Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Usta tiyatrocu Kadriye Kenter ve sahne arkası kahramanı Balam Kenter ile kelama düştüm! Mevzumuz; dünler, bugünler, hayat, tiyatro ve insan…

        Dünyada 2014, Shakespeare yılı ilan edilirken, Türkiye Tiyatrosu’nda ‘Shakespeare’ deyince akla ilk gelenlerden Kenter Tiyatrosu da biz izleklerine, tersten okutma yaptırarak; Anne-Marie MacDonald’ın ‘İyi Geceler Desdemona, Günaydın Juliet’ini sahnesine taşıyor. Oyun, metin ve oyunculuklar bakımından, tek kelime ile mükemmel! Hatta şaşıracaksınız belki ama oyunda; Kenter Tiyatrosu ve Shakespeare’in ağırlığına değil, tam tersine bugüne yaslanan bir söylem ve enerjiye şahit olacaksınız. Düşünün ki Shakespeare karakterleri sahnede Beyonce şarkısıyla dans ediyor… İlginç geldiyse, siz bir de Kadriye Kenter’in, heyecanlandıran oyunculuğunu bir görün! Harbiye’de konuşlanan Kenter Tiyatrosu’nu ajandaya not düşmeden önce istiyorum ki, bu şükela metini keşfedip de dilimize çeviren Balam Kenter ve performansının karşısında bir kez daha saygıyla eğildiğim Kadriye Kenter ile kelamımıza kulak verin! (Erken içimden geldi notu: Bugüne kadar sanal platformdan muhabbete düştüğüm Balam Kenter; sen, nasıl şahsına münhasır bir insansın öyle, içten muhabbetinle algı kapılarımı oksijenledin; eyvallah! Kenterler’in enerjisini daha da ötelere taşıyacağını inandığım Balam Kenter, tiyatronun A’dan Z’ye her şeyiyle ilgileniyor. Ki sanat tarihi eğitiminin yanında, bi kaç yıl öncesine kadar ABD’de yaşamına devam ederken şimdilerde sahne arkası ona emanet! Kısaca; sahne önünde her ne oluyorsa, hepsinin alt metnindeki kahramanı aslında Balam Kenter! O yüzden de enerjilerine hasta olduğum anne ve kızı, daha da yakından tanıyalım istedim. Hazırsanız, başlıyoruz, yanaşın usuldan!)

        SANAT ADINA YAPILACAK O KADAR ŞEY VAR Kİ!

        *Kenter Tiyatrosu ve sizin için hayat ne alemde akıyor, nasılsınız?

        Aslında o kadar dertliyiz ki… Holding ve para sahibi şahıs / kurumların, tiyatroya karşı ilgisizliklerinden. Sağ olsun, bir şekilde yanımızda olan Anadolu Efes ve kendi de sanatçı olan Can Kıraç var… Destek anlamında para sahipleri, daha çok futbol ve basketbol takımlarını tercih ediyorlar. Tabii ki destek olsunlar fakat buralara harcanan yüksek meblağların, çok daha azını, sanatın diğer kollarına da yönlendirebilirler. Tabii şöyle de bir durum var, bizler futbol ya da basket takımları gibi sahne yahut oyuncu olarak önümüze, arkamıza yaftalar/etiketler koyamayız, bizler teşekkürlerimizi, iyi oyunlar çıkarak ya da reklamlarını dillendirerek gösterebiliriz.

        *Son süreçte, devlet ya da belediyelerin, sanat adına söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Türkiye’de sanat adına yapılacak o kadar şey var ki aslında. Ama öyle sanıyorum ki devlet, bir süre sonra tamamen elini ayağını çekecek. Sadece bugünden bahsetmiyorum, maalesef hep böyleydi, bugüne kadar bizi yönetenler, hep ilgisizlik halindeydiler ve sadece tiyatroya değil, sanatın diğer dallarına da. Sanatın her dalına verilen bütçe, ne yazık ki binde biri...

        *Bu biraz da eğitimle ilgili sanıyorum, zira sanat mekanlarını yahut eserlerini ortaya sermekle de olmayacak gibi?!

        Şöyle bir durum var; anaokullarından başlaması gerekiyor bu sanat eğitiminin. Her şey gerçekten eğitimle şekil alıyor. Kimse kusura bakmasın ama tuvalet alışkanlıklarımız bile eğitimle. Ne yazık ki eğitim sözcüğünün içini boşalttılar; sadece eğitim mi, sevgi ve daha nice güzelliklerin…

        NEDEN TİYATRO DEMEMELERİ GEREKİYOR!

        * Kişisel merakım; sponsorluk için görüştüğünüz firma/kurumlar ne diyorlar size?

        Balam Kenter: Tavsiye veriyorlar... Bazı şirketler de kendi bünyelerinde tiyatro kurmuş durumundalar. Dolayısıyla şirketin dışına para çıkmıyor. Bizleri bir süre bekletiyor ve sonunda da ‘hayır’ diyorlar. Aslında biz, illa para istemiyoruz; ‘size oyun sahneleyebilir, bize, tiyatroya kendi içinizde seyirci bulabilir, reklamımızı yapabilir ya da kalorifer, elektrik tesisat gibi önceliklerimizi yenileyebilirsiniz’ diyoruz, kısaca birlikte proje yaratalım istiyoruz. Aldığımız sadece tavsiye oluyor. Kısaca, yine lafta ‘tiyatro güzel’ de kalıyor maalesef.

        Kadriye Kenter: Belki de ilk başta, destek olacak kurum ya da şahısların, ‘neden tiyatro?’ dememeleri gerekiyor. Görüşmelerimizden tavsiye alıyoruz. Bizim aklımız var, sadece o tavsiyeleri yapacak para ve olanaklarımız yok!

        *Tüm zorluklara karşın, bu kadar çabalamak ve yaratmak bazen yorucu olmuyor mu?

        Kenter Tiyatrosu’nda bir tarih yatıyor; 1960’lardan bu yana... Ben, sağlığım el verdikçe ayakta durması için didineceğim; çoluk çocuğumuz ve öğrencilerimizle birlikte. Bizim hocalarımız da böyle çalıştı, bizler de bu geleneği devam ettirmek durumundayız.

        TİYATROYA GELMEYE KORKAN İNSANLAR VAR

        *Peki tiyatro seyircisinin algısı ne kadrajda?

        Tiyatro algısıyla ilgili bir şey var işte, tiyatroya gitmemekle ilgili. Ben bunu anlıyorum aslında, bazı insanlar tiyatroya gelmeye korkuyorlar.

        *Sizce neden korkuyorlar?

        Anlayamayacaklarını düşünüyor olabilirler. Açıkça söyleyebilirim ki; tiyatroya gelmeye korkan insanlar var. Oysa bizler anlatmak için uğraşıyoruz. Bazı tiyatrolar, entelektüel ve üst düzey olduğunu kanıtlamak derdine düşerek özellikle anlaşılmamak üzerine oyunlar sahneye koyuyorlar. Bizim derdimizse; o metni, anlatabilmek, bunun için de oynuyoruz. Ulaştıramıyorsak, zaten başarısız olunur; oyuncunun, yönetmenin böyle düşünmesi gerekir. Anlaşılmaz işler yaparak seyirciyi kaçırmaya kimsenin hakkı yok. Bu arada öyle üst düzey insanlar var ki konuşmaya başlayınca, bir şey itiraf ediyorlar; hayatlarında hiç tiyatroya gitmemişler. Ama bir yerden başlamaları gerekmiyor mu?

        *Ne olarak görüyorlar ya da meraksızlıklarının sebebi, zamanındaki kötü oyun tecrübelemeleri veya duyumları olabilir mi?!

        Ben yaşadım bunu; bizimle ilgilenen doktora davetiye verdik, ilgisine teşekkür için, cevabı çok enteresandı: ‘Biz böyle yerlere gitmiyoruz.’ Bu söylem, bana, sanata ve tiyatroya hakaret oluyor. Ve ne yazık ki bizler, anlaşılamıyoruz. Tiyatro uzak ve lüks geliyor, bir düşününce nelere paralar harcamıyorlar ki; bir maç seyretmek istediğin zaman, çok daha fazla para harcayabiliyorsun!

        *Ama insanlar, evde/işyerinde, yolunda gitmeyen veya söyleyemediği hallerini, bu tür adreslerde, en acayibinden gösterebiliyor, bir nevi deşarj oluyor! Ya da aslında dinlemeyi sevmiyoruz bizler?!

        Ama tiyatroda da deşarj olabilir insanlar. Ve evet dinlemeyi sevmiyor insanlar, ki dinleme alışkanlığımız da yok zaten. Örneğin; Rusya’da veya İngiltere’de, Shakespeare oyunları, 3 veya 4 saat sahnededir. Bizse, artık oyunlarımızı kısaltma yoluna gidiyoruz.

        OYUNLARA GİZLİ OLARAK GELEN TİYATROCULAR VAR

        *Ama örneklediğiniz ülkelerin, tiyatro ve sanat belleği, bizlerden çok daha eski, bunun da etkisi olabilir mi?

        Tabii orada seyirci de gelişmiş durumda. Bu çok önemli, neden eğitim / sanat algısı, anaokulundan başlamalı diyoruz, çünkü insan, aslında bir oyuncu. Doğuyoruz ve oynayarak, tarif ederek, zamanla öğreniyoruz her şeyi. İlk insanın yaptığı gibi, avını avlayıp, karnını doyurduktan sonra yaptığı şey nedir; taklit etmek, çizmek, şarkı söylemek ama anlatmak! O ilk, ilkel tiyatro oradan çıkıyor, ilk insandan doğuyor… İlle de tiyatro değil, diğer sanat dallarından birine de yönlendirilebilinir, ayrıca aldığı sanat eğitimi illa da mesleği olacak değil. O eğitim, hayatta bambaşka kapılar açacaktır bireye.

        *Seyirciler lüks görüyor, sistemin de sanata ilgisi ortada, peki ya siz tiyatrocular, elinizi taşın altına ne kadar koyabildiniz; kendi aranızda da bir birliktelik yok gibi, egolar yüzünden mi?

        Ego var tabii. Ama insanların birleşemediği bir ego, güzel değildir. Herkese söylüyorum; benim egom sıfır. Sıfır olmazsa, bizden başkasıyla buluşamayız. Seyirciyle buluştuğumuz gibi tiyatrocu arkadaşlarımızla da buluşmamız gerekiyor fakat buluşamıyoruz. Örneğin; bazı tiyatrocu arkadaşlarımız, oyuna gelmiyor ya da gizli olarak geliyor, çok ilginç değil mi?! Egom yok diyorum, çünkü benim işim önce bu tiyatroyu, ömrüm yettiğince ayakta tutabilmek. Sonrasında öğrencilerime, bütün tiyatrolara, kısaca benden yardım isteyen herkese yardım etmeye hazırım diyorum ve bunu da içtenlikle söylüyorum. Çünkü ben ancak bu kadarını yapabilirim. Birbirimize el vermez ve oturup, konuşamazsak o problem dediğimiz şey, aynı olarak kalıyor yoksa.

        LAFA GELİNCE HERKES KONUŞUYOR…

        *Sizin ve Kenter’in yetiştirdiği o kadar çok tiyatrocu var ki, sizden yetişenlerin bu problemlere karşı hali tavrı nasıl?

        Bu nasıl bir şeydir, ben de anlamıyorum. Burada birlikte çalıştığımız ve sonrasında kendi tiyatrolarını kuran arkadaşlarımız geliyorlar (bazılarından haberimiz olmuyor, davet bile edilmiyoruz, o da ayrıca ilginç bir durum) ve Kenter’i kiralıyorlar, mesela para vermek istemiyorlar ya da çok komik bir miktardan bahsediyorlar. Bu da çok acı... Ama ne deniyor ‘biz, bu tiyatroya çok emek verdik, bize şunu yapın!’ Eee, bizler ne yaptık bu tiyatroya ve ne yapıyoruz?! Bizim emeklerimiz havaya gidiyor da biz, neden bundan şikayet edemiyoruz. Her şeyi geçelim, peki biz, nasıl ayakta tutacağız bu tiyatroyu? Sonuç olarak her anlamda acil yardıma ihtiyacımız var. Günümüzde tiyatro çok pahalı bir iş oldu. Her anlamda! Bunu bazı yazarlar yazmıştı, Müşfik’in ardından, bu tiyatro bir tarihtir diye… Lafa gelince, herkes konuşuyor, yaparız, ederiz diye ama daha uygulamayı göremedik.

        *Son yıllarda, genç tiyatroculardaki alternatif tiyatro hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Alternatif dediğiz tiyatro, neye alternatif söyler misiniz? Tiyatronun başka bir alternatifi var mı, ben onlara alternatif demem. Tiyatro zaten alternatif... Tabii ki öğrencilerimiz de, genç tiyatrocular da tiyatro açacaklar, konservatuarda ben de tiyatro açtım. Tiyatroya adımını atan herkes de ‘benim de bir tiyatrom olsun!’ duygusu vardır. Bu açılan sahneler, benim için çok değerli, her fırsatta gidiyorum da. Onların seyirci kitlesine gelince var, çünkü 30-40 kişilik sandalyede ağırlıyorlar, bizim buraya 30 kişi geldiğinde boş görünüyor.

        *Tiyatroyu, Müşfik Hoca ile aşkınızı ve Kenter Tiyatrosu’nu kitaba dönüştürmeyi planlıyor musunuz?

        Kitap yazacağım evet. O kadar büyük darbeler yedim ki hayattan... Kendimi toparlamam çok zor oluyor, son 4 yıldır üst üste 7-8 sevdiğim insanı kaybettim. Yıkıma uğradım; ablam, Müşfik’in abisi, yengem, oğlumuz Mahmut ve 2.5 ay sonra Müşfik... Abandone olmuş durumdaydım. Bu süreçten tiyatro çekip, çıkardı beni ki hâlâ da kendime gelebilmiş değilim aslında.

        BAŞKA BİR YERDEN DÜŞMÜŞ GİBİ…

        *Bunca hayat tecrübesini yine de kocaman gülümsemenize ve tükenmek bilmeyen enerjinize dönüştüren nedir? Ki ben, sizin üçüncü gözü açanlardan olduğunuzu düşünüyorum…

        Biz üçüncü türüz; kadın, erkekten ayrı, insan olma yolunda... Müşfik de öyle bir insandı; başka bir gezegenden buraya gelmiş olarak düşürüm hep onu. Başka bir yerden düşmüştür, ben de öyle… Bir film vardı Cahide diye yıllar önce, Cahide Sonku’nun hayatının anlatıldığı… Müşfik’in orada bir sahnesi vardı, kadına hastanedeyken kedi getirir. O sahneyi çekenler de bitirememiş, kalakalmışlar ve ağlayarak seyretmişler. O sahnede de aynı şeyi söylemiştim Müşfik’e, başka bir yerden düşmüş gibiydin oraya diye! Müşfik, her şeyi yapabilir; ütü de, yemek de ve aynı anda bir çocukla da bir hayvanla da ilgilenebilir. Hem de o hep gördüğüm, hissettiğim, o başka gezegenden gelmiş hissiyatı uyandıran duygusuyla yapar. Onun için diyorum ki sanatçılar, üçüncü türdür; kadındır, erkektir, çocuktur, hayvandır, bitkidir, kısaca her şeydir.

        *Bu ‘her şey olma’ hali bazen yorucu olup, yalnızlaşmayı da getirmez mi?

        Bizler, her şeye empati duymak zorundayız. Van’da açlıktan ve soğuktan ölen bebeği düşündüğümde, sanki kendi çocuğum gibi üzülüyorum. Yalnızlaşma getirmiyor aksine, ne kadar insanlaşırsak, o kadar daha iyi! Daha ‘insan insan’ olmamız gerekiyor. Ölümler, açlıklar, tecavüz, şiddet hâlâ devam ediyor; bu yapılanları görüyoruz, konuşan bir şeysin ama insan değilsin! Ego değil, insanlık anlamında kendimizi çok büyütmemiz gerekiyor.

        BİR YERE VARMAMIZ DA GEREKMİYOR

        *Siz sabırlı bir kadınsınız, bu sabrın şimdiye düşen tablosundan ne çıkar?

        Evet, çok sabırlıyım. Fakat ne olursa olsun alışmıyorum devam ediyorum; yediğim darbeler oluyor ama ben yine de öğrenmiyorum. Bildiğim, hissettiğim gibi yaşamaya çalışıyorum. Ben böyle yaşamaya alışmışım, emek vererek ve içtenlikle... Bir de hep acıların içinden çıkıyor en iyi şeyler. Arabesk bir durum değil bu! Ayrıca bir yere varmamız da gerekmiyor. En büyük problem bu; bir yere varma isteği! Tartışmış, konuşmuş ve onu dinlemiş olabilmen en kıymetlisi. Bir yere varma hali, varamamak bence. Ki bir yere varamamak da çok daha güzel. Çünkü seni, varamadığın o yer, ilerde daha başka bir yere götürecek. Düşününce aslında bir yere varamıyoruz da. Düşün, nereye vardık, insan ilişkilerinde, hangi ilişki gerçekten bir sonuca varmıştır!?

        *Başka bir platformda olsaydınız, tiyatroda en iyi üç oyuncusu arasında yer alırdınız, enerjiniz müthiş. Fakat Yıldız ve Müşfik Kenter’in arasında daha bir tevazu ve kenarda durup, haddini bilmek yapmışsınız gibi?! Ve 2000’lerden itibaren Kenter Tiyatrosu’nu siz ele alsaydınız, şimdi çok daha başka bir yerde olurdu gibime geliyor…

        Biraz evvel de söylediğim gibi benim egom yok. Asla bu şekilde düşünmedim. Biz tiyatroda, oyunları-oyunculukları büyütmeye çalıştık hep. Büyük, küçük roller de yoktur tiyatroda, küçük dediğiniz rolü, öyle bir oynar ki oyuncu, o karakter tüm oyunun mucizesi olur, büyür. Burayı kuran oyuncuların ağırlığı ve geldiği yer, mesafe çok önemli, bunun farkındaydım hep… Ve bazı şeyler kırılamıyor ne yazık ki!

        KENTER’İN 1968’DEN 2014’E SHAKESPEARE MACERASI…

        *Gelelim ‘İyi Geceler Desdemona Günaydın Juliet’e!?

        Kenter Tiyatrosu yerleşik sahnesine geçtiği 1968’de ilk tiyatro sezonu açılışını, Shakespeare’in ‘Hamlet’i ile yapmıştı. Oyunda Hamlet'i, Müşfik; Gertrude’u ise Yıldız Kenter oynamıştı. Müşfik’in, Hamlet yorumunun dünyadaki en iyi Hamlet yorumlarından biri olduğu söylenir. 1985-86 sezonunda ise Talat Sait Halman'ın, Müşfik için yazdığı Shakespeare kolajı ‘Kahramanlar ve Soytarılar’ sahnedeydi… İşte ‘İyi Geceler Desdemona Günaydın Juliet’i seçme nedenlerimizden biri de bu macerayı sürdürmekti. Hatta oyunda kullandığımız kılıçlar, tiyatronun açılış oyunu olan Hamlet'in kılıçları...

        *Metini bizlerle tanıştıran sizsiniz, nasıl oldu bu keşif ve süreci?

        Balam Kenter: Shakespeare’in tiyatromuzun tarihindeki önemi de düşünülünce, 450. doğum gününü Kenter olarak bir şekilde onurlandırmak istedik. Ancak doğrudan bir Shakespeare prodüksiyonu sahnelemektense, ki ekonomik şartlar da ortada, ‘İyi Geceler Desdemona Günaydın Juliet’ gibi Shakespeare’den esinlenen, ona göndermeler yapan, eleştirel diyaloğa giren bir eseri tercih ettik. Feminist oyun yazarları on yıllardır Shakespeare’le Anne-Marie’nin bizim oyunumuzda yaptığı gibi diyaloğa girerek farklı eserler ortaya çıkarıyorlar… Bazı feminist kadın tiyatro kolektifleri, eserleri değiştirmek yerine tüm rolleri kadınlara oynatarak anlamını ters düz etme yoluna gidiyor… Biz de uzun zamandır kadın oyunları üzerine sahnelemeler yapıyoruz. Bu oyun da tam geldi aslında. Kısacası; biz bir süredir bu tür kaygılarla oyun araştırıyorduk ve açıkçası feminist olan bir kadın yazarın, güçlü ve karmaşık kadın rolleri içeren bir oyununu sahnelemenin hem bizim, hem izleyici bakımından çok eğlenceli olacağını düşündük. Seyircilerden gelen tepkilerden de anladığımız üzere öyle de oldu.

        *Shakespeare'in 2014’te de aynı iştahla karşılanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

        Kadriye Kenter: Shakespeare’i vazgeçilmez yapan şey kuşkusuz evrensel olarak tanımlanabilecek temel insani duyguları ve deneyimleri konu edinmesi kadar eşine az rastlanır şiirsel dili. Shakespeare’in dehasını İngiliz diline kazandırdığı sayısız kelime ve deyimlerle bile anlayabiliriz. Tüm eserlerinde toplam 17.677 kelime kullanmış ve bunların 1700 tanesini kendi uydurmuş. Bu kelimelerin çoğu şu an günlük İngilizce’nin bir parçası. Shakespeare’in oyun, sone ve şiirlerinin bütün dünya dillerine çevrildiğini düşünürsek, aslında tüm dillerde bir izi olduğunu görüyoruz.

        Balam Kenter: Shakespeare’in eserlerinin ve dilinin hiç kaybolmayan bir güncelliği var. Çünkü hep çok yoğun insani duygu ve durumlardan yola çıkıyor. Ancak bazı açılardan, özellikle eserlerde fark edilen ırkçı ve cinsiyetçi tonlar, içinden çıktığı dönemin izlerini taşıyor. Oyunlarda genellikle hem çok az kadın karakter var, hem de karakterlerin çoğu tek boyutlu. Gerçi bu tüm zamanların tiyatro yazınının genel bir sorunu. Tiyatro yazını çok eril bir alan, çok az kadın yazar, kadınların hikayelerini anlatan oyun ve sahnede canlandırmak isteyeceğiniz karmaşıklıkta kadın karakter var, olanların çoğu da hep erkeklerle ilişkileri üzerinden tanımlanmış ya da klişe karakterler. İyi Geceler Desdemona Günaydın Juliet’in bu ‘çok az’lık durumunu aştığını düşünüyorum.

        GÖZLERE FER, HALETİ RUHİYENİZE CAN KATACAK

        İçimden geldi notu: Bu tadında buluşmadan bana kalanları paylaşmaya çalıştım, gökten üç elma düştü misali, anlayan reca edicem alınsın üstüne bir şeyler! Huzurlarınızdan ayrılırken de paylaşmak istediklerimi iliştirmek isterim en notu minvalinde. İyi Geceler Desdemona Günaydın Juliet; bence bugüne kadar ki Kenterler’in tiyatro jargonuna farklı gözden bakmanızı sağlayacak türden bir anlatım. Hele ki gözlere fer, günlük haleti ruhiyenize can katacak Kadriye Kenter’in performansı; bi üstadın dillendirdiği üzere oyunculuğuna bir kez daha âşık olacaksınız. Gelelim, oyunu pürüzsüz bir şekilde sahneleyen ekibe: Sadık Kızılağaç kostüm, Serpil Günseli müzik, Uğur Babürhan kreatif danışman, Uğur Cümbüsel aranjör, Marina Gökçe koreografi, Cemal Baykal ve Ayşe Sedef Ayfer ışık/tasarım, Cecile Alexandre mask/butafolar ve Yetkin Dikinciler seslendirmesini üstleniyor. Usta Kadriye Kenter’in yamacında, hiç ezilmeden, oyunculuk performanslarıyla mest edenler ise; Ebru Soyuerden, Tuğçe Sartekin Karasu/Sinem Sarızayim, Serkan Altıntaş/Ozan Ayhan ve Osman Kot. Oyunu: 15 Mart, saat 20.30’da, Kozyatağı Kültür Merkezi, 28-29 Mart, saat 20.30’da, Kenter Tiyatrosu’nda seyredebilirsiniz. Tel: (212 246 35 89)

        Diğer Yazılar