Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        memisbetul@gmail.com

        Kent Oyuncuları, sezona, Donald Margulies’in yazdığı, Kadriye Kenter’in yönettiği, ‘Toplu Hikâyeler’ adlı oyunla merhaba diyor…

        ‘Ne varsa eskilerde var’ derdi anneannem, radyoda göçmen şarkıları çıktığında… O eskiler ki hâlâ yerinde midir, yoksa başka bir yerde bizleri mi beklemektedir, bilinmez?! Ya da artık o eskiler, hâlâ eski midir yani eski kalmayı başarabilmiş midir? Muammalar deryasında debelenedururken, ömür mesaimin en tatlı kadını, ‘benim kuşkusuzum’ (bu tanımlama, onunla aramızda diyelim; kendisi fizikçi olduğundan hayatımın ‘ordinaryüs’ü kıvamındadır da / gazeteci-radyocu Fevziye Salaş) büyük usta Yaşar Kemal’in ‘Demirciler Çarşısı Cinayeti’nden bir bölüm paylaştı-hatırlattı geçenlerde. Beni miss eden bu hikâyeyi izninizle, sizinle de paylaşmak niyetindeyim… (Buradan can üstadım Yaşar Kemal’a saygılar, hikâyeyi belleğime yeniden sükun eden ‘kuşkusuzum’a da en derininden sevgiler…)

        “Dünyayı dolaşan genç adam, güzel bir şehre geldi. Gözleri, Emir Sultan’ın gözlerine benzerdi. Kaşları çatık, rengi yanık sarı, kalın dudakları soluk. İnce, uzun boylu. Erkeğin yakışıklısı, dünyadaki en güzel yaratıktır. Dünyada bir Arap atının tayı güzel olur, bir de erkeğin yakışıklısı. Genç adam atından indi, baktı ki bu şehir başka, öteki şehirlere hiç benzemiyor. Şehrin insanları, dünyanın en kanı sıcak, en cana yakın insanları. Konuk için dersen deli divane oluyorlar… Bet bereket dersen, yedi iklim dört bucaktan taşıyor. Bütün şehrin insanlarının, yüzyıllardan beri büyük bir mutluluk içinde oldukları besbelli… Bir şikayetleri varsa, o da ölümden. Herhal, ölüm bile güzel olur bu şehirde. Yolcu böyle düşündü. Bu şehirde, bir de çok güzel atlar vardı… Her birisi sürmeli gözlü, ceren gibi... Adam bu güzel şehre, bu iyi insanlara, bu cins atlara hayran kaldı. Bu şehirde, bir süre kaldı. Sonra ayrıldı. Aradan zaman geçti ve adam çok yaşlandı. Günlerden bir gün, kendi kendine dedi ki, ölmeden, şu güzelim dünyayı terk etmeden varayım da o güzel şehri, o iyi insanları, o soylu atları bir daha göreyim de, hiç olmazsa, şu dünyadan ağız tadıyla ayrılayım... Geldi ki ne görsün, şehir ne o eski şehir, insanlar ne o eski insanlar, atlar da yok. Her şey değişmiş, her şey bambaşka. Yüzleri kara, karanlık, mutsuz… Bu ıssız ve yıkık şehri dolaşırken o eski, mutlu günlerden kalmış yaşlı bir adama rastladı ve sordu: “Bir zamanlar, bu şehirde konuksever, sıcak yürekli, dost canlısı iyi insanlar, ceren gibi, kırmızı mercan gözlü, uzun boyunlu, kalem kulaklı, suna gibi cins atlar vardı. Onlara ne oldu?” Yaşlı adamdır ki, azıcık doğruldu, yüzü eski bir ışıkla parıldadı, derin bir ah dedi, ciğeri söken. Duvara sırtını iyice verdi. Neden sonra gözlerini açtı: “O iyi insanlar,” dedi, “o güzel atlara bindiler, çekip gittiler…”

        KENT OYUNCULAR’INDAN 'TOPLU HİKÂYELER'

        O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler ve çekip gittiler… Bu cümlenin üstüne, kaç cümle kursam ya da kaç efsunlu odanın rüzgarını içime çeksem de, kotarsam beynimdeki gıcırtıyı!? Heybetli ve eski kapıların gıcırtısı bu, öyle kolay kolay gider mi? Hem gitmesin; belki de yüzyıllık bir hissiyatı hatırlatıyordur her gıcırtısında ya da o iyi insanların, o güzel atlara binip çekip gitmelerini anlatıyordur kimbilir?!

        İyi ve güzel insanlar demişken ve kelamı da Yaşar Baba’nın algıları derin nefeslere gark eden pek şukela hikâyesi ile açmışken, bir başka güzel insanın, pek kıvamında seyirliğinden söz etmemek olmaz! Kenter Tiyatrosu’na can veren, Kent Oyuncuları’nın usta isimlerinden, sahnelediği rolleri, her daim daha da çoğaltan oyuncu Kadriye Kenter.

        2011’de, A. R. Gurney’in yazdığı “Aşk Mektupları” adlı eserle, sevgilisi-kıymetlisi,-eşi; bizlerin ise en üstadı Müşfik Kenter’le (anmış olalım; üstada, bir kez daha selam olsun buradan) tadı hafızalardan uzun süre silinmeyecek bir seyirliğe imzasını çakan Kadriye Hoca, geçtiğimiz yıl ise, Moria Buffini’nin yazdığı “Ölümüne” oyunundaki performansıyla mest etmişti. Kadriye Hoca, bu yıl ise hem yönetmen, hem de oyuncu olarak karşımızda.

        Kent Oyuncuları’nın bu sezonki seyirliği; Amerikalı oyun yazarı, tiyatro öğretmeni ve pek çok ödülün de sahibi Donald Margulies’in, 1996’da yazdığı eseri “Toplu Hikâyeler”. 1954 doğumlu Margulies, sinema ve televizyon için senaryolar yazmış, roman uyarlamaları yapmış. Toplu Hikâyeler, Pulitzer Ödülü’ne aday gösterilmiş.Pek çok eser vermiş olan yazarın, ülkemizde de yayımlanan “Dostlarla Akşam Yemeği”, çeşitli ödülleri kucaklamış eserleri arasında yer alıyor.

        HİKÂYELERİMİZ OLMADAN BİZ KİMİZ?

        Dikkatle algılandığında, yeni kuşak oyun yazarlarımız için de yol gösterici niteliğinde bir eser, tanımı yapılan Toplu Hikâyeler’in çevirisi, Defne Hamlan ve Balam Kenter imzasını taşıyor. Oyunda, karakterin evinde yarattığı, hele ki o pencere metaforunu çok yerinde buldum, bu sebepten de dekorun yaratıcısı Osman Şengezer’i tebrik ediyorum. (Büyük kafaların gerçek yaşamının ışığı yahut dışarısı ile bağlantısı küçük pencereler algısı; şukela…) Özellikle geçişlerde, başarılı kullanımı ile dikkat çeken ışık tasarımını ise Alev Topal üstleniyor. Eserin şiir tercümelerini Talat Halman gerçekleştirmiş. Kadriye Kenter ve Defne Halman’ın uyumlu ve pürüzsüz oyunculukları ise göz dolduruyor. Orijinalinde iki perde, üçer sahneden oluşan oyun, Kent Oyuncuları tarafından tek perde ve 6 sahne olarak sahnelenmiş. Oyunda minik - yerel değişimler yapılmış fakat orijinalini sakatlamadan sahnelenmesine özen gösterilmiş.

        “Yaşam öykümüz kime aittir? Deneyimlerimiz paylaştığımızda bizim olmaktan çıkıp ortak olarak ördüğümüz yeni bir öykünün parçası olur mu? Yoksa hikâyelerimiz çalınabilir mi? Peki hikayelerimiz olmadan biz kimiz?” Bu soruların alt metninden yola çıkan Toplu Hikâyeler’de, ünlü öykü yazarı Ruth Steiner karakterine hayat veren – baş kahramanımız Kadriye Kenter’e, genç öğrenci Lisa Morrison karakteriyle Defne Halman eşlik ediyor. Edebiyat ve yazma aşkıyla yanangenç Lisa,döneme damgasını vurmuş, öykü yazarı, profesör Ruth’un hayatına, yazar olmak isteyen, heyecanlı bir öğrenci olarak giriyor. Bu ilk başlarda usta-çırak ilişkisi, önce asistan, sonra dost algısında ilerlerken ortaya bir de meslektaşlık sıfatı ekleniyor, ki hikâyenin tüm muammaları da burada baş göstermeye başlıyor. Dostluk evresinde, Ruth’un kızı-can dostu gibi görmeye başladığı Lisa’ya bir sırrını vermesi ve öğrencisi Lisa’nın öğretmeni Ruth’un ilk başlarda ona verdiği tüm öğütleri-dersleri çok iyi dinlediğinin ispatı olarak bu sırrı kendi diliyle ifşa etmesi…

        GEÇEN ZAMANI DÜŞÜNMEMEK ELDE DEĞİL!

        Kadriye Kenter ve Defne Halman, tüm hikâye boyunca, hırslı iki yazarın arasındaki dokuyu dantel gibi işliyorlar. Adeta karşılıklı paslaşmaları, edebi bir şölene dönüşüyor. Hayranlığın bir tık üstü rekabet, ustalığın bir tık üstü çıraklık kavramları üzerinden, incelikle paylaşılan repliklerin her biri, biz izleklere de ders niteliğinde. Bir sır üzerinden bütün hayatı ve arkadaşlığı sorgulayan oyun, ahlak ve erdem kavramlarına özel bir vurgu yapıyor.

        Yazma hevesinde olan genç yazarların özellikle seyretmesini salık veririm, zira Toplu Hikâyeler aleminden çıktığınızda var olan soru öbekleriniz daha da belirginleşecek. Cevabına gelince, soruyu doğru sorduktan sonra ne önemi var ki, hayat zaten şekil veriyor bünyeye, tasviri için alt yazı geçmeye gerek yok!

        Bugünkü sözümüze de oyundan bir kelamla veda edelim: (Ruth, Lisa’ya diyor) “Yürüdüğüm yollarda şimdi senin yürüdüğünü görüp de geçen zamanı düşünmemek elde değil... Derdim bu. Görmüyor musun? Zaman.”

        Detaylı bilgi için: 212 246 35 89 / http://www.kentertiyatrosu.org/

        Diğer Yazılar