Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BETÜL MEMİŞ / memisbetul@gmail.com

        “Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak traş bıçağına sinirlenmiş olacağım. Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte. Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan: - Hişt, dedi. Dönüp baktım.”

        Üstadın (Sait Faik Abasıyanık) “Hişt Hişt!..” adlı hikâyesi böyle başlıyordu ya, işte ben de bu hişt’leme sonrası hallenmelerindeyim. Hişt’leyen cemalin yamacında yürüyorum, son Aralık gecelerinden sabahlarına doğru… Biraz (Bülent) Ortaçgil modunda ‘oyuna devam’, biraz da Luxus’un ‘bir koşu ölülerimi gömüp gelsem” kafasında. Kısaca, prematüre hayaller kuran fanilerin nidasında, ömür sayacını tamamlamaya devam!

        Neyse, alınganlık yapmam, siz sakinden Hakan Vreskala’nın ‘Dağılın Lan’ şarkısı kıvamında, sakinliğe vurabilirsiniz bünyelerinizi; sorun yok!

        YAN ETKİ’DEN ‘KURABİYE EV’…

        2012 Aralık’ın, son hafta sonunu, algısıyla hafızaları uzun süre meşgul edecek ve sonrasında ‘nerdeyim ben?’ sorusuna gebe bıraktıracak bir oyunla kapatalım istiyorum.

        Geçtiğimiz sezon, ‘Yalnız Batı’ ve ‘Cam Yaprakları’ adlı tiyatro oyunlarıyla beni efsunu altısına alan Tiyatro Yan Etki, bu sezon, yeni seyirliği ‘Kurabiye Ev’ ile karşımızda.

        “Tıpta ve eczacılıkta yan etki, ilaçla tedavi sırasında ilacın ya da herhangi bir tıbbî müdahalenin (örneğin ameliyat) zararlı ve istenmeyen etkisidir. Tedavi için uygulanan ilacın veya yöntemin kullanım amacı dışında, sebep olduğu olumsuz etki de denilebilir.”

        Sözlükte, ‘yan etki’nin tanımı böyle yapılıyor. Ekip, bu üçüncü oyunlarıyla da adına yaraşır hareketlerin peşinde olduğunu ispatlıyor. Oyunun adının kurabiye olmasından mütevellit, yüzünüzde en naiflisinden bir tebessüm görür gibiyim, lakin fazla heves etmeyin; Kurabiye Ev’in kurabiyelerini hazmetmeniz, öyle pek kolay olmayacak!

        BİR HANSEL VE GRETEL MASALI

        “Lüks bir ev, yeni bir buzdolabı, Karayip tatili… ‘Kurabiye Ev’, izleyiciye daha iyi bir yaşam için insanlığımızdan ne kadar ödün verebileceğimizin sorgulandığı, gerilim dolu, fantastik ama tanıdık bir yolculuğu anlatıyor.” Bu alt metinden hareketle de Yan Etki, “bir Hansel ve Gretel” masalı dokusunda, kara-komedi tanıklığına çağırıyor. Amerikalı oyun yazarı Mark Schultz’un modern çağın ‘bir Hansel ve Gretel masalı’ olarak hikâyeleştirdiği ‘Kurabiye Ev / The Gingerbread House’, Tiyatro Yan Etki’nin enterestik yorumuyla limiti biraz daha ötelere taşımış gibi. Yeni dünyanın Hansel ve Gretel’i de ancak böyle olurdu mahlasında, oyun boyunca insanlık çipimizi aradım durdum. (Haybin insanlık çipi. Bulamadım ama bulmaya niyet ettim en azından!)

        Bizim lisana düşen kadrajda, Kurabiye Ev’in yönetmen koltuğunda, geçen yıl ‘Yalnız Batı’nın da yönetmenliğini üstlenen Serkan Üstüner oturuyor. (Bu ikinci yönetmenlik tecrübesi olmasına karşın, üstat yarattığın fotoğraf âlâdır, bilginize!) Oyunun çeviri ve dramaturjisi Elif Baş’ın imzasını taşıyor. Metin olarak ‘Kurabiye Ev’, tiyatroseverleri bir başka evrene götürecek boyutta, eyvallah da ama bunda oyuncularının payı yadsınamaz. Ki sahnede görmekten pek mutlu olduğum üç oyuncu da karşımda; Pınar Çağlar Gençtürk, Deniz Karaoğlu ve Faruk Barman. Hikâye, algı kapılarını zorlayan türde, oyuncular da pek şukela olunca, bir tiyatro izleği olarak daha ne isterim ki! Tabii oyunun diğer rollerinde Barış Kıralioğlu, Özgür Özgencer ve Sinem Reyhan Kıroğlu’nu da es geçemeyiz. Perde arkasında ise; Müzik: Ah! Kosmos, Dekor Tasarım: Ece Öz, Afiş / Broşür Tasarım: Sinem Üstüner, Reji Asistanı: Sinem Reyhan Kıroğlu, Kardelen Arnavutoğlu, Yakup Turğut, Fotoğraf: Yiğit Aksu ve Işık Tasarım Ushan Çakır.

        YENİ İNSANI ANLATIYORUZ…

        Hani bazı hikâyeler, şarkılar ve filmler vardır, anlatılınca anlaşılamaz, o hissiyatın içine girebilmek, üçüncü gözü daha da açık tutabilmek için, o hikâyenin yahut masalın mayasına bürünmek gerekir, işte Kurabiye Ev, o türden bir oyun olmuş. O vakit, gelin bu adıyla müstesna, konusuyla da sol yamacı insanlıktan nasibini almaya zorlayan oyunun yönetmeni Serkan Üstüner’e kulak verelim: “İlk oyunumuz ‘Yalnız Batı’da, babalarını öldüren iki kardeşin, babalarının cenazesinden sonra kadeh tokuşturmasının hikâyesini anlattık. Ufacık bir kasabada geçen, kocaman bir yalnızlık hikâyesiydi. Şimdi de Kurabiye Ev’le; ‘daha iyi bir yaşam(!)’ için çocuklarını satan bir ailenin hikâyesini / masalını anlatıyoruz. Tabii ki bu aksiyonları, neden ve neresinden okuyup, anlattığınız çok önemli. Yeni dünya düzeni içinde, bu metaforik anlatımlar üzerinden kurulmuş hikâyelerle‘yeni insanı’anlatıyoruz. Bu evrensel hikâyelerin kahramanları da bizleriz ve bunun üzerinden bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz; ‘Bakın biz böyleyiz ve git gide daha da böyle oluyoruz’ diyoruz… Kısaca, bizim anlatmak, paylaşmak istediğimiz hikâyeler var ve daha anlatmaya yeni başladık” diyen Üstüner, ayrıca yeni projelerinin yolda olduğunun müjdesini de veriyor: Nina Raine’in yazdığı ‘Tribes / Kabileler’. Bu defa Deniz Karaoğlu, yönetmen koltuğundaymış. (Es notu: Oyunculuğuyla mest eden Karaoğlu’nun yaratacağı alemi, merakla ve iştahla beklemekteyim.)

        HİÇ BİR ANNE BABA ÇOCUĞUNU SATAR MI?

        (Ben öncesinden tadımlık vereyim, doyumluk içinse sizi Asmalı Sahne’ye buyur edelim.) Gelelim, ‘Kurabiye Ev’ dünyasının karakterlerine; evli çift Brain ve Stacey… Çocukları ise Curtis ve Maggie. Günlerden bir gün, çocuklar yan odada, kendi hallerinde oyun oynarken, her şeyden sıkılmış çiftimizin, beyin lobları da, havalanmaya başlar. Aslında her şey, işten yorgun gelmiş, kanepeye uzanarak, TV’de herhangi bir diziyi izlerlerken hayatlarını sorgulamasıyla başlar; yaşamlarının sıradanlığının, dibe batmışlığının, kısaca tüm yaptıkları saçmalıkların sorumlusunun, çocukları olduğunu anlarlar(?!). Bir anda ‘anlama hali’ değildir bu, birbirlerini ‘kandırma’ desek daha doğru gibi. Kendi söylediklerine inanmaya başlarlar; ‘evet, tüm hayatımızı, hayallerimizi, bu yan odadaki tuhaf ve aptal iki çocuk için heba ettik’ derler ve çocuklarını satmaya karar verirler… İşte ‘Kurabiye Ev’in hikâyesi de böylece başlamış olur. Bana sakın, ‘hiçbir anne-baba çocuğunu satar mı, kuzum’, laflarının atmosferinde gelmeyin ve hatta gezinemeyin, nafile! Yani vicdan rahatlatmaktan öte gidemiyoruz. Sahici olalım hadi; biraz dünya tarihimize bakalım, sonra da 2012’nin dünyasındaki bize: Unutmadan, öznemiz yine insan olsun ama! Nietzsche’ye de buradan bir kez daha saygılar; büyüksün!

        Oyunu; 8, 9, 15, 16, 23, 30 Ocak, saat 20.30’da Asmalı Sahne’de seyredebilirsiniz. Bilgi ve rezervasyon için: 212 293 18 35 / 532 684 32 03

        Diğer Yazılar