Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ben, Diyarbakır/ Amed’in izini sürerken, sizleri es geçtiğimi sanmayın! Meraklılarını, sezonun sonunda yetiştiğim ve seyir aleminde mest olduğum 3Mota ile baş başa bırakıyorum...

        Daracık sokakların, efsunlu ara mahallelerin ve leziz sofraların kurulduğu avlularının yamacında, evrenin ulu sırrını çözmüş gözlerinin selamıyla kelama düşen insanların diyarındayım… Geçen hafta da dillendirdiğim üzere, ben hâlâ Diyarbakır / Amed’in keşfini sürüyorum. Bana kalanları, Yeditepeli şehrim İstanbul’a döndüğümde paslayacağım bu satırlardan, lakin bu güzelliği hatıralarıma kazımak için, izninizle Amed’in derin nefesine dalıyorum yeniden! Dönüş vaktine kadar sizleri, (geç seyrine daldığım ve bu yüzden hayıflandığım) 3Mota ekibi ve şahane oyunlarının muhabbetiyle baş başa bırakıyorum. Tiyatro sezonu, perdelerini vedaya salmadan bu aralar kendinize bi güzellik yapıp rotanızı, Osmanbey’de konuşlanan Sahne 3’ün, 3Mota halinin, kafa açan hikâyelerinin deryasına çevirin! Ama öncesinde, ‘3Mota kimdir, kimlerdendir’ diyenlere gelsin niyetiyle 3Mota’nın kurucusu Ümit Çırak ile şöyle en temizinden bir muhabbete dalıyorum. İşte bu muhabbetten size kalanlar... (Erken içimden geldi notu: 3Mota’dan bir ‘Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü’nü dikize yattım ki, sormayın; tek kelime ile çok şukela bi iş ortaya çıkarmışlar, eyvallah! Seyrederken Salman Rüşdi’nin ‘Şeytan Ayetleri’ adlı kitabında yer alan ‘tanrı, adva-insan ve şeytan’ın diyalogları aklıma geldi… Neyse bekleme yapmayalım da mevzumuza, en incesinden giriş yapıp, ayarımızı alalım!)

        ‘NASIL OYNUYORUM’UN EN İYİ CEVABI

        * Nedir 3Mota? Derdiniz nedir, efkarınızı neyle çözersiniz?

        Ümit Çırak: 3Mota; araştırma laboratuvarı anlayışı ile çalışan bir oyunculuk ‘atölyesi’dir. Yaptığım ve oynadığım tüm çalışmalar neticesinde, kendimi her seferinde, şu sorunun cevabını ararken buldum; ‘Nasıl oynuyorum?’ Sonrasında hem yurt içi, hem de yurt dışında yaptığım araştırmalardan gördüm ki, tüm oyunculuk metotları, bu sorunun en iyi cevabını arıyor. ‘En doğru’ demiyorum dikkat ederseniz, en iyi cevabını arıyor. Yani tüm bu arayışlar ve araştırmalar, oyunculuk bilgisinin sabitlenmiş bir bilginin aktarımı olamayacağını gösteriyor. Bu sebeple 3Mota’da bir atölyede olması gereken araştırma, deneme ve üretme kültürünün süreçleri geçerli. Dolayısıyla da hem profesyonel oyuncular, hem de oyuncu adayları bu atölyeye; öğrenmek, öğrendiklerini araştırmak, araştırdıklarını denemek ve yenilerini üretmek çabasıyla, kısaca kendilerini geliştirmek için gelirler… Sonucunda da atölyenin eğitim sürecinden geçen oyuncu adaylarına herhangi bir sertifika verilmez. Sertifikayı her oyuncu, kendine, kendini geliştirdikçe vermektedir zaten. Oyunculuğun nasıl olması gerektiğini kafamda şekillendirme ve daha iyisini bulma ihtiyacını, okul sonrası pandomim hocalığı yaparken ve konservatuar sınavlarına hazırlanan öğrencileri çalıştırırken hissetmeye başlamıştım. 3Mota, yani Ümit Çırak Modern Oyunculuk Teknikleri Atölyesi’nin temelleri, bu derslerde ve Ekol Drama’da, Ayla Algan’ın teşvikiyle atıldı. Devamında hem çocuklara, hem de yetişkin öğrencilerime oyunculuk dersleri vermeye başladım. Bu sırada yetişmiş çocuk oyuncularımın, sinema filmlerinde ve kısa filmlerde rol alması ve başarılı olmaları, 3Mota’yı da bilinir kıldı. Bunların başında Çağan Irmak’ın Ulak filmi gelir. Sonrasında ne zaman bir proje için çocuk oyuncu yetiştirilecekse bana danışılır oldu… Atölyemiz diyorum, çünkü şu an geniş bir eğitmen, asistan ve oyuncu kadrosu ile bir taraftan oyunculuk eğitimi vermeye devam ediyoruz, diğer taraftan da geçen yıl temellerini atıp, bu yıl faaliyete geçirdiğimiz sahnemiz Sahne3’te, 3Mota Oyuncuları olarak oyunlarımızı

        HER ŞEYİ BÜYÜTMEYİ VE ZORLAŞTIRMAYI SEVİYORUZ

        * Ekip kimlerden oluşuyor ve bir araya geliş mottonuz?

        Ü.Çırak: Eğitmen ekibinde böylesi bir anlayışla ortak paydada buluştuğumuz, başta Ahmet Cemal Hoca’mız olmak üzere, Çağatay Çatal, Ayşegül Aydın, Senem Oluz, Pınar Dikbaş ve ben, oluşturduğumuz Temel Oyunculuk, Kamera Önü Oyunculuğu ve Çocuk Drama Sınıfları ile çalışmalarımıza devam ediyoruz. Buna, bu yıl sahnelediğimiz oyunlarımızda rol alan oyuncu kadromuz; Tolga Çıklaçiftçi, Yiğit Kirazcı, Hakan Ummak, Evrim Kaynak, Deniz Baydar, Pınar Dikbaş ve Aytaç Gurbetçi’yi de dahil edebilirim. Önümüzdeki sezon, dışarıdan sürpriz isimleri de kadromuza katarak hem atölyeyi genişletmeyi, hem de yeni oyunlar ekleyerek bu sezondan çok daha yoğun bir programla seyirci karşısına çıkmayı planlıyoruz.

        *‘Yetişkin' ve 'çocuk'lar arasında, bir eğitmen-oyuncu olarak gördüğünüz; bu da olabiliyormuş-ol(a)muyormuş dediğiniz yahut ilk kez tecrübelediğiniz hissiyat nedir?

        Ü.Çırak: Çocuklarla çalışmak bana, basit sorular sormayı ve o sorulara, yine dolaysız basit yanıtlar bulmayı öğretti. Bu inanılmaz bir berraklık yaratıyor hayatınızda. Biz büyükler, her şeyi zorlaştırmayı ve büyütmeyi çok seviyoruz, o zaman da kendimizi, çözümü neredeyse imkansızlaşmış bir çıkmazın içinde buluyoruz. Size, 4 yaşında bir kız çocuğu: ‘Tamam dizi filmi, reklam filmi, çizgi filmi, sinema filmi de; film ne demek?’ diye sorduğunda ona anlayabileceği ve gerçek bir yanıt aradığınız bir saniye içinde, bir okul bitiriyorsunuz. Ona kutular çizip, kutulara isimler verip, kurguyu anlatmanıza kadar gidiyor iş. Ne kadar yalın değil mi? ‘Film nedir?’ Merak ediyorum oyuncu olan ve olmak isteyen bir sürü insan, gerçekte bu soruya ihtiyaç duydu mu? Varıp bakıldığında, saatlerce sinema sanatını kurtaran sohbetlerin içinde, gerçekte filmin ne olduğu biliniyor varsayılarak atlanır. Atölye eğitimi, insanın kendini tanıması ve özgürleşmesi üzerine yapılandırıldı. Özgür bir benliğe sahip olmadığın sürece, üretmen imkansız. Sanıldığının aksine, çocuk oyuncularla çalışmak, yetişkinlerle çalışmaktan çok daha kolay. Çünkü çocuklar, henüz oyun oynama ehliyet ve yeteneklerini kaybetmiş değiller. Yetişkin insan, biçimlenmiş kimliklerine sıkı sıkıya sarılırken, çocuklar her yeni oyunda, yeni bir oluşu takip ediyor… Çocukların algıları çok açık oluyor. Çocuk dünyasının sınırsız hayal gücü, bir rolü yapılandırmada, önümüzü açan bir faktör her zaman.

        O MERMER KÜTLENİN İÇİNDEKİ MELEĞİ GÖRDÜĞÜNÜZ ANDIR…

        * Sizce herkes oyuncu olur mu? Tiyatro ve sinemayı, dikize yattığınızda yahut kendi kişisel deneyimlerinizden ortaya çıkan nida nedir?

        Ü.Çırak: Tekrarlamaktan sıkılmadığım ve çok sevdiğim bir örneği anlatmak istiyorum. Michelangelo’ya diyorlar ki; ‘Yekpare bir mermerden, bu kadar güzel bir melek heykelini nasıl yaptınız, ancak bir sanatçının işidir bu. Ne kadar büyük bir sanatçısınız, tebrik ederiz sizi.’ Michelangelo: ‘Yanlış anlamışsınız. O koca mermer kütlenin içindeki bu meleği gördüğüm an, benim sanatçılığım bitti. Yerine asistanlarımla oyma işine giriştiğim an, zanaatçı oldum.’ İcracı ile sanatçı arasında fark vardır. Sanatçı, ne yapması gerektiğini bilen, bulan, icracı, ne yapılması ile ilgili dışarıdan direktif alıp, aldığı direktifi uygulayandır. Herkes bir dizide, filmde oynayabilir. İyi yönetmen, iyi senaryo ve çok parası olan bir yapımcı, eseri çok bilinir hale getirebilir. Sizi de o eser içinde oynatabilir. Ancak sanatçı-oyunculuk başka bir bakış gerektirir; içinizden bir tepki duyuyor musunuz? Bir olay gördüğünüzde; onu biçimlemek, o an tanık olduğunuz yaşantıyı kendi bedeninizde, kendizihninizde deneyimlemek arzusu duyuyor musunuz? Birini anlamanın en derinlikli yolu o olmak gibi geliyor mu size? İşte o zaman sanatçı-oyuncusunuz. Sizi resim yapmaya iten bir şey varsa ressamsınız. Sizi müzik yapmaya iten bir şey varsa müzisyensiniz. Sizi iten şeyler ki, bunlar ihtiyacınızdır ve bunlar sizi sanatçı yapar. O mermer kütlenin içindeki meleği gördüğünüz andır sanatçılık. Onu gördükten sonra, onu oyup, ortaya çıkarmak kolay iş... Sinema, dizi, reklam, tiyatro, performans bunlar aynı temel oyunculuk yasalarına dayansa da teknik anlamda farklılıklar gösterirler. Bunun ötesinde algıları da farklıdır. Tiyatroda çok büyük başarılar göstermiş bir sürü usta oyuncu, kamerada aynı başarıyı gösteremeyebiliyor ya da tam tersi... Bunun sebebi; ‘ekrana yakışmak’ ya da ‘sahne albenisi’ gibi sözcüklerle ifade edilse de, gerçek gerekçeler nedir, ben de bilmiyorum. Tabii ikisinde de müthiş performanslara sahip ustalarımız var, onlar bu mesleğin en şanslıları oluyor. Sanırım ben, ikisini de seviyorum ama hangisi beni, daha çok seviyor bilemiyorum. Sinema, resmen büyülüyor beni, tiyatro ise adrenalini çok yüksek bir yapı. Yani ikisini, birbirine göre ölçümleyemem, sanırım gerek de yok.

        ÇOCUKLAR BÜYÜKLERE ‘BÜYÜK OYUNU’ OYNADILAR

        * 3Mota'nın tiyatro oyunları-sahneleme macerası ne zaman başladı, sanırım şimdilik 3 oyun var? Bu süreçte, yolunda giden- gitmeyen ya da çoğalan-eksilen neler oldu?

        Ü. Çırak: Aslen 2006’da kurdum ilk atölyemi. İki yıl yaptıktan sonra, ilk mezunlarımı verdim ve bıraktım. Sorumluluğu çok ağır ve yorucuydu. Sonra 2009 Ekim’inde dayanamayıp, tekrar başladım, hem de evimin salonunda... Ardından Osmanbey’deki mekânımızı bulduk. Önce tek katta başladık. Atölyenin gelişmesini, oyunculuk dersleri, oyuncu koçluğu yanı sıra, film atölyeleri ve tiyatro yapmayı da istiyordum. İlk etapta, kameralar kiralandı ve atölye içinde filmler çekildi. Ardından, 6 yıllık çocuk öğrencilerimden Zeynep Deniz Özbay ve Mert Trenova’nın oynadığı Tennessee Williams’ın ‘Dikkat Çökme Tehlikesi Var’ adlı oyununu sahneledik. 20 dakikalık bir oyun olmasına rağmen, Türkiye’de ilk kez oynanıyordu, hem de yazarın öngördüğü gibi 12-13 yaşlarındaki oyuncular tarafından. Büyükler, çocuklara ‘çocuk oyunu’ değil; çocuklar, büyüklere ‘büyük oyunu’ oynadılar. İnanılmaz bir deneyimdi. Burada, artık tek kata sığmaz olmuştuk. Bu binada tiyatro yapılabilirliğini de test ettikten sonra buradan başka bir yere taşınmayı, içim hiç elvermiyordu. Ne yapılır, ne edilir diye düşünürken, üst katımızın kiralık olduğunu öğrendik ve bu sefer yukarıyı da kiraladık. Artık dersliklerin haricinde, tiyatro yapabileceğimiz bir salonumuz oldu. Aslen atölye kendini geçindiriyor diyelim, tiyatroyu da yaptığımız koçluklar ve özel dersler ile destekliyoruz. Amacım, ileride sinema atölyelerinin de olduğu bir yapıya ulaşmak. Aynı zamanda yurt dışı bağlantılı ortak çalışmalar organize etmek ve performans

        alanında, çeşitli projeler üretmek istiyorum. Öyle ki atölyenin her bir birimi, yılda bir kaç dişe dokunur projeye imza atmalı. Tabii bunlar için biraz daha zaman var. Bakıldığında, 3Mota henüz 3 yıldır faaliyet gösteriyor ve tiyatro yapmaya geçen yıl başladık. İlk yılımızda ise 2 oyun var. Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü ile Direklerarası Seyirci Ödülleri’nden Jüri Özel Ödülü’nü aldık. Sanırım o kadar da yavaş değiliz. Bakalım… İnsan tabii ki, daha çok şey yapmak istiyor.

        BUGÜN TANRI DA İNSAN DA ‘İNSAN’A İNANMAK ZORUNDA!

        * Bu oyunları seçme nedeniniz vemetinler, orijinallerinden ne kadar günümüze

        Ü.Çırak: 3Mota; kurumsal bir tiyatro olmaktan öte, atölye olmanın gerektirdiği, araştırma, deneme ve üretim süreciyle çalışmalarını sürdürüyor. Ben oyunculuğu, araştırması tamamlanmış ve sınırları çizilmiş bir yapı olarak görmüyorum. Bu yüzden ‘hangi oyun, ne gişe yapar, hangi oyuncularla çalışmalıyız?’ anlayışı yerine, atölyede uzun süredir, üzerine çalışılan özgün oyunculuk metodunu sınayıp, geliştirmemize elverişli oyun ve oyuncuları seçmeye çalışıyoruz. İlk oyunumuz Stefan Tsanev’in kaleme aldığı ‘Jeanne d’Arc’ın Öteki Ölümü’. Yönetmenliğini ben yaptım. Fransız halk kahramanı Jeanne d’Arc’ın hikâyesine farklı bir açıdan bakıyor oyun. Bir taraftan Ortaçağ Avrupa’sındaki Fransa’yı ele alırken, esas olarak günümüz dünyasına, güncel politikalara ve çarpıklıklara işaret ediyor. Ben ‘Tanrı’yı, Ayşegül Aydın ‘Jeanne d’Arc’ı, Tolga Çıklaçiftçi ise ‘Cellat’ı oynuyor. Oyunun yardımcı yönetmenliğini Çağatay Çatal, müziklerini Pınar Dikbaş, kostüm tasarımını Mehmet Ali Zeren, dekor tasarımını ise Barış Dinçel üstlendi. Oyunun ana cümlesi zaten dramaturji çalışmalarında kendiliğinden belirdi; “İster Tanrı ‘insan’ı yaratmış olsun, ister insan Tanrı’yı, bugün; Tanrı da, insan da, insana inanmak zorunda…” 2013 Mart’ında, seyirci ile buluşturduğumuz ikinci oyunumuzu ise atölye eğitmenlerimizden Ahmet Cemal kaleme aldı: ‘Ben, Nâzım, Yaşarken ve Ölürken...’ Oyun, Nâzım Hikmet’i anlatırken, bilindik, alışılagelmiş bakış açılarını, şiirlerini ya da dizelerini içermiyor, bunun yerine Nâzım’ın farklı zamanlarını ele alıp, herkesin kendine ait Nâzım’larını yeniden yapılandırmasını ve bunu yaparken ezber alışkanlığımızın kırılmasına dikkat çekiyor. Yönetmenliğini yine benim üstlendiğim oyunun dekor tasarımını Barış Dinçel, koreografisini ise Senem Oluz yaptı. Oyunda; Tolga Çıklaçiftçi, Yiğit Kirazcı ve Hakan Ummak ‘Nâzım’ı, ben ve Çağatay Çatal ise ‘anlatıcı’ olarak rol alıyoruz.

        ‘BEN’İ VAREDEN ÖTEKİ ‘BEN’İN DAVRANIŞINI BELİRLİYOR

        * Atölyede yaptığınız çalışmalarda belli bir oyunculuk metodu kullanıyor musunuz? Kısaca bahseder misiniz?

        Ü.Çırak: İnsan kimdir ve nasıl davranır, davranışını üreten mekanizma nasıl çalışıyor sorularıyla başlıyoruz eğitim sürecine. Modern oyunculuk tekniklerini baz aldığımız atölye çalışmalarında, oyuncu adaylarının önce kendilerini tanımalarını sağlıyoruz. ‘İnsan’ı oynayacak oyuncu, insanı tanımaya kendinden başlamalıdır. Genelde insan kendini tanıdığını ve ne olduğunu bildiğini zannetse de bu bir yanılgıdır. Bunun için büyük bir farkındalık gerekir; önce yaşadığınız zamanı ve dünyayı doğru kavramanız gerekir. Ancak bu kavrayış ile kendinizi görebilirsiniz. İnsanın kendi varlığına ‘ben’ ve ben dışındaki bütün bir varlık cümlesine ‘öteki’ dersek; ‘ben’in ve ‘öteki’nin davranışları sürekli bir etkileşimin ürünüdür. ‘Ben’i vareden ‘öteki’, ‘ben’in davranışını belirliyor. Zamanın bütünsel algısı, anlık gereklerin kurgusundan oluşur. Bu da anı, zamandan daha gerçek kılar. Bu sebeple atölyemizde uygulanan metodun tam tanımını şöyle yapabiliriz; ‘Yeni Gerçekliğin Anda Algısal Yapılandırılması’.

        İNEKLERİN MEMELERİNİ ŞEHVET UNSURU GÖREN…

        * Son olarak tiyatro-edebiyat alanında yaşanan yasaklanmalar hakkında ne düşünüyorsunuz, sizin bir eğitmen olarak sığındığınız efsun nedir? Gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz? Ekibinizin, kendini yasladığı yer neresi?

        Ü.Çırak: Ben, inatçı olmak gereğine inanıyorum. Onlar yasaklasın, biz yazalım; onlar kaldırsın, biz sahneleyelim. Ancak kendi varlığını tehdit altında gören bir sistem, kendi kültüründen korkar. Ben; ‘Şeker Portakalı’nın müstehcen olduğunu savunan, reklamdaki ineklerin memelerini şehvet unsuru gören bir yapıyla tartışamam, çünkü onlarla aynı düşünsel bağlamda konuşamam. Hayyam’ın rubaileri yargılandı bu ülkede, hem de bu gün. Ben; bilim ve felsefenin günah veya suç sayılmadığı, İslam dünyasının en aydınlık dönemine doğmuş, dünyaca ünlü bir bilim adamının, bir felsefecinin, bir şairin, aradan bin yıl geçmesine rağmen yazdıklarının yargılanmasını hangi cümlelerle tartışabilirim ki?! Ancak kendi doğrularımla inadına üretmeye devam edebilirim. O zaman yılda bir değil, dört oyun yapmalıyım, on öğrenci değil, yirmi öğrenci çalıştırmalıyım, çocuk sınıflarını arttırmalıyım ve bu çalışmaların tümünde ‘insan’ı temel almalı ve hiçbir felsefenin, hiçbir inancın, hiçbir kültürün, ‘insan’ın

        önüne geçmesine izin vermemeliyim. Bu gibi karanlık dönemler hep yaşanmıştır ve hep aydınlıkla sonuçlanmıştır. Karanlıklar, aydınlığa çıkar. Ateşten korkmayalım yeter...

        Program ve detaylar için: Sahne3 / Halaskârgazi Cad. Sebat Apt. No: 74 Kat: 5 Osmanbey / Şişli Tel: 0507 649 47 21 / 212 231 19 31 / www.3mota.com

        İçimden geldi notu: Unutmadan; “Ben, Nazım, Yaşarken ve Ölürken” adlı oyunu, 24, 31

        Mayıs Cuma, saat 20.30’da seyredebilirsiniz, bilginize!

        Diğer Yazılar