Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mersin Polifonik Korolar Derneği çatısı altında güzel icraatlara sebep olan Umut Işığı Korosu’nun yöneticilerinden Selma Merze Yağcı ile konuştuk…

        Üstat ne güzel kelam etmiş: “Karıncalar bilmeden severler.” Hayatın fonunun güneş aktığı zamanlardayız diyelim, hani kelimeye vursan, araya boşlukların kaçacağı türden… İyi ki kitaplar ve müzik var diyenlere selam olsun! Yoksa(m) tahammül sınırlarının en pasif direnişçileri olarak nefeslenmeye devam! Neyse yaz sıcağını enseye vurdurup, algıyı parlatalım nidasında, üstatla devam edelim:

        “- Neden bu kadar kötümsersin? - Sen neden değilsin? Çevrene bakmıyor musun? En mutlu görünenlerine bile? Bütün bunlar üç oda, bir mutfak, iki çocuk düşü ile başlıyor. Sonra? Haydi bayanlar, baylar! Bu fırsatı kaçırmayın. Siz de girin, siz de görün. Üç perdelik dram. Birinci kısım: Dağlar dümdüz. İkinci kısım: Ne çok tepe! Üçüncü kısım: Ova batak. Bugünlük bu kadar baylar. İyi geceler. Yarın gene bekleriz.” Bilahare yine, yeniden üstat Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ına takılırsınız niyetine! Bugünün mevzusuna gelirsek de: Mersin’de kelama düştüğüm Mersin Polifonik Korolar Derneği’nin çatısı altında çalışmalar yapan Umut Işığı Korosu… Koronun kurucu ve yöneticilerinden Selma Merze Yağcı ile en hissiyatlısından muhabbete daldık, işte ortaya çıkanlar…

        İNSANLARIN MUTLU OLMALARINI SAĞLIYORUZ

        Sizi tanıyabilir miyiz?

        Mersin’in köklü ailelerindenim. O zamanlar Silifke’ymiş burası... Dedem, Osmanlı’nın Silifke’ye yolladığı son kadıymış. 9 çocuğu olmuş ve 33 torunu. O torunlardan biri de benim… Ailenin önemli psikolojik/nörolojik sıkıntıları var ama zeka seviyeleri yüksek. (Gülümsüyor.) Annem öğretmendi: Kendinden başka, herkes için çalışan bir öğretmen ve bir kadındı. Vakti zamanında öğretmenler öğretmeni seçilmiş o derece... Annem, Mersin’deki tüm annesiz, babasız çocukların annesi ve de farklı sebeplerle dul kalmış kadınların annesi olan bir insandı. Bu kadar derine inip anlatma sebebim de şu yüzden; belki de Mersin’de böylesine güzel bir oluşuma sebep olmak ya da sebep olanların arasında yer alma halim, geçmişimde var olan bu durumlardan kaynaklıdır, demek içindi. Biz böyle yetiştirildik; bu devirde, başkalarına bu denli özveri, biraz fazla değil mi diyenlere cevap olur diye de bunları anlatıyorum. Gelelim bana; evet varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim ama 17 yaşından bu yana çalışıyorum. İyi ki de çalışmışım… Çalışma hayatımın yanında sivil toplum kuruluşlarında da görevler almaktayım.

        Bu görevlerden bir tanesi de Mersin Polifonik Korolar Derneği ve bu derneğin çatısı altında oluşan Umut Işığı Korosu olsa gerek! Dernek nasıl kuruldu ve kimin öncülüğünde hayata geçti?

        Evet… Mersin Polifonik Korolar Derneği’ni, 1994 yılında, yine Mersinli besteci, kompozitör, müzik eğitmeni, rahmetli (1925-2009) Prof. Dr. Mehmet Nevid Kodallı Hoca tarafından kuruldu. Şu anda 6 koromuz var; 4 yaşından başlayıp yetişkin yaşlara uzanan... İnsanların birarada çok sesli müzik yapmalarını, kısaca; mutlu olmalarını sağlıyoruz. 80 yaşında bile solistimiz var. Küçükleri de eğitiyoruz… Müzikle, sporla ya da resimle uğraşan çocuklarda, diğer hobi geliştirmeyen çocuklara nazaran belirli bir farklılık izleniyor. Öncelikle bir sanat dalı yahut hobi ile hemhal olan çocukların özgüvenleri gelişiyor. Öyle ki duruş şekilleri dahi farklılaşıyor. Bunun farkında olarak da yolumuza devam ediyoruz.

        UMUT IŞIĞI KOROSU BİR SOSYAL GELİŞİM PROJESİDİR

        Mersin Polifonik Korolar Derneği çatısı altındaki, sosyal gelişim projesi olarak bahsettiğiniz koroyu anlatabilir misiniz?

        2000 yılının Ekim ayında kurulan, ilköğretim ikinci kademe öğrencilerinden oluşan ve müzik kulağı iyi olan çocuklardan seçtiğimiz koromuzun adı Umut Işığı Korosu… Umut Işığı’nı oluşturan çocuklar, bu kentin uç mahallelerinde, zor ekonomik koşullarda yaşayan ailelerin çocukları. Büyük bir kısmının sosyal güvencesi yok. Bir kısmınınki de minimum düzeyde. Umut Işığı Korosu bir sosyal gelişim projesidir diyoruz, çünkü bu çocuklar da diğer çocukların aldıkları desteği almalılar. Çünkü sosyal yaşamlarını kendileri seçemiyorlar. Koroda eğitim alan çocuklarımız, okullarında başarılı öğrenciler, hatta bazıları daha sonra üniversite eğitimlerine de devam ediyor. Altını çizmeden geçemeyeceğim: Müzikle tanışarak kendilerine olan güvenleri artan çocuklar, hayatlarına yeni bir yön veriyorlar. Müzik, çocukların gelecekle ilgili umutlarına ve hedeflerine bambaşka bir pencere açıyor. Ve tüm bu evreleri, birebir gözlemlemek bize öyle mutluluk veriyor ki anlatamam…

        Bu koroyla amaçladığınız nedir?

        Başta da ifade ettiğim gibi bu bir “sosyal gelişim” projesidir. Amacımız müzik yoluyla çocuklarımıza dokunmak, onları fark ettiğimizi hissettirmek ve olumlu yönde gelişmelerine katkıda bulunmak. Koronun aynı zamanda çok sesli koro müziğinin, çağdaş ve evrensel disiplini ile koristlerin, kişisel ve yaşam kalitelerine olumlu katkılarda bulunuyor. Bizim meşhur olmak gibi bir kaygımız yok. Ama bu projeyi mümkün olduğu kadar çok sayıda çocuğa ulaştırabilelim ve onları özgüvenli, aydın, mutlu gençler olarak yetiştirelim istiyoruz. Asıl amacımız bu… Çünkü her çocuk eşittir. Hepsine dokunulmalıdır, hepsinin farkına varılmalıdır, hepsi sevildiğini hissetmelidir ve varlıklı çocukların elde ettiği tüm imkanlar diğer bu çocuklara da mutlaka verilmelidir. En azından bizler bir ucundan tutmaya çalışıyoruz diyelim.

        Neye göre bu çocukları seçiyorsunuz?

        Kulaklarındaki müzik tınılarını algılayış biçimlerine göre seçiyoruz. Müzik öğretmenlerimiz var, önce tek sesli, sonrasında da çok sesli müzikle eğitmeye çalışıyoruz. Anlatılmaz bir hissiyat bu, çocuklardaki pozitif farklılığı gözlemlemek o kadar mutluluk verici ki; keşke imkan olabilseydi de sizler ve diğer kentlerdeki insanlar da görebilseydi ve yaşayabilseydi bu hissi…

        ROMAN, KÜRT, TÜRK, ARAP ÇOCUKLARIMIZ AYNI SAHNEDE

        Koronun özelliği nedir?

        Özellikle yapmaya gayret ettiğimiz bir şey var; koro, farklı kültürlerin insanlarından oluşuyor. İçlerinde, Güneydoğu’dan da Karadeniz’den de çocuk var. Düşünün ki; Roman, Kürt, Arap ve Türk çocuklarımız aynı dilde bambaşka şarkıları söylüyorlar. Bu çocukların büyük bir kısmı ailelerine destek olmak ve kendi okul harçlıklarını çıkarabilmek amaçlı çalışıyorlar: Ayakkabı boyuyor, mendil satıyor, restoranlarda çalışıyor, portakal ve fındık bahçelerinde işçilik yapıyorlar. Bazı insanların aksine bu çalışma hayatı, onların başını öne eğmemiş, başları dimdik. Haklı olarak da kendilerine yardım etmeyenlere de bozuluyorlar… Türkçe konuşmakta dahi zorlanan çocuklarımız şimdi yabancı dilde şarkılar söylüyor. Sonuçta bir şekilde herkes bir işin ucundan tutsa, bu kadar çok mutsuz çocuk olmazdı… Çocukların sevgi ve şefkate ihtiyacı var, öyle muhtaçlar ki ilgiye… Şarkı söylerken koroda şeflerinin gözlerinin içine bir bakışları var, görmeniz lazım!

        Ailelerle zorluklar yaşadınız mı, nihayetinde eve para götüren çocuğun görevi/misyonu değişiyor?

        Evet, bu çocuklardan bir kısmı okul harçlıkları ve ailelerine destek olabilmek için ek işlerde çalışmakta, dolayısıyla ailelerden bu çocukların müzikle eğitimi konusunda izin almakta zaman zaman güçlükler yaşadık. İzin vermek istemeyen veliler vardı. Ne zaman ki konserlere geldiler ve kendi gözleriyle tanık oldular, sahnedekinin kendi çocuğu olduğunun; işte o zaman farkına vardılar… Gözleri dolarak alkış tuttular… Sonrasında, o ilk başlarda karşı koyan babalar, bizlere gelip teşekkür etti. Bu arada, Umut Işığı Koromuz her yıl ilimizde ve yakın il-ilçelerimizde düzenlenen konserlere katılmakta.

        DÜNYAYI BİZ ÇOCUKLARA VERSELER

        Şarkılarının teması hangi konular üzerine oluyor?

        Dünyada barışı anlatan şarkılar çoğu… Aslında tüm dünyaya o kadar çok mesaj veriyorlar ki: “Dünyayı biz çocuklara verseler” diye başlayan şarkılar… Konserlerde sahnenin üstünden hem Türkçe, hem de İngilizce bir yazı geçiriyoruz: “Tüm dünya çocukları eşittir, hiçbir çocuk başını yastığa aç ve mutsuz koymamalıdır” diye. Gerçekten de tüm dünya çocukları ve insanlar eşittir. Değil midir?! Fark etmediğimiz ve ilgilenmediğimiz nice insan ve çocuk var.

        Sonrasında irtibata geçtiğiniz çocuklar var mı?

        Çocuklarımızı korodan sonra da açıkta bırakmıyoruz, okumak isteyen ya da ihtiyacı olana bir şekilde destek oluyoruz. Bireysel burslarla okutuyoruz ve böyle şekilde okuyan, sonunda da kariyer yapan ya da iş hayatına atılıp da hayli varlıklı olan çocuklarımız var. İlişkilerini kesmiyorlar bizlerle, ihtiyaç ya da gerek olduğunda her zaman destek oluyorlar. Bu durum bana öyle mutluluk veriyor ki! Ve ben düşünüyorum eğer bu proje diğer il veya ilçelerde de yapılabilirse, çoğaltılabilinirse ne kadar güzel olmaz mı! 12 kardeşli, zamanında ayakkabı boyayarak büyüyen çocuklarımızdan biri şimdi büyük bir işadamı oldu. Bunu herkes başarabilir. Tüm yapacağımız bu çocukların farkında olarak bu tür projeleri, önce yaşadığımız kentte, sonra da başka kentlerde yapabilmek. Mesele galiba, kendi dışındakilerini, başkaları dediğimiz insanları fark edebilmek ve dokunabilmek de. Son nefesine kadar üretmek gerek! Bunu yapamamışsan, dünyaya gelişinin hiç bir anlamı yok bence… Kelebek etkisi gibi… Bir de müzik insanları buluşturur biliyorsunuz, işte biz bu buluşmanın güzelliğini yaşıyoruz.

        İçimden geldi notu:

        Yere inmeye daha çok var…

        Bu hafta belki yeniden, Cannes Film Festivali dahil olmak üzere gösterildiği dönemde sayısız festivallerden bir çok ödülle ayrılan, aynı zamanda da mütevazi bir oyuncu olan Fransız yönetmen Mathieu Kassovitz’in 1995 yapımı, siyah beyaz filmi “La Haine / Protesto” izlenebilir. Irkçılık ve sosyal sınıf farklılıklarına dair yapmış olduğu göndermeler algı dehlizlerini temize çeker türden! Filmde gökdelenden atlayan düşünürün “Yere inmene daha çok var” sözünü de şiar edinerek bugünlük benden bu kadar, şimdilik eyvallah!

        Diğer Yazılar