Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BETÜL MEMİŞ

        memisbetul@gmail.com

        “13 Kasım 1939. Bu gün bayram. Böyle günlerde insanlara karşı kinim daha ziyade artıyor. Dünyadan yavaş yavaş çekiliyorum artık. Buradakilerle arama bir yabancılık girdi, ben daha ziyade öbür tarafa ait oluyorum. Arkamda bırakacağım şeylerin hiçbiri bana ölümü korkunç gösterecek kadar mühim değil. Bütün bağlarımdan o kadar temiz sıyrıldım ki... Sade anam! Bazen ona çok acıyorum. Beni bir parça daha karşısında görebilmek için çırpınıyor, didiniyor. Sanki Azrail’le yarışacakmış… Buradakiler canımı çok yaktılar. Belki oradakiler daha insaflı çıkar. Hani ya nerede? Neredesin? İnsaniyetin adil davulu. Biraz da benim kapımda çalsana. Sesini biraz da ben duyayım. Ama dur, senden intikamı iyi alacağım. Öldükten sonra da benimle uğraşamazsın ya. Orada maddiyet yok hakikat var. Kalp yok ruh var. Orada ben hakimim. Biz... biz ölüler... Etsiz kemikler. Orada da benimle uğraşmayacaksın ya. Sen dünya denen o iğneli fıçıda yaşamaya mahkumsun. O iğneli fıçıda ki benim kilolarla kanımı emdiler. Haydi Allah’a ısmarladık, görüşürüz.”

        1900’LERDE KADIN VE OYUNCU OLMAK

        ‘Dünyadan yavaş yavaş çekiliyorum…’ Bir insan, nasıl böyle derinden tanımlayabilir ki ömür sürecinin demini ve üstüne kaç tane ‘kaderdir, geçer’ cümleleri kurup da susabilir! 1900’lerin hayatı, algısı, acısı, aşkı, insanı ve ölüme giderayak hissiyatı ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Bu satırlar, 1915’te doğup, 1939’un Kasım’ında yaşamını yitiren ve daha sonrasında uzun bir zaman unutulmuş ve hatta hiç bilinmemiş Melek Kobra’ya ya da bazılarının bildiği Melek Ezgi Tayfur Kobra’ya ait. 2013 insanları bizlerse bu satırlara, Melek Kobra’nın annesinden edindiği alışkanlığı, tuttuğu hatıratlardan ulaşıyoruz. Ve aslında bu hatıratlar sayesinde algı kapılarını aralıyoruz, az da olsa anlıyoruz; Melek’(ler)in ve aslında 1900’lerdeki bir kadının neler yaşadığını/hissettiğini, aşkın, şöhretin nemenem bir latife olup cemallere neler ettiğini... Hoş, yıl olmuş 2013; kadın hâlâ dünyadan yavaş yavaş çekilmelerin girdabında ya da tersten okursak, kadın kendi adının farkında mı, yine bir dilemma?! Ölüme yaklaşan yolculuğunda üç hatıra defteri var Melek Kobra’nın, önce Melek Ezgi, sonra Melek Tayfur ve son olarak Melek Kobra. İlk defterin kapağında adının hemen ardından bir soru işareti geliyor, ikincisinde bir nokta, üçüncüsünde ise bir ünlem. Girişte de kelama düştüğümüz Melek Kobra’nın son hatıratından satırlardı.

        BOYALI KUŞ’UN KADRAJINDAN MELEK

        Kim miydi Melek Kobra; ‘Ünlü operet bestecisi / emprezaryosu Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı, yine ünlü kadın bestecilerden Nevese Kökdeş’in yeğeni, Türkiye ve dünya güzeli Keriman Halis Ece’nin kuzeni, dublaj kralı olarak bilinen Ferdi Tayfur’un eşi, Süreyya Opereti’nin primadonnası ve Gülriz Sururi’nin annesi Suzan Lütfullah’ın en yakın arkadaşı…’ diye sağına soluna, önüne arkasına isimler getirilerek adı zikredilen ve aslında tüm bunların ötesinde, kısacık ömründe 1900’lerin tiyatro, sinema ve opera sahnesinde yeteneğiyle dikkat çekmiş olan iyi bir oyuncu... O tarihlerin sıra dışı yaşantısıyla ve bir vakitler / 15 yaşındayken tescillenmiş güzelliğiyle cemiyette konuşulan ve aslında 24 yaşında veremden ölmeseydi, belki de çok daha farklı bir hikaye ile karşımıza çıkacak olan bir kadın. Peki biz, bu 24 yaşında (o tarihlerde birçok insanın yakalandığı) veremden hayatını kaybeden Melek Kobra’nın mevzusuna neden/nasıl geldik?! (Es notu: 2006’da, Gökhan Akçura’nın anı defterlerinden derleyip/yazdığı ‘Hatıratım: Melek Kobra’ adlı kitaba da bilahare bakarsınız fakat bugünkü mevzumuz tiyatro; malumunuz tiyatro sezonu açıldı, ilk selamı da Melek Kobra ile çakalım istedim. Hazırsanız başlıyoruz, yaklaşınız!)

        JALE KARABEKİR VE YEŞİM KOÇAK

        Beni ve belki de birçok tiyatro tutkununu, tiyatro, sinema ve opera oyuncusu Melek Kobra ile tanıştıransa; 13 yıldır sahneye taşıdığı ve aynı şahanelikte yorumladığı oyunlarla, Türkiye Tiyatrosu’na yeni bir jargon kazandıran ve en önemlisi bu jargonu da feminist kadrajla sahneleyen Tiyatro Boyalı Kuş. ‘Melek prensesin sonu muğlak masalı’ alt başlıklı, gerçek hikayeden sahneye uyarlanan, tek perdelik oyunun yazarı Rüstem Ertuğ Altınay. Rejisinde Jale Karabekir’in, dramaturgunda Nelin Dükkancı, koreografında Gökmen Kasabalı, kostüm tasarımında Burcu Rahim, ışık tasarımında ise Erdem Çınar’ın imzası bulunan Melek; temiz metni, sade sahnesi ve tam da daha öncesinde tadı hafıza dehlizlerimde kalan Tiyatro Boyalı Kuş yorumu olmuş. Ama oyunu şaha kaldıransa; Kent Oyuncuları’ndan oyunculuğunun hastası olduğum Yeşim Koçak. Tek başına, beyaz karyola ve sisli sahnede, naçizane kusursuz bulduğum performansı görülmeye değer. Koçak, ‘Melek Kobra’nın hatıratlarının arasındaki hüzün ve heyecandan, enerjisi yüksek bir doku yakalamış. Bu 1.5 saatlik berrak performans karşısında, bana da bir izlek olarak oyun sonunda; Melek’in ince alaylı acısını ve öksürüklü gülüşünü yamacıma alıp, çıkmak düştü. Sadece oyun, ilk 15 dakika durağan/kasvetli ya da benim sezonun ilk oyunum ya da oyunun ilk seyirci karşısına çıkışından kaynaklı üzerindeki yaz rehaveti atma da olabilir yahut malum 1900’ler dönemi fakat sonrasında Koçak’ın ve rejideki Karabekir’in şahsına münhasır şukela ayrıntılarının tadına vardıkça, oturuyor tüm hikaye… Bu oyunla da tecrübeliyorum ki: Karabekir ve Koçak, birbirlerini yakalayabilen süper ikili olmuşlar; devam!

        MASALLAR, AŞKLAR VE MELEKLER…

        Bu aralar, şeklinde bir cümleye giriş yaparak şakaya düşmeyeceğim, dünya dönmeye başladığından bu yana bitmeyen insanlık kavgası ve dehşetinin bugünkü fasıllarından sıkılmışlarına sesleniyorum/salık veriyorum, gerisi zaten her daim laf-ı güzaf: 1900’lerde, ilk önce bir kadın, sonrasında ünlü ya da bir sahne sanatkarı/sanatçısı olmak ya da bunun arzusunu duymak nemenem bir şeymiş; bunların getirisi ün, şan ve şöhretin açtığı kapıların zamanla karbasan kuyularına dönüşüp, alkol, uyuşturucu ile kotarılmaya, unutma mesaisinde düşürülen şuh kahkahaların ve aslında yavaş yavaş ölüme yaklaşmanın ne demek olduğunu, 24 yaşındaki Melek Kobra’dan öğrenmeye değil ama dinlemeye/hissetmeye gidin! Melek Kobra’nın hayatı bir gece vakti, bir aşk, bir masal ve ortaya saçılan tozlardan değişmiş (ya da görenler öyle sanmış) ve sonrasında, o gecede anlatılan masalın Melek’i de Melek Kobra’nın kendisi olmuş… Kimbilir belki de Melek, her şeyi o gece görmüştü de şimdi sahneye düşen solgun yüzünden de olsa heyecanını yitirmiyordu. Ya da dediği gibi insan zaten doğduğu andan itibaren ölüme yavaş yavaş hazırlanmıyor muydu?! Bazılarına göre upuzun, bazılarına göre ise kısacık sayılan 24 yıllık ömrünün sonunda, haberlere düşen not ise böyleydi:‘Muhsin Ertuğrul'un, Kral Lear rolünü oynadığı aynı isimli oyunda, ağzından kan gelmesi üzerine tüberküloz olduğu belirlenmesiyle, sahneden uzaklaşan Melek Kobra, Cerrahpaşa Hastanesi ve Yakacık Sanatoryumu'nda gördüğü tedavilerin ardından yaşamını yitirdi.’

        Oyunu; 20, 27 Eylül, 4, 10, 21, 25 Ekim, saat 20.30’da, Cihangir Sahne’de seyredebilirsiniz. Detaylı bilgi için: 212 245 21 09

        Diğer Yazılar