Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kutunun içinden bir çerçeve çıkıyor: ‘Güzel dertmiş, tasası şimdi geldi’ yazılı… Bakıyorum cemaline… ‘Hani’ diyor, ‘geçen gördüğümüz duvar yazılarından biri’… Tebessüm ediyorum… En serininden 60 çeşit bitki, baharatın şöleni olan jägermeister’den çakıp, fona da Adamlar’ı yerleştirip, dalıyoruz gökkubbenin bize serdiği yağmura… Ne diyordu Adamlar; ‘sen düşersin İsmet kaldırır’ (es notu: şu fanilikte, bitmeyen absürtlüklerimizi kimler kaldırır bilmem ama şimdilik bulunduğumuz paralel evrenden devam): “Abi kafanda kurbağa var / Abi kafanda kurup kurup / Vuruyorsun oğa buğa / Yaşlı bi kurbağa var / Bin yaşında var / Başında sis var kurbağanın / Altında sen var / Sen bi salondasın, sanıyorsun ki / okyanustasın ama işte / Salondasın, yanında İsmet var / İsmetler gider İsmetler kalır / Sen başarırsın İsmet sevinir / Gerisi eski püskü boktan sandıklarda çürür / Sen düşersin İsmet kaldırır…”

        İKİNCİKAT’TAN YENİ OYUN ‘KABİLELER’

        “Sağır mısın? / Ya da duyma problemin mi var? / Neren daha sağır ya da duyma problemi yaşıyor? / Ben burada sevgiden bahsediyorum. / Sevgiden. / Gerçek sevgiden. / Duyabiliyor musun? / Anladım, duyuyorsun. / Acaba gerçekten duyuyor musun yoksa duyduğunu mu sanıyorsun? / İkincisi sanki. / Boş ver. / Zaten aile dediğin çok konuşan ama birbirini hiç dinlemeyen bir kurum değil mi?” Bugüne kadar pek çok farklı hikaye ile sahnede endam eden İkincikat Tiyatro’nun son şükelalığı ‘Kabileler’ bu repliklerin arasından merhabasını veriyor. Baştan söylemeliyim, oyun, bu sezonun en şahanelikleri arasında benim için… Dünya çapında birçok ülkede kapalı gişe oynayan ‘Kabileler / Tribes’, Türkiye sahnesinde ilk defa İkincikat yorumuyla sahnede olma şerefine erişiyor. Her kelamımda nidalandığım ‘aile bir nevi hastalıktır; hadi hastalık olmasa da bir vakit sonra hasta eden bir mevzuya dönüş(tür)ür’ şiarımın altını bir kez daha, en aydınlatıcı şekilde çizen metinin adı da manidar. (Bu da var notu: Aile kuramına / kurumuna karşı değilim aman diyim, yanlış anlaşılmasın efendim -ayrıca beni ilgilendirmez herkesin ailesi kendine miss, kendine sakat- fakat şu 206 kemik bünyelikte ve hele de yaşadığımız coğrafyada, aile diye tanımladığımız mevzunun içeriğine bir bakınız reca edicem, sadece iki, üç saniye dikize yatsanız bile kafi! Şimdi yüzyıllık kelamları, his ishallerini dökmek istemem şeceremizden buraya. Hani Ursula K. Le Guin demiş ya; ‘insanın yapabileceği bütün yanlışlar yapıldı’ diye, işte o minvalde. Sustum ve içime kaçtım!)

        Yazan İngiliz oyun yazarı Nina Raine, dilimize çeviren Haydar Köyel, yöneten Sami Berat Marçalı ve oynayanlar İbrahim Halaçoğlu, Ayşe Lebriz Berkem, Haydar Köyel, Gülce Oral, Barış Gönenen ve Tuğçe Altuğ. Oyunda, proje asistanları Hünkar Nihal Konar, Ferhat Aktaş, İpek İlbeyli, dekor-ışık tasarımı Eyüp Emre Uçaray ve kostüm tasarımı ise Dilek Tora imzası taşıyor. Köyel’in metni dilimize pürüzsüz çevirme başarısından tutun da yönetmen Marçalı’nın hikayeyi yorumlamasına, yönetmesine ve can verdiği rollerdeki sahiciliğiyle her daim hafızamda yer edinen, samimi / temiz oyunculuğuyla Ayşe Lebriz Berkem ve her rolünde bir kez daha hayran kaldığım Barış Gönenen’i ayrıca tebrik ediyorum ve huzurlarında saygıyla eğiliyorum. (Erken içimden geldi notu: Gönenen’in performansı karşısında mest oldum, sağır ve dilsiz olmanın ötesine çıkarak bu yüzyılın saçmalığı empatide tavan yaptım izlerken o derece! Hele son düzlükte, sahnede devleşen oyunculuklara, anlatımlara en temizinden eyvallah diyorum!) Oyunda ve oyunculuklarda ufak tefek pürüzler yok değil ama mevzuya geniş açıyla baktığımızda hepsi birbirinin harmanında miss olmuş; seyri keyfe bandırmış.

        AİLEMDE BİRİSİ SAĞIR OLARAK DOĞMUŞ OLSAYDI

        ‘Kabileler’i yazma fikrinin, çocuk bekleyen ve doğacak çocuğun da sağır olmasını ümit eden sağır çiftle ilgili bir belgesel izledikten sonra oluşmaya başladığını söyleyen Nina Raine şöyle devam ediyor: “Bir ‘kabiledir’ aile, iç çatışmalarla sürtüşmelerle dolu, fakat yoğun bir şekilde sadık bir ‘kabile’. Araştırmaya başlayınca her tarafın ‘kabilelerle’ dolu olduğunu fark ettim. New York’a gittiğimde, Williamsburg’da yaşayan, hepsi de bir çeşit üniforma gibi benzer elbiseler giyen Ortodoks Yahudiler büyüleyici geldi bana. Genişlemiş dev bir aile gibiydiler… İnancı olmayanlara kimi dinlerin çılgınca gelmesi gibi, aile içindeki hiyerarşiler ve ritüeller de yabancıya mantık dışı gelir. Tüm ayrıksılıkları, kuralları, kendine has şakaları ve cezalarıyla kendi ailemi düşündüm. Herkesin çok iyi duyduğu, çok fazla konuştuğu ailemde birisi sağır olarak doğmuş olsaydı nasıl olurdu?”

        İÇİMİZDEKİ İŞİTME SORUNSALINI NE YAPACAĞIZ?

        Londra’da, Yahudi ve entelektüel bir aileyi dikize yatıran oyun, daha ilk sahnesinde tekniği ve Maria Callas aryalarıyla dikkatleri üzerine çekiyor. Kitapların, piyanonun ve operanın fon olduğu odanın ortasında konuşlanan büyük masada, yemekte olan bir ailenin, ağır çekiminde başlayan hikayesi, kadrajı zoom’laştırdıkça yüksek kalibre sese ve sanki hiç bitmeyecekmiş gibi yankılanan tartışmaya dönüşüyor. Ancak bu ailenin tartışmalarını ba(ğ)zı ailelerden ayıran en ince nüans daha akademik düzlemdeki sohbetleri; bir sohbet düşünün ki dilin ya da operanın yaşamımız üzerindeki anlamı. ‘Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor’ oyun boyunca içimden nefeslediğim cümle oluyor. Zira bu kadar çok incelikli ve derin kelamların havada uçuştuğu masada, kimse kimseyi anlamak üzerine dinlemeye evrilmiyor. Kör, sağır ve dilsiz olanın kim olduğunu çok net bir şekilde kadrajlıyor aslında bu fotoğraf. Oyun boyunca buzdağının görünen yüzünün diğer yakasında ‘aile’, ‘kabile’ mefhumunun derin ayarı masaya yatırılıyor. Fakat bu curcunalı masada, tebessüme düşen bir çocuk var; işte bu masadakilerin ve hikayenin seyrini de bu tebessüme düşüşü değiştiriyor sanki! Kimdir masanın kahramanları derseniz de; anne Beth, baba Christopher ve çocukları -20’li yaşlarında üç yetişkin- Daniel, Ruth ve Billy… Lisan üzerine mezuniyet tezini yazan ve oyunun ilerleyen bölümlerinde şahit olacağımız, ciddi bir kekeleme sorunu olan Daniel, opera şarkıcısı olmayı hayal eden ama barda çalışan Ruth ve tüm oyun boyunca beyin loblarınıza işleyecek kusursuz performansıyla, masanın tek sessizi ve tebessüm edeni, sağır doğmuş, fakat öyle değilmiş gibi yetiştirilerek, üst düzeyde dudak okuyarak konuşabilmeyi başaran, işitenlerin gittiği okullarda eğitim gören Billy. İşte bu aile masasına, bir akşam vakti; anne ve babası sağır olan ve zamanla kendisi de duyma yetisini kaybedecek olan Billy’nin kız arkadaşı Sylvia katılıyor. ‘Kabileler’in derdi de başından beri diyaloglar arası trekking’e düşen hemhali de bu buluşmadan sonra şekilleniyor ve oyun adeta pik noktasına ulaşıyor her bir replikten sonra. Yazının veda busesini yapıştırmadan önce altını bir kez daha çizmek isterim: ‘Kabileler’ bu sezonun acil izlenmesi gerekenleri arasında; başarılı, samimi, muazzam… Bu kadar çok konuşulup bir şeyleri değiştiremeyen coğrafyanın fanileri / yaşayanları olarak ‘Kabileler’den hissiyatı yüksek dozda empatiyle çıkacağınız kesin, benden söylemesi! Hele ki başka dünyaları aralamak gibi bir derdiniz varsa da tiyatro kerterizlerinizden birisi olmaya aday bir oyun.

        (İçimde kalmasın notu: Reca edicem, oyun sonrası işitme engeli olanlardan daha çok kendi içinizdeki işitme engeli olan taraflarınızla empatiye yatın! Uzun zaman oldu, öyle ki öğretilmiş olan ‘kabileler’den sıyrılmayı unuttuk. Ve gerçekten de kafamızda yaşlı bir kurbağa var!) Oyunu; Şubat ayı boyunca her perşembe ve Cuma, saat 20.30'da Karaköy İkincikat’ta seyre dalabilirsiniz. Detaylı bilgi için: (0545 462 4528)

        Diğer Yazılar