Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugünün mevzusu, her zaman olduğu gibi yine tiyatro minvalinde, bir seyirlik rotası olacaktı... Ama kültür sanatın, kelamı ve sedası tadında hatunu, Özgür Radyo’nun Yediyelken kültür sanat ustası Semra Çelebi’nin muhabbetine düştü, us algılarım... İstedim ki; sizler de ‘sizden, bizden, onlardan’ farklı seslerin ahenginde, 2013 son Mart Cuma’sına bu dokuda merhaba deyin! (Olmadı böylesi de var, deyin ama bi şeylerin de söylendiğini yahut söylenebildiğini duyun!) Bugün, ben, bu aşağıda paylaşacağım, Semra Çelebi’nin yazısı güzergahında olacağım... (Kısaca bizim Semoş’un muhabbetini kağıda döktük, işte ortaya saçılanlar…) Ey, aklı her daim farklı ses, farklı renk, farklı koku odalarında, miss olan şahane okur, hazırsanız başlıyoruz! (Erken içimden geldi notu: Oralar buralara, buralar oralara dar gelirse yazı sonrasında, tek sözüm, yarası olan gocunur! Bu arada, sizler bilirsiniz zahir de, bilmeyenlere gelsin: Benim yaram var, o minvalde de arada bir gocunurum.) Şimdilik eyvallah!

        COCTOEU’DAN KORTAY’A, FO’DAN ORAK’A

        “Dünya Tiyatro Günü, tekil ile çoğulun, öznel ile nesnelin, bilinç ile bilinçaltının birbirleriyle derinden kaynaştığı önemli bir olaydır; bu uyuşma ve kaynaşmadan insanı büyüleyici olağanüstü yaratıklar doğar.” İlk 27 Mart Dünya Tiyatro Günü bildirisini kaleme alan Fransız şair, oyun yazarı ve film yönetmeni Jean Cocteau, 51 yıldır kutlanan bu günü yukarıdaki cümleyle anlamlandırmıştı. İçinde hem bir temenniyi, hem de büyük bir iddiayı barındırıyordu. Bugüne kadar Dünya Tiyatro Günü’nün kitleler nezdinde, ‘ücretsiz tiyatro izleme’nin dışında bir anlamı oldu mu, tartışılır ama gelinen noktada, tiyatronun sorgulayıcı ve sorgulatıcı yönünün egemenleri rahatsız ettiği ortada.

        Özellikle bu topraklarda, tiyatro üzerindeki baskılar gün geçtikçe artıyor. Geçmişte, muhalif ve alternatif tiyatro gruplarının, oyunları basılarak, Anadolu şehirlerine sokulmayarak bu baskıyı derinden hissederken, artık sözü olan her oyun, bu basınçtan nasibini almakta. Sadece bu basınçlarla da değil üstelik; salon verilmeyerek, varolan salonlarına çeşitli bahanelerle kilit vurularak, kentsel dönüşüm adı altında salonlarının yerine AVM’ler yapılarak, telif hakları gerekçe gösterilip, oyunları repertuardan kaldırılarak, hiçbir destek verilmediği için ekonomik sıkıntılara boğularak…

        MUHAFAZAKAR TİYATROYA KARŞI…

        Hal böyle olunca, her yıl dünya ile birlikte kaleme alınan Türkiye Bildirisi de önem kazanıyor. Bu yılki bildiriyi oyuncu, yönetmen, çevirmen ve hali hazırda öğretim görevlisi sıfatıyla eğitim veren Göksel Kortay yazmış. Muhafazakâr tiyatroya karşı ‘muhafazakâr laik - ulusalcı tiyatro’nun ‘muhalif’ kimliğiyle tiyatroyu savunduğu şu günlerde, bildiriyi Kortay’ın kaleme alması manidar…

        Zira Cumhuriyet dönemi boyunca, bu topraklarda yaşayan halkların değil, kendi dillerinde tiyatrolarını yapmak, kültürel aktivitelerini yapmaları bile engellenip, yasaklanırken Kortay, Cumhuriyet’in ilk yıllarına, tiyatro adına güzelleme yapmaktan geri durmuyor, sahnede ‘dil birliğini’ savunarak Türkçe’ye vurgu yapıyor.

        Osmanlı döneminin çok dilli çok kültürlü yapısından bahsederek başladığı bildirisine şöyle devam ediyor Kortay: “Cumhuriyet’imizin kuruluşundan sonra bir Rönesans yaşandı adeta Türkiye’mizde… Cumhuriyet kurumları ve kazanımları içinde, diğer sanat dalları ile birlikte, gerekli ve önemli yerini aldı tiyatro… Lâik, demokratik Cumhuriyet’imizin kurucusu ulu önder Atatürk’ümüzün vurguladığı gibi: “Sanatsız kalmış bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir.’ Çünkü sanat, ülkenin çatısına destek veren temel dayanaklardan biridir. Birey çağına tanıklık eder tiyatro aracılığıyla; sorar, sorgular. Güçlüdür tiyatro sanatı, çünkü anlatacak sözü vardır hep… Dinamiktir, enerjiktir tiyatro, en yalın eğitim aracıdır. Dil birliği bir ülkenin temel yapı taşlarındandır… Her ülkede, dilin en güzel kullanıldığı yer tiyatro sahnesidir kuşkusuz. Günümüzde aşırı derecede yozlaşan Türk dili kullanımının doğru çizgide gelişmesinde çok önemli bir rol üstlenir tiyatro.”

        Bu ülkede kendi dilinde, kendi kültüründe tiyatro yapanları ya da yapmak için inadına mücadele edenleri ‘unutmuşçasına’ yazan Göksel Kortay’a en güzel cevabıysa yine yıllar öncesinden seslenen Jean Cocteau veriyor: “Fazla bencilliklerinden ötürü kolay kolay büyülenmeyen Fransızlar bile, Paris’te Milletler Tiyatrosu’nu kurmakla, en küçük hafifliğe kapılmadan eğlenme susuzluğunu, açlığını ispat etmiş oldular. Her milletten değerli oyuncu toplulukları, bu tiyatroya kendi dillerinin şaheserlerini getirmekte, sırf oyunlarının kuvvetiyle ve repertuarlarıyla kendi dillerine ve alışkanlıklarına kapanıp, başkalarının dillerine, hallerine, meselelerine ilgi göstermeyecekleri sanılan seyircileri hayran bırakmaya muvaffak olurlar.”

        TÜM ENGELLEMELERE VE ZORLUKLARA KARŞIN

        Neyse ki yılların tiyatro insanı Göksel Kortay sadece yozlaşmakta olan Türkçe’ye dikkat çekerek bitirmiyor bildirisini, sorunlara da değiniyor ancak yine çözüm önerisini ‘eğitim şart!’ yüzeyselliğinden kurtaramıyor: “Tüm engellemelere ve zorluklara karşın, İstanbul gibi pek çok kültürün aynı potada eridiği böyle muhteşem bir kentte, bugün irili ufaklı mekanlarda, 300’e yakın oyun sergilenmekte… Pırıl pırıl, yetenekli gençler, mesleklerini sürdürebilmek adına, buldukları her delikte, dehlizde, kovukta, apartman katında, odasında, bodrumunda vurucu, etkileyici oyunlar sahnelemekte… Ne var ki bu alternatif mekanların çoğu da yıkılarak otel, alışveriş merkezi olma yolunda. İstanbul’daki karamsar tabloya karşın, neyse ki Anadolu’nun çeşitli kentlerinde giderek tiyatrolar yeşermekte. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde ekonomiden öte en önemli asal kriter kültür, sanat ve elbette tiyatrodur. Nüfusu iki milyonun altındaki AB ülkelerinde, kasabalarda bile opera, tiyatro varken bizde neden olmasın? Bu bağlamda, gelin her ile, her kasabaya bir tiyatro hayalini hedef belirleyelim. Bu hayal, yalnızca daha iyi eğitimle gerçekleşebilir.”

        2013 BİLDİRİSİ FO’DAN KÜRTÇESİ ORAK’TAN

        27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nün, 2013 yılı açısından en güzel yanı dünya ortak bildirisinin İtalyan tiyatro insanı Dario Fo tarafından kaleme alınması. Biz onu tiyatro insanı olarak tanımlasak da o kendisini; “Tiyatro karikatürcüsü, toplumsal ajitatör ve radikal palyaço” olarak nitelendiriyor. Türkiye’de en çok ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’, ‘Klaksonlar, Borazanlar ve Bırtlar’, ‘Ödenmeyecek, Ödemiyoruz’ oyunlarıyla tanınan Dario Fo, oyuncu eşi Franca Rame ile birlikte ajit-pop tiyatrosunun da en önemli temsilcilerinden sayılıyor. 1968’te İtalyan Komünist Partisi’yle bağları olan Yeni Sahne’yi kurdu, 1970’ten itibaren Halk Tiyatrosu Topluluğu’yla birlikte, fabrikalarda, sokaklarda, parklarda, spor alanlarında yani halkın yoğun olarak bulunduğu yerlerde oyunlarını sahneledi. 1997 Nobel Edebiyat Ödülü’nün de sahibi olan Dario Fo’nun bugüne kadar bildiriyi kaleme alan isim olmaması şaşırtıcı…

        Tüm bu nedenlerden 2013 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi’ni Dairo Fo’nun yazmış olması dikkate değer. Bu yılın bir diğer özelliği de Fo’nun kaleme aldığı bildirinin Kürt tiyatro insanı Aydın Orak tarafından Kürtçe’ye çevrilmiş olması. Kürt aydın Musa Anter’i (Ape Musa) ‘Araf / İki Ülke Arasında’ adlı oyunuyla yıllarca sahnede, kendi dilinde anlatan Orak’ın bildirinin Kürtçe’sini kaleme alması da önemli.

        İşte Dairo Fo’nun yazdığı 2013 Dünya Tiyatro Günü Bildirisi ve Aydın Orak’ın Kürtçe çevirisiye 2013 Roja Şanoyê a Cîhanê:

        KOVULAN TİYATROCULARDAN…

        “Uzun zaman önce, varlıklarına katlanılamayan Commedia dell’Arte oyuncuları konusunu İktidar karara bağladı; kovalayıp ülkeden çıkardı onları. Bugün oyuncular ve tiyatro toplulukları sahne, salon ve izleyici bulmakta güçlük çekiyorlar. Bütün neden kriz. O nedenle, iktidar sahipleri, inceden inceye alay ederek seslerini duyuranların, nasıl denetleneceği gibi sorunlarla uğraşmıyorlar artık. Zira oyuncuların, ne yeri, ne yurdu var, ne de seslenecekleri halk kitlesi. Rönesans İtalya’sında, tam tersine, iktidardakiler Commedianti’yi köşeye kıstırmak için hayli çaba harcamak zorundaydılar; çünkü yığınla izleyicisi vardı onların.

        Commedia dell’Arte oyuncularının ülkeden büyük çıkışının karşı-reformasyon yüzyılında gerçekleştiği biliniyor. O dönemde, bütün tiyatro mekânlarının boşaltılması emredildi. Özellikle Roma’da oldu bu. Tiyatrolar o kentin kutsallığına zarar vermekle suçlanıyordu. Papa 12’nci Innocent, 1697 yılında, burjuvazinin daha tutucu kanadının ve ruhban sınıfı çoğunluğunun ısrarlı baskısına boyun ederek Tordinona Tiyatrosu’nun yıkılmasını buyurdu. Ahlak bekçileri en çok müstehcen gösterinin orada sahnelendiğini iddia ediyorlardı.

        REZİL KONUŞMALAR İÇEREN TEKSTLERİ YAKMAK

        Karşı-Reformasyon döneminde çabalarını Kuzey İtalya’da yoğunlaştırmış olan kardinal Carlo Borromeo, ‘Milano çocukları’ dediği halkın günahkârlıktan kurtarılmasını hedef bellemişti kendine. Onun gözünde sanat ile tiyatro arasında açık bir ayırım vardı: Birincisi ruhsal eğitimin en yüksek kademesi, ikincisi ise ulviyete sırt çevirip, ego kabartma uğruna boş işlerle uğraşmanın dışa vurumuydu. İşbirlikçilerine yazdığı bir mektupta görüşlerini mealen şöyle dile getiriyordu: “Bu meşum zararlı otun kökünü kazımayı dert edindik. Rezil konuşmalar içeren tekstleri yakmak için elimizden geleni ardımıza koymadık. Hepsini insanların belleğinden silmeye çalıştık. Aynı zamanda öyle yazıları baskıya dökerek yaymaya kalkanların peşine düştük. Ancak görünüşe bakılırsa anlaşılıyor ki biz uyanmamışken, şeytan yepyeni bir kurnazlıkla çaba harcamış. Gözle görülen şey, kitapta okunana kıyasla, ruhun ne kadar derinliklerine nüfuz edebiliyor! Ağızdan çıkan sözle ve ona uyan hareketle, ergenlerin ve gencecik kızların zihinlerinde yapılan tahribatın yanında, kitaplardaki ölü sözcükler nedir ki. Bu nedenle, kentlerimizi istenmeyen ruhlardan temizlediğimiz gibi tiyatro icracılarından da kurtarmalıyız.”

        Böylece görülüyor ki günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere karşı büyük bir dışlama kampanyasının düzenlenmesidir. O seferberlik tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik olmalıdır özellikle. Sonuçta kovulan tiyatro icracılarından doğacak çağdaş Commedianti diasporasının böyle bir baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacakları kuşkusuzdur.”

        (Meraklısına not: Yazının devamını ve Yediyelken program ile paylaşımlarını, bu blogtan takip edebilirsiniz: www.yediyelken.tumblr.com)

        Diğer Yazılar