Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu hafta kelamı, Bergama’dan verelim istedim… Madem memleketim coğrafyasının büyükleri, beni ve benleri anlamıyor, yollara vurdum bünyeyi, işte ortaya saçılanlardan bazıları…

        “Mutlu insanların öyküsü olmaz.” 1908-1986 yıllarında yaşamış, Fransız yazar, filozof ve gazeteci Simone de Beauvoir böyle diyor. Mutlu / mutsuz, iyi / kötü, güzel / çirkin, doğru / yanlış v.s. gibi (bundan bilmem kaç milat önce, ademoğlunun yarattığı) tanımlara inanır mısınız bilmem ama, bu tanımlananlara inat, birileri var ki tanımsızlığın diyarında, paralel evrenlerinin tadını çıkarıyor. Nereden mi biliyorum?! (Bu çok mu önemli -geçelim reca edicem-) Hayatın, belki’lerle, ama’larla ve fakat’larla işi olmuyor ya da mealine virgül koyulamıyor da ondan! Tek bildiğim, mutsuz insanların geniş kahkahaları oluyor. Ya da size uymuyorsa bu ‘söylenenler’ ya da ‘altı çizilenler’; yalan dünyaya devam deriz, ey ömrünün bilmem kaç lügatını öğretilmişliklerle harcamış fani! Şimdilik kaldığımız yerden devam diyerek, bugünün fonunu da araya serpiştiriyorum ve görüntü tamam oluyor kadrajda. Zira biraz müzik her şeyi iyi eder mahlasında, indie ve country müzikseveler için gelsin ama öncesinde, biraz ses alalım lütfen: The Lumineers’ten ‘Stubborn Love’ veya ‘Ho Hey’…

        BERGAMA’DA TARİH 3 BOYUTLU CANLANIYOR

        Geçtiğimiz haftalarda, “Tarih, 3 boyutlu canlanıyor” başlığıyla ve “Tablet bilgisayar ve akıllı telefonlar üzerinden sağlanan, 3 boyutlu gezinme uygulamasıyla, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday olan Bergama’nın, 4 antik alanı olan Zeus Sunağı, Athena Tapınağı, Kızıl Avlu ve Asklepeion’u, 360 derece sanal ortamda ama orijinal haliyle görmeye ne dersiniz?” açılımıyla bir keşif rotası daveti aldım. İşin açıkçası, mesleğini icra edemeyen bir arkeolog olarak tarih/keşif kısmı tam benlik, hem de çocukluğunun gezi rotalarının bir kısmı Bergama-Dikili’ye düşmüş bir fani olarak lakin 3 boyutlu, akıllı telefon, tablet ya da bilumum teknolojik ürünler ve getirisi olarak detaylar; ne yazık ki bende yavaştan ‘kaç kaç’ edası uyandırıyor. Ben, daha 1. boyutta, suretimin efsununu çözememişken ve matrix ayarlarımı, bildiğimiz cep telefonun, sadece mesaj yazma bölümünde, o da ‘off’ da ‘puff’ da şeklinde hatmederken, tarihi, dijital ortamda, 3 boyutlu algılama hali(m), çok acayip! Ki tableti ve akıllı telefonu geçtim, face ve twitter’ı da olmayan bir bünye olarak, sanırım anlatabildim... Kısaca ben, bu yüzyılın, şahane argümanlarından da yarattığı nimetlerinden de anlamıyorum. Herkesin her şeyleri hatmettiği şu habitatta, ben ‘bağzı şeyleri’ anlamamışım, ne çıkar bundan?! Nasılsa anlayanları var.

        ZONGULDAK MADEN İŞÇİLERİNDEN BERGAMA KÖYLÜLERİNE

        İşte böylesine bir kafa algısında gittim: Adını hafızalara, 1990-91’de, Zonguldak Maden İşçileri Direnişi / Büyük Yürüyüş’ten sonra (1989’da başlayan ve 90’ların sonu 2000’lerin başında en üst düzeye ulaşan) köylülerinin siyanürlü altın işletmelerine karşı direniş hareketiyle kazıyan bildiğimiz-duyduğumuz, Türkiye’nin en büyük ilçelerinden biri olan Pergamon / Bergama’ya. (Es notu: Zonguldak’ın acıları dinmiş değil, yanlış hatırlamıyorsam; bu yılın, Ocak ayında, bir patlama yaşanmıştı ve 8 maden işçisi hayatını kaybetmişti. Tuhaf demi; bu kadar teknoloji üstüne, hâlâ -bir madende- hayatlar kaybediyoruz, canları yitiriyoruz ya da kaybedilmesine/yitilmesine izin veriyoruz.) Direnişleriyle aklıma ilişen Bergama’da, 3 boyutlu tarihi keşfi bitirip de İstanbul’a döndüğümde; teknoloji manyağı olmadım ama 2 bin yıl öncesinin izlerini, geçmişin ışığında ve bir tablet sayesinde, gelecek kadrajında dikize yatmak, itiraf etmeliyim ki beni heyecanlandırdı, hem de çok! Şimdi bu bastığım yer, baktığım tabletten milattan öncesine düşüyordu ve benim şimdi yere basan ayaklarımın izi, o tarihte ve o tarihin höyüklerinin gölgesinde (şimdisinde) yoktu.

        PROJENİN GİZLİ KAHRAMANLARI…

        Bu zamanda yolculuk serüveninde, bana kalıp da size dökülenleri sıralayacağım ama öncesinde, Anadolu’nun antik, mimari harikalarını, 21. yüzyılda, yerli-yabancı turistlerin seyrine açmaya vesile olan, bu şahane projenin kahramanlarına bir bakalım, nedir, kimdir diye! Uygulama için üniversiteler, mimarlık öğrencileri, belediye birimleri ve Bilkom elele vermiş ve 2 ay gibi kısa bir sürede, bu şahane yaratımı ortaya çıkarmış. Dokuz Eylül, Gedik ve Yaşar Üniversiteleri’nden toplam 12 mimarlık öğrencisi, 1 araştırma görevlisi, Bilkom’un Dijital Yaşam Koçu Mimar Ender Aydın’ın önderliğinde, Bergama Belediyesi Başkanı Mehmet Gönenç, Bergama İmar ve Şehircilik Müdürlüğü UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi koordinasyonuyla, iki kez Bergama’da düzenlenen hafta sonu kampında bir araya gelmişler. Alanların 2 boyutlu çizimleri, ArchiCad programı üzerine aktarılmış, 3 boyutlu hale getirilmiş, yapılan modellemeler Artlantis programıyla taranmış ve Bilkom’un iVisit Anatolia aplikasyonuna yüklenmiş. Bergama’da 4 tarihi alan, toplam 16 farklı bakı noktasıyla sanal gezinmeye açılmış. Ve tabii ki projenin arkasında yer alan gizli kahramanları da es geçmemek lazım: İlk adımın atılmasında ekibe yol gösteren ve bu sayede de bizleri, Bergama ile tanıştıran Dünya Kültür Mirası Gezginleri Derneği kurucuları Nihal ve Atilla Ege, çizim arşivlerini paylaşan Bergama Belediyesi UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nden Yaşagül Ekinci, Fatih Kurnaz ve Arkeolog Bülent Türkmen…

        BERGAMA’NIN UNESCO DÜNYA MİRASI MACERASI

        “Bu projeyle zamanda sıçrıyoruz... Her yıl Bergama’yı yüzde 95’i yabancı olmak üzere 460 bin turist ziyaret ediyor. 2007’de başlayan UNESCO maceramız, 2014’te sonuçlanacak. Eylül’de inceleme yapmak için UNESCO’dan bir heyet gelecek. Bu proje, maceramızda başarılı olmamız için çok olumlu etki yapacak” diyen Bergama Belediye Başkanı Mehmet Gönenç ve “Teknolojiyi kullanarak dünyaya örnek bir uygulama yaptık. Projeye en büyük katkıyı öğrencilerimiz yaptı… Bergama’da alanları gezerken artık şunu söyleyebileceğiz; telefonunuza, tabletinize bir bakın, burası eskiden nasılmış göreceksiniz. Bu bir sosyal sorumluluk projesiydi. Şimdi özellikle Doğu illerimizin belediyelerinden talepler alıyoruz” diyen Bilkom Genel Müdürü Cömert Varlık… Ve tabii ki proje kapsamında, ören yerlerinde yapılan tüm faaliyetlerin tahsisi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Döner Sermaye İşletmesi Merkez Müdürlüğü tarafından yapıldığını da not düşelim. Projede adı geçen, geçmeyen herkes, tarihe ne kadar manalı bir çizik attığının farkında, diliyorum ki bu toprakların nefeslenenleri bizler; Allianoi Antik Kenti’nin, Yortanlı Barajı’nın kapaklarının kapanmasıyla suya gömülmesine bir şey yapamadık belki ama bu defa tarihin kıpırtısına ses verebiliriz gibi, ne dersiniz?!

        BERGAMA ÇAYI ÜSTÜNDE İÇİLEN SÜTÜN TADI

        Bu yaz ya da gelecek ilkbaharda, rotanızı tarihin üç boyutlu kadrajına çevirirseniz, sonrasında ve öncesinde takılıp da ömrünüze ömür ekleyeceğimiz adresleri gelin biraz dikize yatalım… Bana hatırlatma, sizlere de ısındırma olsun! Bizler, Bergama’nın ilk sabah açılışını, Yenigün Kahvaltı Salonu’nda, ‘bal-kaymak-süt ve Bergama tulumu-peyniri’nden oluşan lezizliklerle yaptık. Salon dediysem, dağılışmayınız hemen; 3 masası bulunan, küçük bir yer burası. Sahibi ise neredeyse bir çınarla yaşıt olan, şahsına münhasır şahsiyet, Kore Gazisi Eşref (Taşkın) Amca. Servisi kendi yapıyor, tebessüme eksik etmeyen kısa-öz kelamı ve insanın içine bakan Anadolu gözleriyle bu yaşında, ben gencim diyenlere göz kırpıyor. Bir ara, duvarda asılı duran çerçevede, motosikletle poz vermiş, uzun boylu delikanlıyı görüp soruyoruz, kimdir bu siyah beyaz fotoğraftaki yakışıklı diye?! Tebessüm edip, kendisinin olduğunu söylüyor ve nasıl, bu yaşta da kullanıyor musunuz motor diye sorduğumuzda da iddialı bir tavırla ‘gezdireyim isterseniz’ diyor. Kahvaltı salonu, yaklaşık 2000 yıl önce, Kızıl Avlu için inşa edilen tünellerin üzerinde yer alıyor, altından ise Bergama Çayı (Selinos) akıyor. Dükkanın küçük penceresinden kulak kabartınca sokağa, suyun merhametli sesinin hastası oluyorum. Benim için çok tanıdık bir an; masada, tadını ezber ettiğim lezzetler, dışarıda, bilumum kuş sesleri, yamacımızda da kaynayan süt kazanından, kepçe ile su bardağına koyulan sütün kokusu. Öğlen yemeğini ise Çığırtma Evi’nde yiyoruz; oğlu üniversiteyi kazanıp, uzaklara gidince, evde yalnız kalmaktansa deyip, bir lokanta açmaya karar veren Hatice Hayta. Çığırtma ise buranın yöresel zeytinyağlı yemeği. Çığırta çığırta patlıcanların kızartılmasından adını alıyormuş. Diğer lezzetlere dalmayacağım, zira malumunuz burası Ege, o yüzden zaten biliyorsunuzdur. Bekleme yapmadan, izninizle mevzumuza dönüyorum yeniden!

        EFSANELER VE SÖYLENCELER: PERGAMOS, ALLIANOI

        Gelelim, Bergama’nın Pergamon halinin 2013 versiyonuna… İki günlük Bergama keşfinde, bize gani muhabbeti ve engin tarih bilgisiyle eşlik eden Arkeolog Bülent Türkmen’e bırakıyorum şimdi sözü… Edirne Trakya Üniversitesi’nde, Turizm Otelcilik okurken, tarihin gizemini keşfe dalan arkadaşlarıyla hemhal olan ve sonrasında, Arkeoloji okumaya karar veren Türkmen, Bergama’ya olan hissiyatının, Roma Çağı’na ait en sağlam kalmış, içerisinden ‘peri kızı’ gibi yüzlerce tarihi eserin gün yüzüne çıkarıldığı ve yaklaşık 400 adet tıp aletinin ele geçtiği bir sağlık merkezi olan Allianoi ile başladığını söylüyor. (Öyle ki müzede, kendisinin de kazıda bulduğu ürünler var.) “2006’dan sonra, sadece %30'u kazılmış olan Allianoi’a, kazı izni verilmedi ve 2010’da, antik çağda su için kurulmuş bu yer, su altında bırakıldı. Allianoi’a dair söylenecek çok şey var ama ben bugün, başka bir proje için Bergama’dayım. Bergama Belediyesi bünyesinde kurulan, UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Birimi’nde, dünya miras listesine aday olan Bergama’nın, adaylık dosyasının hazırlanmasını yürüten ekipte, 1.5 yıldır görev almaktayım” diyor ve başlıyor Bergama’yı, bir de bizim hatıralarımıza eklemeye: “Bergama (Pergamon), eski çağlarda, Misya Bölgesi’nin önemli merkezlerinden biri. M.Ö. 282-133 arasında da Pergamon Krallığı’nın başkenti. Bir kültür merkezi… Pergamon adı, bir söylence kahramanı olan Pergamos’tan geliyor. Pergamos’un, Teuthrania Kralı’nı öldürdükten sonra kenti ele geçirdiği ve kendi adını verdiği söyleniyor... Yazılı belgelerde, Pergamon’dan ilk kez, M.Ö. 4. yüzyılın başlarında söz ediliyor. Pergamon’da ilk araştırma ve kazı çalışmalarına 1878’de başlanıyor… Roma Çağı’nda, M.S. 2. yüzyılda da 160 binlik nüfusu ve dört tiyatrosuyla yine bir metropoldür Pergamon. Helenistik Çağ’da, inşa edilen akropoldeki tiyatro, antik çağın en dik tiyatrosu. Bu, arazinin topoğrafyasından kaynaklanmakta. Çok dik olan bu yamaca, tiyatronun sahne binasını inşa edebilmek için 2-3 katlık teraslar inşa etmişler. 250 metre uzunluğundaki bu tiyatro terasının arka ucuna, bir Dionysos tapınağı inşa edilmiş. Bergama Akropolü’ndeki Dionysos tapınağına gitmek için tiyatronun sahne terasını kullanmak gerekmekte. Fakat tiyatronun sahne binasının yerinde olduğunu varsayarsak Dionysos tapınağına giden yol kapanmış oluyor. Pergamonlular bu problemi, tiyatronun sahne binasını ahşaptan ve portatif yaparak çözmüşler. Bugün, tiyatronun sahne binasının ahşap dikme deliklerini yerinde görmek mümkün.”

        KUTSAL YOLDAN YÜRÜYÜP, KUTSAL ÇEŞMEDE DEMLENMEK

        Geliyoruz, sağlık tanrısından adını alan, antik çağa ait bir sağlık merkezi olan Asklepion’a… Bu çağda yapılan tedavi yöntemleri ilginç, sonraki yüzyıllarda da bu yöntemlerin kullanıldığını öğrendikçe, aklıma vakti zamanında, eski Yunanlı filozofların paraf düştüğü; ‘Artık, bu zeytinliklerin (ağaç) altında, söylenecek hiçbir söz kalmamıştır’ kelamı geliyor. Tarih dediğimiz, aklımızı serin tutarsak, hep bir dejavu’lar deryası değil mi zaten?! Şimdi ben, bu düşüncelerle hemhal olurken, ‘kutsal yol’da yürümeye başlıyoruz. Bir vakitler burada, şifa bulanları düşününce, belki-m biraz olsun bizler de nasipleniriz niyetine, sakin sakin ayak sürümeye devam ediyoruz.

        Müsadenizle sözü yeniden üstada (Arkeolog Türkmen) bırakıyorum: “Bergama Asklepion’u, eskiçağda Epidaurus ve Kos’taki örneklerine eşdeğer önemde bir sağlık merkeziymiş. Sağlık tanrısına adanmış bir tapınak ve şifahane. Pausanias’a göre Bergama’da ilk Asklepios Tapınağı, M.Ö. 4. yüzyılın ilk yarısında kurulmuştu. Sağlık tanrısı Asklepios adına, M.Ö. IV. yüzyılın ortalarında kentin oldukça dışında, Geyikli Dağı’nın yamaçlarında, kuytu bir vadi içersinde, şifa verdiğine inanılan su kaynaklarının bulunduğu düzlükte kurulmuştur. Efsaneye göre, saygın bir kişi ve aynı zamanda Pergamon’un ilk Prytan’ı olan Arkhias, Yunanistan’da avlandığı sırada ayağından yaralanır. Tedavisi Yunanistan’ın en ünlü Epidauros Asklepeion’unda yapılır. Tedavi sonucu iyileşen Arkhias, sağlık tanrısına şükranlarını sunmak için Epidauros Asklepios kültünün Bergama’da da kurulmasını sağlar. Bergama Asklepion’u, Antik Çağ’ın en önemli üç Asklepion’undan biri olmakla birlikte, en iyi korunmuş olanıdır da. Kapısında ‘Buraya Ölüm Giremez’ yazısının yer aldığı, 1 km’lik kutsal bir yolla ulaşılan Asklepion’a bir de not düşelim… Mitolojiye göre Apollon’un yarı tanrı oğlu olan Asklepios, hekimliği Khrion adlı Kentauros (yarı insan yarı at) bir bilginden öğrenir. Khrion, ona hastaları iyi etmenin sırrını öğretmiştir. Böylece Asklepios iyi olacaklarından umut kesilen hastaları bile iyileştirmeye başlar. Bir süre sonra hastaları iyileştirerek ölümün önüne geçmesi, ölüm diyarının tanrısı Hades’i kızdırır ve onu, Zeus’a şikayet eder. Tüm bunların yanında Asklepios, Zeus’un atları tarafından parçalanan Hippolytos’u da diriltince Zeus, Asklepios’u cezalandırmaya karar verir ve bir yıldırımını yollayarak emirlerine karşı çıkan torununu öldürür. Ve kaldığımızdan yerden devam edersek; Anıtsal bir giriş kapısına (Propylon) sahip olan Asklepion’da; tiyatro, Asklepios Tapınağı, kütüphane, tedavi, uyku odaları, yeraltı geçidi, su havuzları ve kutsal çeşme yer almakta. Burada, telkin yönteminden diyet, banyo kürleri, sportif faaliyetler, doğal otlardan yapılmış ilaçlar, müzik ve tiyatro etkinliklerine kadar hastalara farklı tedaviler uygulanıyordu.”

        Kutsal yolun sonunda yer alan hastaları iyi ettiği söylenen şifalı çeşmenin buz gibi suyuna, iyi eder niyetine, dayıyoruz yüzümüzü… Serinliğin vurduğu hissiyatla başımızı kaldırdığımızda, bir tiyatro karşılıyor bizi. Bergama, Roma Dönemi’nde dört tiyatrosu olan bir tiyatrolar kentiymiş. Tiyatronun/yapının, ihtişamı karşısında, bugünün kafa algısına hayıflanmamak imkansız.

        ÇAM FISTIĞI DENİZİNDEN ZEYTİN DİYARINA BAKINMAK

        Üstattan aklımda kalanlar: Dünyaya ihraç edilen çam fıstığıyla ünlü Bergama. Kozak Yaylası, adeta çamfıstığı ağacı ile kaplı ağaç denizi gibi bir yer. İkinci sırada, zeytin ve zeytin ürünleri geliyor. Bergama’nın üstüne kurulu olduğu Bakırçay Ovası’nda yetişen zeytinlerden yapılan ilaçları, Bergamalı Galenos adlı hekim (Hipokrat gibi), gladyatörlerin yaralarını iyileştirmede kullanırmış. Kutsal yolun sonuna kadar yürüyemeyecek kadar hasta olanların şifa bulamayacakları düşünülür, içeri alınmazlarmış. Yolun sonunda, Galenos’un, (bir kaptan süt içen, iki yılan) ünlü Yılanlı Sütun’u görülüyor. Yılanın eczacılığın ve tıbbın simgesi haline gelmesi, bir efsaneye göre Galenos’un bu sütunu yaptırması ile başlamış. Yılanla ilgili efsaneler enteresan, ki Bergama’da da ilginç bir yılan hikâyesi karşılıyor bizi. Bilahare araştırmasına dalarsınız niyetine! Gördüğümüz sütunun orijinali Bergama Müzesi’nde bulunuyormuş. Kutsal yoldan geçip, Asklepion’dan çıkınca, bir çardak altı karşılayacak sizi, burada miss Türk Kahvesi’nin ve profilinize vuran manzaranın tadını çıkarmayı unutmayın! Bu yol üzerinde girişte, Bergamalılar’ın mucidi olduğu, oğlak derisinin bir dizi işlem ile şeffaflaştırılması ile elde edilen dayanıklı bir materyal olan parşömenden oluşan ürünlerin satıldığı dükkanları göreceksiniz. Parşömenin gelişimi de ilginç ama bu bilgiyi, Bergama’ya geldiğinizde, buranın insanlarından dinlersiniz. Her şeyi de çelebiden beklememek lazım, dimi ama! Bergama’ya gelmişken; Rum Evleri’nin sıralandığı Kale Mahallesi’nde ayak sürüyüp, yaşayanlarıyla kelama dalmayı, kazılarda çıkan tarihi eserlerin sergilendiği, Bergama Müzesi’ni ziyaret etmeyi ve Akropol’e çıkarken, teleferiğe binmeyi unutmayın! Bir de Bergama dönüşü, helvasından, tulum peynirinden ve karanfilli leblebisinden almayı es geçmeyin!

        İçimden geldi notu: Yol boyunca ve otobüs duraklarında gördüğümüz kermes afişlerini soruyorum B. Türkmen’e: “Türkiye’nin en eski festivali. Bu yıl, 75.’si düzenleniyor. Dünyanın da ikinci en eski yerel festivali, ilki Fransa’nın Nice kentindeymiş. O zamanlar festival ya da şenlik yerine ‘kermes’ deniliyormuş, adı da oradan kalmış. 1934’te Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün isteğiyle bu kermes düzenlenmeye başlamış. Bergamalılar, 1937’deki gerçekleştirdikleri ilk kermesten sonra, bu güne kadar hiç aksatmamışlar.”

        Diğer Yazılar