Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün Stefan Zweig, Amok Koşucusu, Genç Yazarlar Derneği ve acayip müzikleriyle Camera ile karşınızdayım efendim… Müzikle de benim gibi pazartesi sendromuna inanmayanlara gelsin!

        “…Sabun ve kitap sayesinde üstün bir medeniyete sahip olduğumuza uzun yıllar inandık durduk… Ancak 1914 yılına gelindiğinde şöyle bir dokunuverince incecik örtü yırtılıp da, içimizdeki kasabın adaleleri çırılçıplak ortaya çıktığında, ne kadar yoksul olduğumuzu kavradık…” Bu sözleri tarihe not düşen, yazar, gazeteci ve oyun yazarı (1881-1942) Stefan Zweig… 2. Dünya Savaşı’nın ruhunda uyandırdığı acılara daha fazla dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etmişti üstat. “Hayatın Mucizeleri”, “Calvin'e Karşı Castellio ya da Köleliğe Karşı Özgür Düşünce”, “Satranç”, “Dünün Dünyası” ve “Amok Koşucusu” ilk aklıma gelen kitaplarından… “Amok Koşucusu” demişken; ‘amok’un Malezya ve Hindistan’da görülen bir tür çıldırma durumu olduğunu, kitabı okuduğum 20’li yaşlarımın başında öğrenmiştim ve inanılmaz şaşırmıştım… Sokağa fırlayarak önüne gelene saldırma ve sonrasında kendini de yok etme arzusu… Şaşırtıcı olan kendini yok etme arzusu değil (zira var etme arzusu da çıldırmışlık halidir bence), bu kabul edilebilir. Sadece dünya ile münasebetinde kurduğu (sorunlu-sorunsuz) ilişkide değil de, (kendi gibi nefeslenenlere) ‘başka’ insanlara karşı duygu hemhalinin kin ve intikama dönüşmesi (ki bu hale dönüşmesi için de ilk önce onlara sıcak bir duygu beslemesi gerekir) enteresan; çok şey bekliyoruz belki de ilk önce kendimizden ve sonra da ‘başka’ insanlardan…

        BENZER CİNNET OLAYLARINDA FAİLİ TANIMLAMAK

        Bugün dünyanın her yerinde benzer cinnet olaylarında faili tanımlamak için kullanılan “amok koşucusu”, aslen Malezya’ya özgü tarihsel ve kültürel unsurlardan kaynaklanıyor ve kökeni bir çeşit intihar saldırısı geleneğine dayanıyor. Amok/Amuk da gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren anlamına geliyor. Sabun, kitap ya da yürüyen merdivenlerle medeniyetin beşiğinde yahut modern dünyanın göbeğinde yaşadığını sanan bizler de, her geçen gün gittikçe çoğalan birer amok koşucusu yaratmıyor muyuz?! (İç ses: Gittikçe olmak ya da benzemek de diyebiliriz bu halet-i ruhiyelere.) Her şeyin ötesinde, ‘yüzüklerin efendisi’ kıvamına gelen şu nefeslendiğimiz evrene bakınca; benim de -bazı- asri zamanlarda, çıldırasıya sokağa çıkıp, nefessiz kalana kadar koşma isteğim ve akli melekelerimi salma emelim/ihtimalim yok değil! (Erken içimden geldi notu: Belki de paklayıp sokağa saldığımız derilerimizin altında, birer amok koşucusu terbiyeliyoruzdur, ne dersiniz?! Yoksa bu kadar birbirine karşı tahammülsüz olan bir yaratık topluluğu düşünüp de söyleyelim desek bulamayız, emin olun! Zira herkes kendinden pek bi memnun! Reca edicem; belgesel izlemeyelim, seyredelim. Yoksa niçin üç boyutlu TV’lerin önünde ömür sayacını saydırıyoruz değil mi ama!)

        Son kertede Zweig üstada gelirsek de; Hizmetçilerin haber verdiği polisler 1942 sabahı, yatak odasında sırtüstü yatan Zweig ile elini onun göğsüne koymuş olan sevgilisini bulurlar. Titizce düzenlenmiş masanın üstünde pullar bile yapıştırılmış olan veda mektupları duruyordur. “… Hayata 60 yaşından sonra yeni baştan başlamak için özel güçlere ihtiyaç var. Benim gücüm ise uzun yıllar süren yurtsuzluğum sırasında tükendi. Böylece ruhsal çalışması her zaman en büyük sevinci ve bireysel özgürlüğü bu dünyanın en büyük nimeti olan bu hayatı, zamanında ve dimdik sona erdirmek bana daha doğru görünüyor. Bütün dostlarımı selamlarım! Umarım uzun gecenin ardından gelecek olan sabah kızıllığını görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum."

        BİRKAÇ MİNİK SERAZAD FARECİĞİ ‘GENÇ YAZARLAR DERNEĞİ’

        Bağımsız kalemlere takdimimdir: Genç Yazarlar Derneği’nden haberiniz var mıydı bilmiyorum ama kafa sallatan mevzuların yamacında güzel işler ve paylaşımlar da olmuyor değil! İşte bunlardan bir tanesi de bu derneği oluşturan şükela kafalar-beyinler… Arama motorundan sitelerine girdiğinizde ve ‘hakkımızda’ bölümünü tıkladığınızda, bir karakalem resim var: Kedi koşuyor ve arkasından fareler kovalıyor. Hemen altındaki yazıda ise meramlarını en temizinden deklare ediyorlar, kulak kabartırsınız ve bilahare muhabbetlerine dalarsınız niyetine: “Kim olduğumuzu ve hareketimizin amacını daha iyi anlatacak bir resim olamazdı. İşte bizler, edebiyatla, şiirle, medeniyeti ve tarihi oluşturan büyük sözcüklerle uğraşmayı seven ve eski dünyanın fikirlerini yıkıp, yeni tanımlarla yeni bir gerçek yaratmaya cür’et etmiş bir kaç minik serazad fareciğiz. Üstelik hiç birimiz kazanma ümidiyle girişmedik bu kavgaya, olsa olsa ayakta ölmeye meyletmiştik diyelim. Lakin artık yüzlerceyiz… Ve sizde sözcüklerle resimler çizmeyi seviyorsanız birlikte kedi kovalamak için ailemize katılın!”

        Yazıya vedayı çakmadan evvel, ne dinliyoruz kısmına gelince, üşenmeyip sanal alemden (şahane melodileriyle mest eden grup) Camera’nın “Villon”, “Utopia Is”, “Soldat” ve “Meteor” şarkılarını buluyoruz ve dinleme eylemini en hissiyatlı deminden yakalayıp, biraz kendimize geliyoruz! Sonrasını da sonrası gelince düşünüyoruz, şimdilik yolu ve sokakları güzel yapanlarla devam!

        Diğer Yazılar