçirerek bir rahibe giysisi, bir manastırın loş ve kasvetli odasında, hayatın tüm doyumsuz lezzetinden uzakta, meyvesiz bir dal gibi ömür tüketeceksin, aya karşı puslu ilahiler söyleyip, ah çekerek aşkına diyet ödeyeceksin. Bekâret çilesine göğüs geren kimseler, kanlarında kaynayan arzuya gem vurarak üç defa kutsanırlar, arınırlar muhakkak oysa giderek solan el değmemiş çiçekler, ne hazin manzaradır, kim böyle ölmek diler? Güllerin rayihası damıtılınca ancak gül hak ettiği gibi kıymete erişmez mi? Hem çiçek hem de onun rayihasını koklayan solan gülden ziyade mutluluğa ermez mi?”

        2015 MODEL SHAKESPEARE’İN MODA SAHNESİ’NE DÜŞEN SÜRETİ

        “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nın Theseus’u böyle diyor Hermia’ya… Hoş, giriş pasajının kime ait olduğunu dillendirmeseler de metnin şiirselliği karşısında en kallavisinden ‘bu bir Shakespeare güzellemesidir’ şeklinde nidayı basabiliriz de. Shakespeare’in erken dönem romantik komedya romanı olarak tanımlanan, orijinal adıyla “A Play of Robin Goodfellow”un ilk sahnelenişi 1594… Konu itibariyle o tarihlerden günümüz 2015’ine çok da fazla bir şey değişmemiş aslında… Bugüne kadar pek çok değişik yorumda Shakespeare hikayelerini tiyatro sahnesinde dikize yattık -ki çoğunu klasik olarak da nitelendirebiliriz- ama itiraf etmeliyim ki; bu defa sahneye yansıyan ‘Shakespeare’ diğerlerinden çok farklı. Bu farklılığın yaratıcısı ise Moda Sahnesi ekibi… Kısaca Moda Sahnesi; Shakespeare’in en şenlikli oyunlarından biriyle sezona selamını çaktı ve karşımızda: “En Kısa Gecenin Rüyası”.

        (Baştan es notu niyetine çakalım da yazının gelişme bölümünde ‘nedir bu Shakespeare’in Moda Sahnesi’ndeki efsunu/derdi?’ demeyiniz, us’u her daim serinde ve derinde konuşlanan okur!) İstanbul kültür sanat platformuna merhabasını saldığı günden bu yana sahneye taşıdığı oyunlarla ve hikayelerle ve aslında bu oyun ve hikayeleri sunuş ve anlatım biçimleriyle dikkat çeken Kemal Aydoğan ve ekibi, “En Kısa Gecenin Rüyası”nda da insan yavrusu olan ‘insan’ın nam-ı diğer ‘fani’nin aşk, hırslar ve sınıfsal ayrımları çemberinde yer alan tüm hallerini en şükelasından sahneye taşıyor. Aslında uzadıkça seyirciyi yer yer ‘tükenmişlik sendromu’na sürükleyebilecek kalibredeki hikayeyi, en temizinden sahneye taşıyan ekibe, en şahanesinden saygılar… Şöyle düşünün; oyun, komedi-absürd arasında gezinirken, Moda Sahnesi ekibinin elinden muazzam ciddi ve muazzam komik olarak el sallıyor.

        (Erken içimden geldi notu: ‘Bir Yaz Gecesi Rüyası’ ya da ‘Bahar Noktası’ adıyla bilinen oyunu bu defa dilimize çevirenler Emine Ayhan-Aysun Şişik. Bugüne kadar Nureddin Sevin, Can Yücel, Bülent Bozkurt ve Can Doğan tarafından farklı isimlerle dilimize kazandırılan oyunun Ayhan ve Şişik çevirisi oldukça dikkat çekici, naçizane fikrim iki çevirmen de kendi dillerinin argümanlarını/tatlarını metine yerinde vuruşlarla yerleştirmişler. Çevirmen Ayhan, Can Yücel’in ‘Bahar Noktası’ adıyla yaptığı çeviri için de şöyle bir not düşmüş ve üstada saygılarını sunmuş: “Can Yücel’in Shakespeare’le, hakim burjuva dünyasına özgü hiyerarşik sınıfsal-kültürel ön yargıları yıkarak karşılaşma cesaretinin ve ancak böyle bir cesaretin armağanı olabilecek söyleyiş özgürlüğünün, rahatlığının bizim açımızdan ne kadar ön açıcı ve değerli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. Böyle ahlak dışı ve özgürlükçü bir “Midsummer Night’s Dream” yorumunu askeri darbe ve devlet terörü koşullarında çevirme ve sahneleme cesaretini söylemiyorum bile.’)

        MASAL İÇİNDE MASAL RÜYA İÇİNDE RÜYA

        Üşenmeyip hatırlarsak da; adıyla müstesna oyunun ana teması ‘aşk’ ve ‘evlilik’, üstüne bir de karışık ilişkiler yumağı, kaçan kovalanırlar, ben ettim sen etmeler… Ama gelin görün ki mevzu atmosferi Antik Yunan’da geçtiğinden anlatım hem eğlenceli hem de komik oluyor. Hikayenin seyrinde kimler yok ki; Kral Thezeus, Kraliçe Hippolyta, babasının sevdiğiyle evlenmesine izin verilmeyen Hermia ve bir türlü Hermia’sına kavuşamayan Lysander ve Hermia’ya karşılıksız aşkla bağlı Demetrius ve Demetrius için yanıp tutuşan Helena… Ve Periler Kralı Oberon, Kraliçe Titania, ormanın şakacı cini Puck… Masal içinde masal ve belki de rüya içinde rüya… Tüm bu ‘asil sınıf’ın yamacına ilişen bir de en acayibinden esnafın oluşturduğu bir tiyatro grubu var ki; Kemal Aydoğan’ın madem renkli coğrafyayız alın size renklilikten ortaya saçılanlar minvalinde, bir göz kırpması olmuş. (Esnaftan oluşan tiyatro grubunun adları ise pek manidar: Guince /ayva, Bottom / k.ç, Flute / flüt, snout / burun, snug / rahat) İşte Shakespeare ve Kemal Aydoğan’ın hikayeye dokunuşları ve tılsımı da; tüm bu karakterleri aynı kadraj içinde kelama düşürmesiyle başlıyor. Oyun metninde de bunun altını çiziyor bir bakıma; ‘Zaten tiyatronun yapacağı şeylerden biridir bu. Tiyatro, düzenin bozulabileceğinin işaretidir.’

        Kemal Aydoğan, seyirciyi iki karşılıklı platforma oturtmuş, hikaye de ortada… Bu da sanki arenadaymış hissiyatı uyandırıyor. Zira Shakespeare, üç farklı hikayeyi birbiri içine serpiyor. Aydoğan da seyirciyi iki yana dizmekle aslında seyir açısından üçüncü gözü açtırmış oluyor. Tavandan sarkan donlar, külotlar ve sutyenler de ‘nerdeyim ben, sakinde miyim?!’ sorusunu yaktırıyor kafada. Ki yeşil yeşil ışıyan ağaçlar da büyülü ormanın dikizcileri olan bizlere, bambaşka bir atmosferin içinde olduğumuzun sinyalini veriyor. Sahne tasarımcısı Bengi Günay ile ışık tasarımcısı İrfan Varlı’yı tebrik ediyorum; dekor ve ışık olayında büyülü ormanı belleklere kazıyorlar. Fona döşenen ve aslında oyunun enerjisini daha da yükselten rock tınılı melodiler ise Can Güngör imzası taşıyor. Finaldeki etkileyici görsel şölen niteliğindeki dans sahnesi ise koreografi Yeşim Coşkun’a ait.

        Mevzuyu ete kemiğe büründürüp algıda seçicilik yapan yani işin balını sona sakladım; efendim, tabii ki bu hikaye bir kült, sahneye taşıyanları da usta olunca ortaya en seyredilesinden bir iş çıkıyor orası ayrı, fakat oyunu daha da çoğaltıp, biz izleklerin nazarında algılanır hale getiren oyuncular Timur Acar, Mert Fırat, Onur Ünsal, Murat Tüzün, Didem Balçın, Melis Birkan, Volkan Yosunlu, Ezgi Coşkun, Hasan Demirtaş, Mert Şişmanlar, Alper Baytekin, Caner Erdem, Beyza Şekerci’ye en temizinden alkışlar. Tek başına sahnede devasalaşan bu isimlerin, ayrı ayrı kendine has oyunculuklarının bir araya gelip de nasıl bir haleti ruhiye yarattığını muhakkak dikize yatmalısınız, o derece! Zira enerjileri miss! Hikaye yeniden dile geliyor desek abartmış olmayız!

        Bu da var notu: Yok mu oyunun hiç kantarı kaçırdığı olayı derseniz de -her zaman burada yazıya düştüğüm üzere- ; memleketim coğrafyası acayiplikler ve absürtlükler diyarına dönmüşken, algısı şükela insanların, ortaya, kafada patlangaçlar açan işler çıkarmasının huzurunda, bizlere de ancak eyvallah demek düşer. Ama içime kaçmayan insan yavrusu edamla da belirtmeden geçmeyelim dersem de; evet, oyunda bazı bölümleri abartı, - misal esnafın olduğu bölümleri- aşırı karikatürize ve gereğinden fazla uzunlukta buldum, bu kadar kalabalık kadrodan bazı oyuncuların birbirine ters düşen enerjilerinin sahnede patlamasını da -az da olsa- yorucu seyreyledim diyebilirim. Ama gecenin sonunda hafıza loblarıma; ne anlatmak istediğini iyi bilen, artistlik patinajlarda seyircisini boğmayan, nitelikli bir oyun tadı kaldı. (İç ses: Yine en demlisinden ortaya karışık döküldüm mevzuyu, malum nefeslenecek faniler olarak tiyatro gani oksijendir, alınız bir dal, fena olmazsınız, benden söylemesi!) O vakit, şimdilik selametle diyerek ben yavaştan huzurlarınızdan uzarım. Moda Sahnesi rezervasyon: (0216 330 58 00)

        Diğer Yazılar